– Beni Jalimbet’in olduğu yere götür, diye söylemiş. Halı bu sözü duyar duymaz gökyüzüne doğru yükselmiş. Göz açıp yumuncaya kadar büyük bir şehrin yanına gelip halı yere inmiş. Halıyı dörde katlayıp taş tabağı önüne koymuş ve – Pilav yemek istiyorum, pilav hazır ol, demiş ve der demez taş tabakta üstünde et dolu pilav hazır olmuş. Pilavı doyuncaya kadar yemiş. Tabak yine de yarıya inmemiş. Bir süre sonra kız artık doydum demiş ki tabaktaki pilav yok olmuş. Biybisanem taş tabağı halıya sarıp koltuğunun altına kıstırmış. İğneyi de yakasına ilip şehre girmiş. İnsanı şaşırtacak kadar büyük bir şehirmiş. O gün de şehrin pazarıymış. Bu şehrin padişahının kızı yanına hizmetçilerini alıp pazarı dolaşıyormuş. Şekli şemali, üstündeki elbisesi o ülkenin adamlarına benzemeyen yakışıklı bir delikanlıyı gören padişahın kızı ona hayran kalmış. Onun yanına giderek:
– Ey delikanlı, hangi ülkeden geldin, bizim ülkenin adamı değilsin galiba, ben padişahın kızıyım. Benim hizmetçim olur musun, diye sormuş.
Biybisanem padişahın kızına sırrını belli etmeden, – Ben Türkistan’dan geldim, talebeyim. Beni hizmetçi olarak yanınıza alırsanız memnuniyet duyarım, diye cevap vermiş. Amacı padişahın kızının hizmetçisi olup sevgilisi Jalimbet’i bu şehirde arayıp bulmakmış.
Biybisanem padişahın kızının hizmetçisi olmuş. Şehirde gitmediği yer kalmamış ama hiçbir yerde Jalimbet’e rastlamamış. Divane olmuş.
Bir gün padişah kızını çağırıp:
– Kızım, zindanda bir yiğit yatıyor. Ganimet olarak almıştım. Hizmetine vereyim mi, diye sormuş. Padişahın kızı babasının teklifini kabul etmiş, delikanlıyı hizmetçi olarak yanına almayı kabul etmiş.
Ertesi gün sabah kızın sarayına o ganimet olan delikanlı getirilmiş. Ayağında kelepçe takılıymış. Biybisanem bu delikanlıyı hemen tanımış. Sevdiğim yârim Jalimbet nasıl bu hale gelmiş, diye yüreği yanmış ve Jalimbet’i bu azaptan kurtarmanın yollarını düşünmüş. Jalimbet Biybisanem’i tanımamış. Kız yakasındaki iğneyi eline alıp önce padişahın kızına batırmış. Padişahın kızı kancık köpeğe dönüşmüş. Jalimbet’in arkasında duran iki asker bunu fark etmemiş. Kız Jalimbet’in yanına gidip askerlerden kelepçeninin anahtarını istemiş. Onlar:
– Anahtar padişahta. Ne yapacaksın diyerek kızı itmişler. Biybisanem elindeki iğneyi askerlere batırdığında biri eşeğe, diğeri köpek dönüşmüş. Bunu gören Jalimbet çok şaşırmış. Biybisanem, ona:
– Sen burada bekle, bir yere ayrılma. Ben padişahın hemen sarayına girip çıkacağım, demiş ve Biybisanem padişahın sarayına doğru koşmuş. Padişahın yanına varıp:
– Efendim, esir delikanlının ayağındaki kelepçenin anahtarını verin o bu haliyle hizmet edemiyor, demiş. Padişah:
– Anahtar cebimde, ama onu sana da başkasına da veremem. O delikanlı azap çekerek ölsün diye cevap vermiş. Biybisanem bu sözü duyunca bir yolunu bulup elindeki iğneyi padişaha ve yanındaki hizmetçilerine batırmış. Sarayın içinde hemen kişneyen at sesi yankılanmış. Biybisanem padişahın cebinden anahtarı almış. Atı yakalayıp üstüne binmiş. Yanına bir at daha alıp Jalimbet’in yanına varmış. Ayağındaki kelepçeyi çıkarmış. Diğer atı Jalimbet’e vermiş. Biybisanem halı ile taş tabağı arkasına yüklemiş, saraydan çıkıp yola koyulmuşlar. Biraz yol gittikten sonra Biybisanem durup atından inmiş. Jalimbet de inip Biybisanem’in yanına oturmuş. O sırada Biybisanem üstündeki erkek elbisesini çıkarıp sevinçten ağlamış.
İki âşık artık birbirine kavuşmuşlar. Başlarından geçen olayları birbirlerine anlatmışlar Kız taş tabağı önüne koymuş ve:
– Et yemek istiyoruz, demiş. Tabak birden etle dolmuş. İkisi yemek yerken şehir tarafından çok sayıda askerin geldiğini görmüşler.
Biybisanem halıyı sermiş, üstüne Jalimbet’i, iki atı ve taş tabağı koymuş, kendisi de bindikten sonra:
– Kendi ülkeme ulaştır, diye emretmiş. Halı yerden havaya yükselmiş ve göz açıp kapayıncaya kadar ülkelerine ulaşmışlar.
Köylerine geldiklerinde, köyde in cin top oynuyormuş. Sadece yanmış ahırların külleri varmış. Onlar hayretler içinde şehre doğru giderken önlerine bir adam çıkmış:
– Sizler o eski lanetlenmiş yerde ne yapıyorsunuz. Padişahın huzuruna çıkacaksınız, deyip onları zincirlemiş. Onlar da hayretler içinde kalmışlar
– Ne suçumuz var, diye sormuş Biybisanem o adama.
– Siz hâlâ bilmiyor musunuz? Padişahın aradığı adamlar sizmişsiniz. Köy padişahın gazabına uğradı. Kim bu köye girerse öldürülür, malı mülkü padişahlığa teslim edilir. Padişahın emrini duymadınız mı, diye sormuş.
Onlar padişahın sarayına doğru yola çıkmışlar. Padişahın bu zulmüne ikisi de çok sinirlenmiş. Sarayın içine girince Biybisanem bir yolunu bulup elindeki iğneyi padişaha, yanındaki vezirlere ve cellâtlarına batırmış. Padişah inatçı bir eşeğe diğerleri domuza dönüşmüş.
Eşeği sıkıca tutup sokaktaki bir oduncuya teslim etmişler ve oduncuya:
– Bu eşeğe odun yükler, şehirde satıp geçinirsin, demişler. Gariban oduncu da çok mutlu olmuş.
Jalimbet padişah olmuş. İki âşık muratlarına ermişler. Birlikte devran sürmüşler, diye anlatılırmış.
KAHRAMAN ÇOCUK
Çok eskiden, Harezm padişahlığında fakir bir ihtiyar varmış. O ihtiyarın üç çocuğu varmış.
İhtiyar, çocuklarının kazandıklarını toplayıp başlarında dururmuş. Bir gün ihtiyar hastalanmış. Ölüm döşeğinde yatıyormuş. Ölmeden önce ihtiyar üç çocuğunu çağırıp onlara:
– Ben ölüyorum, ölmeden önce sizlere bir nasihatta bulunacağım. Üçünüz de birer rüya görüp yanıma gelin, demiş.
Üç çocuk ihtiyarın emrini yerine getirmek için gece rüya görme ümidiyle yatıp uyumuşlar. Gece boyu uyumuşlar ama küçük çocuktan başkası rüya görmemiş.
Sabah olmuş ve üçü de ihtiyar babalarının yanına varmışlar.
– Rüya gördünüz mü, diye sormuş ihtiyar.
– Gördük, demiş üçü birden. Önce büyük çocuk anlatmaya başlamış:
– Ben rüyamda ala küheylana binip boz ala bulutların arasında yürüyormuşum.
Ortanca oğlu:
– Ben çok zengin olmuşum, O kadar zenginim ki; on yılkı atım, binden fazla sürü hayvanım, ağıllar dolusu koyunlarım varmış, kısacası zenginlikte kimse beni geçemezmiş. Malım mülküm bana fazlasıyla yetermiş, demiş.
Sıra küçük oğluna gelmiş. Küçük oğlu anlatmaya başlamış:
– Baba, ben, bunlar gibi yalan söylemeyeceğim. Benim rüyam gerçek rüyadır. Rüyamda sen sinirli bir halde bana çubukla vuruyormuşsun. Vurduğun çubuğun ucu kırılıp bir parçası senin gözüne değiyormuş. Değince gözün çıkıyormuş, sonrasında da sen ölüyormuşsun, demiş.
Bu sözü duyan ihtiyar çocuğa çok sinirlenmiş. Yanında duran bastonunu eline almış ve bütün gücüyle çocuğa vurmuş. O sırada baston ortadan ikiye ayrılmış ve bir parçasının ucu ihtiyarın gözüne saplanmış. İhtiyar gözünü kaybedip kör olmuş.