Volkan Ay, (2020: 28), Gadamer’in Kant Eleştirisi ve Oyun Olarak Sanat isimli çalışmasında oyunun Gadamerci anlatısını onun Hakikat ve Yöntem isimli eserini kaynak göstererek şu şekilde vermiştir: “Oyunun Gadamerci anlatısı, onun özerk oluşuna ve onu oynayanların onda özgür olması gerçeğine de dayanmaktadır. Oyuna katılanlar, ancak kurallar içinde oynarlar ve bu oynama kesinlikle riskleri beraberinde getirir. Risk ve olanaklar, oynayanın oyuna dâhil olmasını sağlar ve böylelikle oyun oynanılır hâle gelir. Oyuna katılan için riskli olan şey, oyunun ta kendisidir. Oyundaki olasılıklardan biri oyuncunun nezdinde öne çıkınca oyun, oynayanı seçtiği olasılığın cazibesinde tutar ve bu da zaten risk demektir. Kuşkusuz oyuncu karar verme özgürlüğüne sahiptir. Fakat yine de oyun, oyuncuya sunduğu cazibesi sayesinde egemen olur.” (Gadamer, 2008, s. 147). Buna göre Gadamer, özerk bir yapıya sahip olan oyunun cazibesini risk ve olanaklar dâhilinde oyuncunun karar verme özgürlüğünde görmektedir.
Yirminci yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan Alman Eugen Fink, Bir Dünya Sembolü Olarak Oyun isimli eserinde oyun kavramını felsefi açıdan değerlendirmiştir. Eserinin, Mutluluğun Vahası: Oyunun Ontolojisi Üzerine Düşünceler isimli bölümünü, oyun kavramını tanımlayan görüşler etrafında kaleme alan Fink, yazısının değişik satırbaşlarında oyunun özellikleriyle ilgili olarak şu tespitlerde bulunmuştur: “Oyun, herkesin yakinen bildiği bir yaşam fenomenidir. / Oyun sosyal dünyadan aşina olduğumuz yaygın bir olgudur. / Oyun daima anlamlı bir biçimde aydınlanmış bir hadisedir, yaşanmış bir icradır. / Oyun, insan hayatının bir kenar fenomenidir, ikincil bir görüngüdür, yalnızca ara sıra parıldayan bir varoluş olanağıdır. / Oyun bir ‘tamamlama’dır, bütünleyici bir fenomendir, dinlendirici bir moladır, bir boş zaman etkinliğidir, ağır göreve ara verip tatile çıkmadır, hayatımızın katı ve karanlık doğası içinde bir ferahlamadır. / Oyun, ciddi olmayan, bağlayıcı olmayan ve esas olmayandır; haylazlık ve avareliktir. / Oyun, insan hayatının yöresindeki bir kenar fenomen, yalnızca ara sıra ortaya çıkan tesadüfi bir fenomen değildir. Oyun, esasen, insan varoluşunun ontolojik yapısının bir parçasıdır; hayati öneme sahip temel bir fenomendir. / Oyun adeta kendi içinde harekete gelmiş varoluştur. / Sıklıkla denilen o ki, oyun oynamak ‘amaçsız’, ‘boş’ bir faaliyettir. Böyle bir şey söz konusu değil. / Oyun etkinlik ve yaratıcılıktır. / Oyun, varoluşun bir temel fenomenidir, tıpkı ölüm gibi, sevgi gibi, iş ve hükümdarlık gibi asli ve bağımsız bir şeydir, fakat asıl amacı hedefleyen ortak bir çabalayış üzerinden diğer temel fenomenlerle kaynaştırılmış değildir. / Her oyun, direngen var olanın en saf kavramını oyuncakta deneyimleyen bir yaşam denemesidir, hayati bir deneydir. / Esasen, oyun, insan varoluşunun, içinde kendi kendini yorumladığı temsilî bir sembol-eylemdir. / Oyun, en eski zamandan beri en kuvvetli bağlayıcı güçtür, topluluk kurucudur. / Oyun, yaratıcı bir meydana getirmedir, bir üretimdir.” (Fink, 2015: 9-28).
İnsan davranışlarının açıklanması üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan transaksiyonel analiz kuramının geliştiricisi Kanadalı psikiyatrist Eric Berne, İnsanların Oynadığı Oyunlar isimli eserinde oyun kavramını şu şekilde tanımlamıştır: “Oyun, çizgileri belli olan ve önceden tahmin edilebilen bir sonuca doğru gelişen, birbirini tamamlayıcı mahiyette ve hedefi açığa vurulmamış bir transaksiyon dizisine verilen addır. Oyun, genellikle kendini yineleyen ve tekrar tekrar oluşan, görünüşte akla yatkın gelen, ancak gizil motivasyonlu bir dizi etkileşim olarak da tanımlanabilir.” (Berne, 2020: 73).
Yine aynı eserinde Berne, oyunların tarihsel önemini belirleyen olgular hakkında “Oyunlar kuşaktan kuşağa geçer. Herhangi bir kişinin favori oyunu onun ebeveynlerine ve büyük ebeveynlerine kadar uzanabilir ve çocuklarına geçirilir; başarılı bir müdahale olmadığı takdirde çocukları da sırası geldiğinde bunları kendi çocuklarına öğreteceklerdir.”; kültürel önemini belirleyen olgular hakkında “Çocuk yetiştirmek, öncelikle onlara hangi oyunların oynanacağını öğretmektir. Farklı kültürler ve farklı sosyal sınıflar farklı oyunları, çeşitli kabile ve aileler de bu oyunların değişkenlerini tercih ederler.”; kültürel boyutunu belirleyen olgular hakkında “Oyunlar, vakit geçirme oyunlarıyla yakın ilişkiler arasında sıkışmış kalmıştır. Vakit geçirme amaçlı oyunlar, aynen tanıtım amaçlı kokteyl partileri gibi fazla tekrarlandıkları takdirde sıkıcı olurlar. […] Kısacası vakit geçirme oyunlarının yarattığı can sıkıntısından yakın ilişkilerin tehlikelerine maruz kalmadan kurtulmak için pek çok kişi ellerine fırsat geçince bu oyunlara yönelirler. Bu da, onların sosyal ilişkilerinin önemli bir bölümünü ilginç bir şekilde doldurmalarına vesile olur.”; bireysel önemini belirleyen olgular hakkında “İnsanlar kendilerine dost, arkadaş ve yakın kişiler olarak aynı oyunları oynayan kişileri seçerler. […] Diğer yandan, sosyal bir çevreye mensup herhangi bir kişi, oynadığı oyunu değiştirdiği takdirde çevresinden ihraç edilebilir ama farklı bir sosyal çevreden de kabul görür.” şeklinde tespitlerde bulunmuştur.” (Berne, 2020: 238-239).
Çalışmalarında sosyoloji, felsefe ve edebî eleştiriyi bir araya getiren Fransız sosyolog Roger Caillois (2001: 9-10), orijinal adı Les jeux et les hommes olan, İngilizceye Man, Play and Games (İnsanlar ve Oyunlar) olarak çevrilen eserinde oyunun altı farklı niteliğinden hareketle “Oyun bir etkinliktir.” şeklinde bir tanımının yapılabileceğini ifade etmiştir. Caillois, bu nitelikleri şu şekilde belirlemiştir: 1. Özgür: Oyun oynamak mecburi değildir; eğer mecburi olsaydı cazip ve neşeli olma niteliğini hemen kaybederdi; 2. Münferit: Zaman ve mekânın sınırları içinde sınırlandırılmış, önceden tanımlanmış ve sabitlenmiş; 3. Belirsiz: Gidişatı belirlenemez, sonuçları önceden kestirilemez ve oyuncunun üstünlüğüne bırakılan yenilikler için bazı serbestlikler vardır; 4. Kâr amaçsız: Ne menkul ne zenginlik ne de herhangi bir yeni öğe yaratır, oyuncular arasındaki mal alışverişi dışında oyunun başlangıcında geçerli olanla benzer bir durumda sona erer; 5. Kurallara bağlı: Olagelen kuralları askıya alan ve o an için tek başına önem arz eden yeni kurallar belirleyen uzlaşılar gereğince; 6. İnandırıcı: Gerçek hayata karşı olarak, ikinci bir gerçekliğin özel farkındalığı ya da özgür bir hayal gücünün eşliğinde.
Huizinga’nın, oyunun temel özelliklerinden bazılarını ustaca çözümlemesini ve uygarlığın gelişiminde oyunun rolünün önemini açıkça göstermesini takdir eden Caillois, onun oyuna eylem odaklı yaklaşmasından dolayı yaptığı tanımın pek pratik olmadığını ifade ederek eleştiride bulunmuştur (Caillois, 2001: 4-5). Bu yüzden onun tanımını gözden geçirerek yukarıdaki şeklini vermiştir.
Oyun kavramına Çekirge: Oyun, Yaşam ve Ütopya adlı eseriyle felsefi açıdan yaklaşan Amerikalı filozof Bernard Suits, kitabının ön sözünde Ezop’un tedbirlik simgesi olarak sonsuza kadar ünlendirdiği Çekirge’nin ütopik varoluşunun oyun oynama ile derinden ilgili olduğunu iddia etmiştir. Bundan dolayı felsefi açıdan bir oyun kuramı oluşturmak ve oyunun tanımını yapmak için bu kitabı yazdığını ifade etmiştir (Suits, 2012: 9-10). Suits, eserinin Bir Tanımın Oluşturulması isimli bölümde felsefi görüşler etrafında yorumlar yaparak ve çeşitli diyaloglar