“Su kuyuları dedim.”
“Biz onlara pınar diyoruz.”
“Tamam. Öyle olsun. Şimdi onları da sıralayacak mısın?”
“Yaz! Bir- Değirmenciler Pınarı; iki- Kazancılar Pınarı; üç- Bekleme Pınarı: dört- Çayır Pınarı; beş:… dur, beşinciyi yazma. O bizim köy topraklarında değil… Önünde duran bu vazifeyi kaç günde halletmeyi düşünüyorsun?”
“İki gün, üç gün… Ne kadar gerekirse.”
“On sekiz çeşmeyi ve dört pınarı üç günde katiyyen gezemezsin. Evvelsi her çeşmenin önüne geniş yol gidiyordu. Şimdi yolları da, birçok çeşmenin etrafını otlar, çalılar bürüdü. Burada en azından bir hafta bari kalman gerekecek.”
“Çeşmeleri ve su kuyularını nasıl ziyaret edebileceğim?”
“Senin otomobil burada bir yerde kalması gerekecek. Onunla sadece köy içindeki çeşmeleri gezebilirsin. Lakin onların yanına yaya gidersen daha iyi olacak, çünkü birbirilerine çok yakın bulunuyorlar ve otomobile binince ve sonra ininceye kadar diğerinin yanına yaya varmış olacaksın. Köy dışında olanların her birini nasıl nice yaya ziyaret etmen gerekecek.”
“Sırt çantası arkamda kırda bayırda gezmeye alışığım. Bana kılavuzluk edecek, beni her çeşmenin ve su kuyusunun yanına götürecek bir kimseyi bulmak için yardım edersen memnun olacağım.”
“Bu işi en iyi ben yapabilirdim, lakin bu anda lokantada benim yerime bir hafta bari çalışacak insanım yok. Olsaydı, bizim köyün bütün semtlerini ikimiz birlikte gezecektik ve bir hafta devamınca güzel bir seyahat çıkarmış olacaktık. Kısmet değilmiş… Bu işi köyümüzün kır bekçisi çok iyi başarabilir. Adam kırk yıldan beri vaktini hep kırda bayırda gezmekle geçiriyor. Muhtarla konuşuruz ve kır bekçisi sana bir hafta devamınca refakat etmesi için izin vermesini rica ederiz.”
“Gecelemek için köyünüzde otel gibi bir şey…”
“Burası şehir olmasın. Otel motel ne arayacak burada? Yatıp kalkacağın yer için düşünme, bir yolunu buluruz.”
“Bulunmasa da sorun değil. Şimdi yaz mevsimi. Uyku tulumu içinde her ağacın altında geceleyebilirim.”
“Kırda gecelemeyi aklına bile getirme! Bu köyde seni misafir etmek istemeyen hane yoktur. Benim evim de çok büyük, otel gibi. Bir değil, beş misafir kabul etmeye imkânım var. Gündüzleri çeşmeleri geziyorsun, akşamları ise bana misafir oluyorsun.”
“Muhtarı ne zaman görebileceğiz? Eğer razı gelirse, kır bekçisiyle daha bugün konuşalım. Emeğini gerektiği gibi ödeyeceğim.”
“Sakın! Böyle bir iş için paradan söz etmek yasak! Kır bekçisinin biricik vazifesi zaten kırları gezip dolaşmak! Hem kendi işini icra edecek, hem de seni arzu ettiğin çeşmenin yanına götürecek. Böyle bir iş için bu köyde kimse senden para almaz. Köyümüz için koskocaman bir kitap yazmayı düşünüyorsun. Bu şaka mı? Haydi, kalk, muhtarın yanına gidelim!”
-2-
Muhtarlık binası kapısına dayandıklarında içeriden hayli yüksek ve dargın bir ses geliyordu. Behçet Boyacı girsin mi, girmesin mi diye tetikledi kaldı. Kahveci Veli hemen izah etti:
“Aldırma. Yürü! Muhtar yine yanlışlık kaçırmış olan bir komşuya nasihat veriyor!”
Muhtar masasının ardında iri yapılı, çehresi yaz güneşinden hayli kararmış orta yaşta bir erkek oturuyordu. Açık kapı önünde Kahveci Veliyle birlikte dikilen kişiyi görünce çehresi daha da karardı ve kaşları çatıldı. Yanındaki kimseyi hemen serbest bıraktı ve sakin olmaya çalışarak yarım ağızla kapıdakilere döndü:
“Buyurun, girin!”
Girdiler. Muhtar kapıya doğru uzanan masanın etrafındaki sandalyeleri gösterdi:
“Buyurun, oturun. Ayakta durmayın!”
Kahveci Veli ona kaş altından baktı ve azarlayıcı bir sesle sordu:
“Muhtar, bana herhangi bir dargınlığın varsa, misafire de mi dargınsın? Benimle birlikte ona da mı hoş geldin demeyeceksin?”
“Gazetede çıkan ve tarım kooperatifinin işini altüst eden o yazıdan sonra hoş geldin demeye dilim mi tutuyor!”
Mimar Behçet gülümsedi ve sordu:
“O yazıdan sonra ne oldu?”
“Doğrusunu söylemem gerekirse, köydeşlerimiz gazetede çıkan o yazıyı okuyunca haklı olarak gurur duydular. Fakat köyümüzün bazı yeni siyasetçileri tarım kooperatifini eski dönem kalıntısı diye addetiler ve faaliyetini baltalamaya başladılar. Yani o yazı ile kaş yakmaya çalışırken az kala göz çıkaracaktınız. Kooperatifi yok olmaktan kurtarıncaya kadar az başağrısı çekmedik. Neyse. Yine de hoş geldiniz! Oturun! Ayakta dikilip durmayın!”
Kahveci Veli muhtarın somurtkanlıktan vazgeçmeyeceğini anladı ve onu sakinleştirmeye çalıştı:
“Sakin ol muhtar, Misafir senin bildiğin gazeteci değil!”
Muhtarın kaşları daha da çatıldı:
“Konuşmamıza alay etmekle mi başlamak istiyorsunuz?”
Bu defa Mimar Behçet izah vermek gereğinde bulundu:
“Veli ağabey doğru söylüyor. Ben o yazıyı yazan gazetecinin ikiz kardeşiyim ve o yazıyla alakam yok. Köyünüze başka bir vazifeyle geldim.”
“Haydi, oturun en nihayet!” dedi muhtar hep aynı tutnuk sesle.
Yine Kahveci Veli konuştu ve ziyaretlerinin sebebini kısaca izah etmeye çalıştı. Hep daha son sözünü söylememişti ki, muhtar, masasının yanı başındaki zile bastı ve kapı önünde beliren hademeye sordu:
“Bu sabah kır bekçisini gördün mü? Hangi semte gitti acaba?”
“Az önce mavzeri ve yemek torbasını omuzuna vurmuş, Yukarı Mahalleye doğru gidiyordu. Bugün “Kayacık” semtinde olacağını söyledi.”
“Yani bütün gün kırlarda olacak. Akşama beni görmeden eve gitmesin!”
Muhtarın ayağa kalktığını görünce Behçet Boyacı onu alâkadar eden diğer soruna geçmeye acele etti:
“Köyünüzde kaldığım günlerde Kadir Kadiroğlu adında bir köydeşinizi bulup konuşmak arzusundayım. Veli ağabey burada böyle bir kimse olduğunu hatırlayamadı.”
“Veli yalnız lokantaya girenleri biliyor. Senin sorduğun kişi ise on altı yaşında bir lise öğrencisi. Yani henüz Velinin müşterileri sırasına girmemiş. İkiniz de bana vurulmuş gibi bakmayın! Kadir oğlan köy çeşmelerini sizden önce gezmiş ve gazeteye çok iyi bir makale göndermiş. Eh, beni de azıcık tenkit ediyor, ama o kadarolur. Galiba büyüyünce gazeteci olacak kerata!”
“Onu nasıl bulabilirim?”
“Bulsan da ne konuşacaksın onunla? Çeşmeler için onun sana vereceği bilgiyi Kahveci Veli de verebilecek. Oturun ve onunla uzun uzun konuşun!“ dedi muhtar lâkayt dolu sesle. Sonra ne düşündü o bilecek, kapıda dikilmeye devam eden hademeye döndü:
“Kara Mahmutun Kadiri bul ve söyle, oğlu yarın sabah yanıma gelsin. Hem korkacak bir şey yok diye ikisini de tenbihle! Muhtar acaba niçin çağırıyor diye boşu boşuna telâşlanmasınlar. Veli, bugün misafire köy içindeki çeşmeleri sen göstermeye başla. Ben belediyeye gitmek için acele ediyorum. Sohbete ve kahveye vakit yok. Akşama senin yanında buluşuruz. Misafire