“Sığırcıklar gelip gidiyorlar, sizler?”
Tamamlayamadı sözlerini. Her hayvanın kendine has özelliği olduğunu, o özelliğe göre de içgüdüleri davranışlarına yön verdiğini bilmiyordu. Yol boyunca uzanan birçok yabani bitkiler biri birine karışmıştı. Bir arı vızıldayarak sağ kulağının yanından geçti. Hızlı refleks olarak elini kaldırdı. Savmaya çalıştı. Arı ileride bir çiçeğe kondu. Bir arı daha öncekinin yanına geldi. O da başka bir çiçeğe kondu. Sonra beraber uçtular. Serçeler buradan oraya zıplayıp gagalarını yere vuruyor ve başlarını kaldırıp sağa sola bakıyorlardı. Tekrar tekrar aynı hareketi yapıyorlar. Yerde buldukları yem ne ola ki bu hızda alıp onu yutuyorlardı. Sonra havalanıp gidiyorlardı. Başka serçeler gelip aynı hareketi yapıtılar. Biri diğerinin gagasından düşen küçük bir parçayı aldı uçtu. Ah serçeler, kim buraları daha seviyor? Sığırcıklar mı siz mi? Onlar yılda iki üç haftalığına gelip gidiyorlar, siz hep burada kısmetinize razı olup ve burada da ölüyorsunuz. Çünkü bir serçeyi sokağın başında cansız yerde yattığını görmüştü. Ölü serçeye varana kadar bir kedi alıp kapmıştı.
Sığırcıklar nereye gidiyorlardı?
O tarafta ne vardı ki? Güzel olsaydı hiç gelir miydiler buralara, hiç buraya özenir miydiler?
Bitkiler arasında ufacık çiçekler kendini göstermeye başlamıştı. Beyaz, sarı, hafif kırmızımtırak, mor… Onlara baka baka evin yolunu tuttu. Sokağın ortasında ince arklardan evlerin kirli suları aktığına baktı. Hâlâ eski düzen devam ediyordu. Yirmi birinci yüzyılda dünya zengini Irak’ta ve bu zenginliğin kaynağı Kerkük olmasına rağmen hiç kanalizasyon sistemi olmadı Kerkük’te. Evlerin atık sularını yer altına kanalizasyon sistemine göre proje tasarlamak gelip giden yöneticilerin kafası basacağına da benzemiyordu. Pek çok hastalığa neden olan bu eski düzen belediyelerin sağlık bakanlığının ve en önemlisi hükümetin ihmali değil de nedir? Sokakta bazı çocuklar muziplik olsun; akan kirli suya ayaklarıyla vurup suyun sıçramasına eğlenip gülüyorlardı. Gülecek hâli yoktu Bahar’ın. Eğlenecek hevesi de kalmamıştı. Kirli suyun eteklerine sıçramasından kaçınarak evlerin duvarına bitişik yürümeye başladı.
Bahar’ın sığırcıklarla tanışması geçen yıl başlamıştı. Tam günü ve saati hatırlamak zordu. Ama sığırcıklarla tanışmasının üzerinden bir yıl geçse bile onlar Bahar’ın hayalinde rüyalarında yılın üç yüz altmış beş günü vardı. Yine bir ikindi saatiydi evde damı süpürürken onları görmüştü. İki kolunu damın duvarına koydu ve üstüne çenesini dayadı. Onları seyre daldı. Çok neşelenmişti o akşam. Annesine sığırcıkları anlattı. Maharetlerinden söz etti. Hatta sokağın girişindeki ufak bakkal dükkânına sahip olan Ömer Amca’ya da anlatmıştı.
“Seneye bir daha gelecekler,” demişti Ömer Amca.
Ömer Amca’nın bu cümlesinden ötürü her alışverişini illaki Ömer Amca’dan yapmaya karar vermişti. Onun bu güzel haberi vermesi, Bahar’ı ömür boyu mutlu edecekti.
Bahar, Talimtepe’nin üstüne çıktığında önüne yayılan Bulava Köyü’ne, petrol şirketine giden yolları ve daha ucu nereye kadar varacağı bilinmeyen geniş arazileri göre biliyordu. Talimtepe’ye her gidişinde biraz ilerisindeki Kehriz’in yanına gitmeyi ayaklarını suya daldırmasını çok severdi. Kehriz’in suyu ta Tisin Mahallesi’nden geldiği söylenirdi. Akan su şakırdayarak çıkmazdı. Yine de o civardaki doğal toprak arazi için sulama işine yarardı. Çocuklara ayrıca eğlence yeriydi Kehriz’in akan suyu. Tepenin yamaçları ve tatlı eğilimi sadece çocukların eğlence yeri sayılmazdı. Havaların ısınmasıyla ve baharın gelişiyle bazı aileler ikindi çaylarını börek çörekleri hazırlayarak kimi de bir tencere dolmayla tepede buluşmaya anlaşırlardı. Sofralar serilir, her aile kendine göre hazırladığı yemeği sofraya bırakırdı. Gelenek hâline gelen bu aile buluşmaları genelde kadınlar arasında olurdu. Erkekler işte güçte oldukları saat seçilirdi. Kadınların evde dört duvar arasında ve cıvıldayan çocukların gürültüleri arasında baharı geçirmek sıkıcı olurdu. Talimtepe yeri bir çeşit soluklanma yeri sayılırdı. Kadınların sofrada sergiledikleri yemeklerde bir nevi ustalık yarışmasına dönerdi. Kimi dolmayı yaparken ekşimsi olmasını kimi de pirincin sulu değil de biraz diri kalmasını daha muteber bulurdu. Bazı haşin kadınlar da muziplik olsun “ne lafı eveleyip çeviriyorsunuz, kocanızın ağız tadına göre yaptığınızı söylesenize… Yapmayın da göreyim sizi tencereyi başınıza geçirir valla…” dediğinde sessiz kalanlar olayın gerçeğini kabullenmiş olanlar olduğu anlaşılırdı. Annelerin arasındaki yemek konusu ve dedikodular bir yana dursun. Beri taraftan da Talimtepe çocuklar için benzeri olmayan eğlence yeri sayılırdı. Kehriz’in suyuna ayaklarını şıp şıp batırarak eğlenmeleri, tepenin yukarısından aşağıya yuvarlanmalarını çok keyifle yaparlardı.
Talimtepe Kerkük petrol şirketine giden ana yolların bağlantı göbeği sayılırdı. Tisin, Hamzeli, Bağdat Yolu, Korya, Şaturlu, Ahmet Ağa… Sarıkâhya Mahallesi’nden hemen hemen bütün ana yolları hatta bazı sokakları petrol şirketine çıkar ve bunların hepsi de Talimtepe Kavşağı’nın yanından geçerdi. Kimi yaşlılar o tepeye Talimtepe adı verilmesinin nedenini geçmişlerde o bölge meskûn bölge olmadığı için Kerkük’te askeri birlikler, askerlerin yıllık atış talimlerini bu tepede yapmalarını belirlemişti. Hâlâ da askerî birliklerin silah atışlarında kazdıkları bazı mevziler ve nişan için belirledikleri yerlerin izleri olduğunu söylerlerdi. Tepede U harfi şeklinde toprak yığını düzeni kurmuşlardı. U şeklin açık tarafı petrol şirketi yönüne ayarlanmıştı. Atış için belirlenen nişan yerleri olduğunu, askerlerin attıkları kurşunlar sekip hedefin dışına çıkarsa eğer tepeye yani toprağın içine saplanması da düşünülmüştü. Böylece tepenin Şaturlu tarafına olan kısmına yakın –kazara– yoldan geçenlere isabet etmemiş olurdu.
Petrol şirketinde çalışanların çoğunun evi bu semtlerde olması, işe gidişlerinde zaman açısından çok önemliydi. Daha uzaktaki çalışanlar bisikletlerle gelir ve şirketin güvenlik ana kapısına yakın alanlarda bisikletler için ayarlanan özel parklarda bisikletlerini zincirlere vurup kilitlerdiler. Şirketin güvenlik ana kapısı ile iç bölümlerin arası çok uzaktı. Uzak mesafe –ki kilometrelerce olabiliyordu– işçilerin yürümemesi ve bölümlerine yorgun varmamaları için ana güvenlik kapısı ile bölümler arası özel tren istasyonu yapmıştı İngilizler. İşçiler petrol şirketinin iç bölümlerine trenle gidip iş bitişinde trenle dönerlerdi. Mühendisler, şefler, müdürler ve daha yüksek konumdakiler ise şirketin tahsis ettiği binek arabalarla petrol şirketine çalıştıkları kendi bölümlerinin kapısına kadar gelir-giderlerdi. Petrol şirketinde çalışmalar üç vardiya düzenine göre olsa da işçilerin çoğu sabah işbaşı saat altı ile yedi arası ve akşam beş ile alt arası Şaturlu Mahallesi’nde ve civar yollarda çok yoğun insan seli ile hareketlilik görülürdü. Yüzlerce bisikletliyi akın ettiklerini görürdünüz. Bahar da her Talimtepe’ye gidip dolaştığında eve dönüş saatini belirler, insan seline kapılmamaya özen gösterirdi. Caddeyi atlarken de bisikletlerin arasında sıkışıp kalmayı ve bir kazaya kurban gitmemek için çok dikkatli bir şekilde evin yolunu tutardı.
Talimtepe Bahar’ın en sevdiği uğrak yer idi. Çimlerin üzerinde yürüyerek derin nefesler aldığında kendine gelir ve başındaki dumanları atıverirdi.
Öğleye doğru güneş tek katlı