BAHARI KİM KAÇIRDI?
Türkmeneli’de her gün yeni bir acıya gebe olan insanlara…
Her Türkmen’in
Bir Yanı Ağlamaklıdır.
Bu onun hayatı idi.
Kader denilirdi bazen böyle hayata!
Ne zaman, nerede başladığını bilinir belki, ama sonu öğrenmek için Bahar’ı beklemek gerek!
Onlar! Nereden bileceklerdi yerdeyken ayrı bir gözle, gökteyken ayrı bir gözle bakıldıklarına. Bir avuç kadarı olan cisimleri, siyah kadifemsi tüylerin üstüne grimsi benekler serpilmiş; bahçelerde, çimlerin üzerinde bazen yalnız bazen de kargaların arasında paytak paytak yürüyüşleri, bazen de sıçrayarak yemlerini otların arasından veya toprakta delik açarak solucanları yakalamaya uğraştıklarını kim umursardı ki. Bahçelerde tekil dolaşmaları, elektrik direğinde en fazla on beş-yirmi kaderi yan yana duruşlarını görür geçerdi insanlar. Yerde herhangi bir vaziyette olduklarında insanların o kadar da dikkatlerini çekmezdi. Ama sürü hâlinde binlercesi bir araya gelip göklerde dalgalanmalarına hayran olmayan bir Allah’ın kulu olmazdı.
Sığırcıklar.
Kimine göre göç halindeyken geçtikleri bölgelerde kendilerine kalacak yerleri bulduklarında sevinç dansı yaptıklarıydı. Kimine göre ise –ki bu en fazla göçebe kuş bilimcilerinin söylentileriydi– düşmana karşı elbirliğiyle savunma hareketi olduğunu söylerdi. Gökte binlercesi olmalarına rağmen yırtıcı kuşlara karşı tek vücut görüntüsü verirlerdi.
Yeryüzünde binlerce milyonlarca hayranları arasında biri daha vardı!
Bahar!
Dokuz yaşında bir kız çocuğu ne anlar sığırcıkların huyundan suyundan ve de sürüsünden, demeyin. Huyları suları kendilerinin olsun. Bahar’a lazım olan o muhteşem sürü halleriydi.
Gökte uzakta karartıyı gördüğünde, koşmaya başladı. Sevincini içinde tutamadı. Koştu… Koştu… Yaklaşan karartıya koştukça karartı da ona yaklaştı. Karartı yaklaştıkça sallana sallana dalgalar şeklini almaya başladı. Durduğu tepeciğin tam üstüne geldiğinde işte o an siirc siirc siirc ötüşleri göğü kapladı.
Binlerce sığırcığın dalgalar şeklinde dans etmeleri ne yüklü bir siyah buluta benzerdi ne de her şeyi içene alıp etrafını darmadağın eden hortumlara… Ben de biraz görmek istiyorum, der gibi batışa geçmeyi mümkün derecede geciktirmeye çalışan güneş; kızıl ışınları vurdukça o grimsi ile siyah arasında çok küçük benekli tüyler, yaldızlı dalgalarla dönüp dönüp şahane danslarıyla herkesi büyülerdi. Sığırcıkların dansları ötüşleri gökte bambaşka tablolar oluşturdu.
İçinden “işte” dedi. Sevinci doruktaydı Bahar’ın. Sevinç çığlığı atmamak için elleriyle ağzını kapattı. Gözlerine inanamıyordu, bir avuç kadar olan o küçük hayvanların binlercesi bir araya gelmeleri ne harika bir tabloydu.
Mevsim, sonbahardan kışa doğru yol almıştı. Sığırcıklar, gökte sürü hâlindeydiler.
Demek göçleri başlamıştı.
Damda tek başına sek sek oynarken görmüştü onları. Oyunu bıraktı. Bir solukta kendini evin avlusuna attı. Merdivenleri ikişer ikişer atlayarak indi. Yaşına göre değildi bu hareketler. Annesi işkillenir huylanır diye, biraz yavaşladı. Ta ki kendini evin dışına / sokağa atana kadar. Sokaktaydı. Yürümeye başladı. Görenler “niye koşuyorsun” sorularından kaçmak için yürüdü önceleri. Adımlarını genişletti, koşmak niyetine yürüdü…
“Geldiler!”
Evleri Şaturlu’dan Arafe’ye giden ana yolun iki alt sokağındaydı. Kerkük’ün eski semtlerinde biriydi burası. Yani Şaturlu Mahallesi. Evler sıra şeklinde tek katlı olanlar eski yapılardı. Biraz daha modern olanlar iki katlıydı. Evlerin damları dip dibe idi. Bir evin damından atlayıp onuncu evin damına kolay varılabilirdi. Özellikle evlerin bu yapı şekli yaramaz çocukların işine gelirdi. Kırdıkları potlara karşı babaları sinirlenip dayak atmaya hazırlandığında çocuk soluğu damda alırdı. Oradan komşuların damlarına kolay zıplayıp kaçabilirdi. En azından babasının siniri yatışana kadar o ortamdan uzakta güvende olurdu. Komşuların çoğu birbirine akraba veya çok eski komşu olması yaramaz çocuklar için güven sağlardı. Yaramaz çocuğun işlediği suçun büyüklüğüne göre dayağın da biraz acımasız olacağı kaçınılmazdı. Suç işlen çocuk komşularına yalvarıp babasıyla arasında barışı sağlamak için yalvarmaya başlardı. Bazen de derslerini ihmal eden kafası sokakta oyun oynamakta olan çocuklar aileleri tarafından sokağa çıkma yasağıyla cezalandırılırdı. Yerinde duramayan atak çocukları bağlasan durmaz misali damlardan kaçışları bir seçenek sayılırdı. Nasıl olsa sokakta top, saklambaç, topaç çevrime veya çelik çomak oyunları oynayan bir sürü çocuk vardı. Bahar, sığırcıkları karşılamaya can atarken önce annesinin dikkatini çekmemek için damdan kaçmayı düşündü. Mutlaka bir komşunun damından avlusuna iner ve kendini sokağa atabilirdi. Durdu. Bir kız çocuğu için duvardan duvara tırmanmak hele eteklerini toplamak kolay olmayacağı aklına geldi. Hele duvardan atlarken bacakları sıyrılır yara alırsa akşam annesine ne diyecekti. Annesinin uyarılarına hiç aldırmadan her azarı göze alarak damdan jet hızında basamakları indi. Avludan dışarıya sokağa kendini attı.
Evden dört kavşağın gün batımı tarafındaki küçücük tepeciğe varıncaya kadar koştu. Gökte uzaktan karartı şeklinde görünenler yaklaşınca o da tepeciğe varmıştı. Bahar’ın durduğu tepenin tam üstüne gelmişlerdi. Çok yakınlardı. Tek ritme göre dans ediyorlardı. Gökte topluca sessiz bir senfoni eşliğinde dansları yeri göğü kendilerine hayran bırakıyordu. Gökte yuvarlaklar, ovaller biri birine geçerek on binlercesi dönüp dönüp sanki ilahî bir vecde içinde dans edip dönüyorlardı. Binlercesi… On binlerce… O kalabalığın içinde asla biri birine değmiyordu. Her biri diğerine olan mesafeyi titizlikle koruyordu.
Sığırcıklar topluluğu göğü sarmıştı…
Sadece Sarıkâhya Mahallesi sakinleri değildi göğe kilitlenenler… Şaturlu, Arafa, Elmas, Havaalanı Meydanı, Cirit Meydanı, Gavurbağı etrafındakiler kim varsa o bölgede caddelerde sokaklarda yürüyen herkes, damlara çıkanlar, bir ağızdan sevinçlerini, hayretlerini, dehşetlerini yüzlerindeki tebessümler ve dillerinde “Maşallah” nidalarıyla sığırcıkları seyrediyordu. Yoldan geçen yayalar ayrı arabayla geçenler ayrı durup onlara bakıyordu. Kimisi cep telefonunu çıkarıp o muhteşem gösteriyi videoya kaydediyordu. Hepsi hayran hayran göğün dansçılarına kilitlenip kalmışlardı. Bu Bahar’ın etrafında olup bitenlerdi ve gördükleri idi. Öbür tarafta Bahar’ın görmediği dünyanın öbür tarafında aynı göğün altında olanlar da acaba görüyor muydu bu dansçıları. Onlar da böyle yollarda evlerin damlarında durup seyrediyorlar mıydı? Kim bilir belki onların oldukları yer daha yüksekti ve sığırcıklara daha yakın idiler. Öyleyse onlar daha şanslı sayılırdılar. Gerçi evlerinin damı da yüksek sayılırdı ama annesi yan komşuların dama çıkıp onlar da sığırcıkları seyretmeleri ve abuk sabuk konuşmalarından rahatsız olduğu için tek başına olmayı, dansçıların tek seyircisi gibi durmayı yeğledi Bahar. Onlar da annesi ve komşuları da haklıydılar! Onlar da sığırcıkları seyredip hayran kalıp keyifleniyordu. Sığırcıkların ihtişamlı danslarına kim hayran kalmazdı ki?
“Susup sadece baksalardı, ne iyi olurdu.” içinden bunları geçirirken; “Herkesin hayranlığı dehşeti birkaç dakika sürüp gidecekti. Kısa bir zaman diliminde etkilenip sonra unutabilirlerdi. En fazla akşam evde yemek sofrasında birkaç dakikalığına sığırcıkların konusu açılır ve kapanırdı.”
O akşam Kerkük’te hiçbir insan Bahar kadar sevinçli değildi.
Sığırcıkların hızlı ve kıvrak dönüşlerine Bahar, omuzlarıyla başıyla onların meyillerine göre danslarına uymaya çalışıyordu. Onlara göre bir sağa bir sola hareket ediyordu. Bazen de iki kolunu açıp onları taklit edercesine uçuyor gibi kollarını sallıyordu. Sığırcıklar, gökte idiler… Dansları kaç dakika sürdüğünü hesaplamak zordu. Çünkü o dans sırasında zaman başka bir kalıba girmişti. Zamanın önemi yoktu o anlar. Beş dakika mı on dakika mı, ne fark eder. O muhteşem gösteriş, o görünmeyen ama mutlaka onları yönlendiren maestronun direktifiyle yapılan hareketler