Kazıgurt Öyküleri. Nurgali Oraz. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Nurgali Oraz
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6852-05-1
Скачать книгу
konuşuyor, ara ara kıs kıs gülüyordu. Neyse, kısacası bizim hoşumuza gitmemişti.

      – Evet, millet, neden toplandınız burada? -diye sordu yanımıza yaklaşarak.

      Bir ayağını kütüğe koydu, iki kolunu göğsüne bağladı ve gerine gerine dikildi.

      – Komsomol / Genç Komunistler Birliği toplantısını yapıyoruz, -dedi Artıkbay inatla yanıtlayarak.

      – Dur-dur! -dedi, misafir delikanlı dudağını bükerek. – Ya siz, hala Komsomol muydunuz?!

      – Hiiç… -dedi bu sırada aramızda oturan yalaka Şerali dayanamadı. – Şarkı dinlemeye geldik.

      – Şarkı dinlemeye mi? – Misafir delikanlı, bize çengel ormanında yeni keşfedilen kabile insanları görüyormuş gibi gözlerini kısarak baka kaldı. – Kimin şarkılarını dinlemeye?

      – Şamşi’nin.

      – Kimin… Kimin diyorsunuz? – O, bir besteci Şamşi Kaldayakov’u hatırlıyormuş gibi, az kem düşünceye daldı.

      – Siz o şarkıları kim söylüyor?

      Onun karşısında Bibiajar’ın adını söylemeye kıyamadık ve sessizce Sağira ananın evi tarafına göz gezdirdik.

      – A-a, -dedi aniden, her şeyi anlamış gibi. Kuzu göbeği tırsarak katıla katıla güldü.

      – Bizim Bika mı yani! Bak sen! Demek, bedava konser izlemeye geldik diyorsunuz!

      Biz sessiz kaldık. Oysa gömleğinin yan cebindeki kutudan sigarasını aldı, dudağında kıstırarak, güzel çakmağıyla yaktı.

      – Vaktinizi boşa harcıyorsunuz, -dedi sigarasının dumanını havaya üfleyerek. – Neden, daha faydalı bir işle ilgilenmiyorsunuz? Sürü sürü koyun çok değil mi, bu köyde? Koyun dediğiniz kendi ayakları üstünde yürüyen bir canlıdır. Kısacası bir işle uğraşılmalıdır. Satmak, satın almak ve tekrardan satmak gerekir. İşin en başlıca kanunu budur! Şerali oturduğu yerinden:

      – Söyler misiniz, dayı, işi nasıl başlayabiliriz? -diye sordu alelacele heveslice.

      Kuzu göbekli işadamı delikanlı ona yavaşça baktı, başını sallayarak tekrar katıla katıla güldü.

      – Köyde bulunmayan malların satılmasını temin etmek gerekir, -dedi. – Yabancı içki ve şarapları, meyve suyu soğuk meşrubatları, sigaraları fazla bir fiyatla satabilirsiniz.

      – Hey, -dedi köydeki dükkâncının oğlu Ajibek eliyle işaret ederek. – Bizim Şavli’de kimse yabancı içki ve şarap ile sigarayı almaz.

      – Hint çayı alırlar! -dedi Şerali.

      – Ha, işte bu gerçek bir iş adamı! -dedi, misafir delikanlı onu parmağıyla işaret ederek. – Demek, Hint çayı getirilmeli. Başka hangi mal eksik bu köyde?

      – Yeşil çay… Yaşlılar için yeşil çay da gerekir. Hem de doksan beş numaralısı!

      – Takke lazım, şapan (cüppe) de gerekli. Dedem Kuda-bay dünürlüğe giymek için bir şapan bulamamıştı.

      – Lastik çizme!

      – Kalın halat (bornoz)! -diye, her kafadan bir ses çıktı. Misafir delikanlı bıyık altından güldü ve başını salladı.

      – Dediklerinizin tamamı ufak tefek şeylerdir, -dedi memnuniyetsizlikle.

      – E-e-e, başka ne satabiliriz?

      – Düşünün taşının. Sadece şarkı dinleyeceğiz diye vaktinizi boşa harcamayın! Şarkıyı satamazsınız, kimse almaz.

      Aslında, o gece bir türlü uyku tutmadı, gözümüzü kapatamadık, gecenin bir vaktine kadar düşündük. Kirpiklerimiz kavuşmadı ve döndük durduk. Bibiajar hakkında, onun söylediği şarkılar hakkında, yepyeni “Mersedes Benz”in sahibi hakkında ve çuval çuval para hakkında düşündük durdu. Maceraya dolu bir rüya görüp uykumuz uyku olmadı. Rüyada hepimiz bağrışıp, kimimiz şapan, kimimiz takke, kimimiz lastik çizme ile kalın halat satıyormuşuz. Fakat onları alan kimse yoktu. Hepsi başlarını sallayarak: “Bunlar ufak tefek şeyler. Onu ne yapacağız” diye gülüşüyorlar. Sadece Şerali’nin elinde bulundurduğu Hint çayını kapış kapış satın alacaklar gibi…

      Şafak sökmeden önce, sülük gibi parlayan “Mersedes Benz” köyümüzden uzaklaştı. Onun içinde Bibiajar vardı. Vedalaşamadık bile. Ayrıca o da bizi istemeye istemeye bırakarak gidiyordu. Belki de onunla bizzat vedalaşmamamız da doğru mu, bilemiyoruz? Eminiz, o bizim Şavli’ye yine gelerek, akşamın alacakaranlığını şarkıyla büyüler mi, söyler mi yine acaba…

      Bir süre sonra dümdüz bozkırda küçük bir köyün “kendi kendine yürüyen hayvanları” toynaklarını tokurdatarak yaylaya doğru yöneldi.

Çeviren: Ufuk Tuzman

      BAHT KUŞU

      Birinden sonra diğeri, hızlıca ve ardı sıra geçen o bir iki gün gerçekten de diğer günlerden farklı ve unutulmayacak kadar özeldi. Ondan sonraki şu suyu çekilmiş derya misali, yavaşça akıp gitmekte olan yılların o denli önemi de yoktu…

* * *

      Öğleden sonra, masanın üzerinde dağınık hâlde yatan kâğıtlarını toplayıp bir kısmını eve götürüp koymak için çantasına yerleştirerek tam yerinden kalkmıştı ki telefon çaldı.

      – Efendim.

      – Merhaba, Murat Bey’le görüşecektim, -dedi nazik bir kadın sesi.

      – Benim, dinliyorum.

      O, herhalde aradığı kişiye birden ulaşabileceğini düşünmemiş olacak ki biraz duraksadıktan sonra:

      – Merhaba, diye tekrarladı. – Hmmm… Kusura bakmayın, ben sizin memleketten bir kız kardeşinizim.

      – Aaa!

      – Koytaş’tanım.

      – Yerlisi misin? -dedi birden başka söz bulamayarak.

      – Yerlisiyim.

      – Kimin kızısın?

      – Kayrolla’nın.

      Herhâlde tanımadığı biriydi, hatırlayamadı.

      – Tanımazsınız… Tren yolunun öbür tarafında oturuyoruz, -dedi, onun hatırlamaya çalıştığını hissederek.

      – Evet, köyden ne zaman geldiniz?

      Telefondan nazik bir gülme sesi duyuldu.

      – Çooook önce gelmiştim.

      – Aaa…

      – Ağabey!

      – Efendim!

      – Ben sizi misafir olarak davet etmek istemiştim.

      – Hayret, önce… Ağabeyinin kız kardeşini davet etmesi gerekmez miydi?

      – Ya ağabey, nasıl davet edeceksiniz?! -dedi kız nazlanarak. – Siz beni tanımıyorsunuz ki. Bense sizi biliyorum.

      – Hmmm.

      – Sizi, yarın akşam saat yedide “Baht Kuşu” lokantasının önünde bekleyeceğim.

      – Ta-tamam…

      – Yarın görüşmek üzere ağabey!

      “Bu ilginç bir davet oldu ama…” -dedi ahizeyi tekrar yerine koyarken. – Lokantaya… “Baht Kuşu” denilen… Bu, şu… Şehrin dağ tarafındaki çok lüks lokanta var ya. Zengin bir kız kardeş herhâlde… Koytaş’tanım diyor… Ooo, ben köye gitmeyeli ne zaman… İlginç…