Eşref-i mahlukat olan insanı diğer canlılardan ayıran özelliğin “akıl” olduğunu belirten Eric Fromm, hayvanlardaki içgüdüsel sevginin yerini insanda “doğa ile uyum”dan aldığını belirtir (s. 17). Bir başka ifadeyle “insanın yaşam sanatı”nın adını “sevgi” veya “sevmek” olarak kuramsallaştırır. Sevmek bir fiil veya eylem olduğuna göre eylemin yöneldiği veya etkilediği bir “nesne”nin de bulunması gerekir. Yazar sevme eyleminin nesneleri arasında çocuğun “anne sevgisi”ni de irdeler.
Anne sevgisi, her ne kadar “çocuğun gereksinmelerinin koşulsuz karşılanması” (s. 54-55) olsa da annenin bu sevgiyi kazanmak için yapması gereken başka şeyler de vardır. Mesela çocuğa “yaşama sevincini” veya “yaşama sevgisi”ni aşılamasıdır. Çocuğun babasını, kardeşini, kendisini ve/ veya Tanrı’yı yani kendisini yaratanı sevmesi de büyüme süreci içinde öğreneceği, çaba göstereceği nesnelerdir.
Rus yazar Maksim Gorki’nin Ana romanı Sovyetler Birliği’ne giden yolda önemli bir iletişim kaynağı olmuş, sadece 1905’teki Rus Devrimine ilham olmak veya taraftar toplamakla kalmamış, daha sonraki Sovyet Dönemi’nde de pek çok yazara “ana” konusunda roman yazmaları için ilham kaynağı olmuştur.3
Fotograf 1: Tölögön Kasımekov’un Kurmancan Datka oyunundan sonra. Bişkek 2005. Orhan Söylemez’in özel arşivinden.
Gorki’nin Ana romanı, aslında kocası ölene kadar ondan dayak yiyen annesini ihtilalci fikirlerle dolduran ve aktif olarak ihtilal için çalışmaya teşvik eden oğlu Pavel’in romanıdır. Sosyalizmin temel fikirlerini bu romanda işleyen Gorki, 1905 öncesi Rus toplumunda ezilen işçi sınıfın perişan halini anlatır. Romanda ana ve oğul iki önemli karakter olarak okuyucunun karşısına çıkar. Güçlü bir kadın karakter olan anne Pelageya Nilovna, başlangıçta her ne kadar ürkek ve ezilen bir kadın olarak betimlense de sonraları güçlü ve mücadeleci karaktere bürünür. Onun oğluna ve onun arkadaşlarına olan sevgisi ve onların davalarına tam desteği ile yazarlara ilham kaynağı olmuştur. Mesela Kazak yazar Gabit Musirepov bu ilham ile 10’dan fazla “anne” temalı hikâye yazmıştır.4 Bu hikayelerin hepsinde hem “anne sevgisi” hem de “anne saygısı” önemli yer tutar.
Asrın başında (1902) doğan, 1917 Ekim ihtilali döneminde ilkokula başlayan ve Rus mekteplerinde okuyan roman ve hikâye yazarı Gabit Musirepov, doğal olarak Rus kültürünün ve dilinin tesiri altında kalmış, sosyalizmi benimsemiş ve eserlerinde işlemiştir.5 Ulpan romanı ile Kazak kadınlarının hayatını anlatan Musirepov, Ana Turalı Eñgimeler kitabında da “anne” temalı hikayelerini bir araya getirmiştir.6 Bu kitapta “İnsanlığın annesi”, “Ölümü yenen anne”, “Annelerin annesi”, “Çilekeş anne”, “Annenin arabuluculuğu” gibi uzun hikayeleri vardır. Musirepov bunlarla yetinmemiş ve II. Dünya Savaşı yıllarında “Kahraman anne” ve “Aklima”yı yazmıştır.
Özellikle bu hikayeler Gorki’nin Ana romanının birebir tekrarları gibidir. Mekân ve karakterler farklıdır, ana karakter annenin kahramanlıkları anlatılarak yüceltilmiştir. “Anne” hikayesi Kırgız yazar Tölögön Kasımbekov’un kısa yazılarından bir tanesidir.
Yazar Kasımbekov ilk eseri Yılkıcının Oğlu’nu 1956’da 25 yaşında iken yazar.7 Küçük yaşta babasını kaybetse de çocukluğunda onun ve arkadaşlarının oluşturduğu edebiyat ortamlarında bulunmuş ve babasının okuduğu halk hikayelerinin etkisi altında kalmıştır. Araştırmacı Samet Azap’ın tespitine göre “ilk eseri ‘‘İnsan olmak istiyorum’’ öyküsü yazarın kendi hayatından izler taşır. Öykünün başkişisi Asıl, üniversiteye başvurup kazanamayınca köyüne döner. Yazarın aynı yıl yazdığı ‘Yetim’ öyküsü de küçük yaşta yetim kalan Kasımbekov’un bilinçaltının dışa vurumudur.”8
“Anne” hikayesi Kasımbekov’un henüz yeni kalem oynatmaya başladığı dönemlerde yazdığı öykülerden biridir. Tölögön Kasımbekov üzerine çalışmaları ile tanınan Samet Azap’ın ifadesiyle yazar öykülerinde “anne”yi kutsallaştırmaktadır. Bunun sebebini de çok büyük tahribat yapan İkinci Dünya Savaşı’nın bitimi ve yıkımıyla birlikte eşini de kaybeden “kadın”ın zor şartlar altında çocuklarını yetiştirmek için mücadele vermiş olmasıdır. Bu durum yalnızca Kasımbekov ve onun annesi için değil, aynı kaderi paylaşan pek çok Kırgız kadınının da yaşadığı zorluklardır. Büyük Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un annesi Nagima da hem savaş yıllarında hem de savaş sonrası yıkıntılar içinde çocukları ile baş başa bütün zorlukları göğüslemek zorunda kalmıştır.
“Anne” hikayesi Tölögön Kasımbekov’un 1958’de yazdığı ilk öykülerinden biri.9 İki yıl önce yazmaya başladığını ve 1956’da yayınladığı altı hikâyeden iki yıl sonra kaleme aldığı dört hikâyeden biri. Kaleminin yeni yeni ustalaşmaya başladığı dönem. “Akılsız çocuğunun olması yerine dışarıda diktiğin ağaç daha iyidir” ana fikrine uygun olarak yazılmış bir öykü. Yazar bu düşüncesini isimsiz kahramanına öykünün son cümlesi olarak söyletiyor.
Yazar kendisini “isimsiz” bir kahramanın arkasına gizleyerek basit ama derin bir olayı öykülüyor. “Tanrısal bakış açısı” ile yazar anlatıcı olaylara hâkim bir anlatış tarzıyla olayları öykülüyor. Ben anlatıcı bakış açısı öyküye “daha samimî” bir hava ile birlikte “yaşanmışlık duygusunu” artırıyor. Burada da yazar Kasımbekov öykünün anlatıcı kahramanına annesi ile birlikte yaşadıkları savaş yılları ve sonrasındaki olayları birinci ağızdan anlattırıyor. Cengiz Aytmatov gibi—her ne kadar aynı olmasa da—küçük yaşta yetim kalıyor. Özellikle savaş yıllarında cephede kaybettikleri babalarının yokluğunu ve annenin çocuklarla birlikte çektiği sıkıntıları geri dönüşlerle “anne” figürüne anlattırıyor.
Dünyaca tanınmış Kırgız yazar Cengiz Aytmatov da Toprak Ana romanında Tolganay karakteri ile savaş yıllarında cephe gerisinde yaşanan sıkıntıları anlatmıştı. Aynı kaynaktan beslenen, aynı coğrafyanın ve aynı ülkenin havasını teneffüs eden Kasımbekov da savaşın yıkımından söz açıyor. “… O zamanlarda eşi orta yaşlardaymış, başka erkekler gibi o da savaşa hazırlanmıştı.” (s. 215) Kadının kocası memleketini, ailesini korumak için gittiği cepheden geri dönmez. Aslında kaderini savaşa gitmeden önceden gören koca, eşine ağır bir sorumluluk yükleyerek gider: “Çok zorluklar geçirirsin, gayretli ol, yaşamını sürdür. Çocuklara iyi bak, eğitim ve terbiyeden maruz—burada çeviride yanlışlık yapılmış; kelime mahrum olması gerekiyordu—kalmasınlar” demişti (s. 215). Kadın eşinin bu vasiyetini yerine getirir, çocuklarını okutur ve onları meslek sahibi yapar. Yok olmanın eşiğinden dönen ailenin yeniden yaşama tutunduğu yıllardır bu yıllar ve bu hayata tutunmanın getirdiği mutluluk kadının