Gezip görmek insanın ufkunu açacak yerde gördüğüm güzelliklerle bizdeki garabetleri karşılaştırıyor ve işte böyle öfkelenip derdimi satırlara döküyorum. Sahi, sık sık yurt dışı seyahatlere çıkan yerel ve genel yöneticilerimiz acaba benim gördüklerimi görmüyorlar mı ya da gördüklerinden ders alıp hiç değilse kopya etmeyi de akıl edemiyorlar mı? Ne dersiniz?
Çevre Bilinci
Sonra, Çırçık nehrinden alınan ve Taşkent’in içinden geçirilen su kanalları… Burada sözüm, yöneticilerimizle birlikte kendi insanımıza… Şehrin ortasından geçen su kanalında bir çöp, bir kâğıt parçası, bir pet şişe vb. atık olmaz mı? Özellikle baktım, defalarca baktım, göremedim. Peki, bizde neden öyle değil? Bizde otomobillerde içilen sigaraların kül tablaları, içilen suların şişeleri, yenen meyvelerin artıkları neden yollara dökülüp saçılır? Denizlerimiz, göllerimiz, akarsularımız neden çöplük gibi kullanılır? Avrupa’da ve işte Ortaasya’da sürücüler yayalara saygı gösterirlerken bizde neden yol hakkının hep kendilerinde olduğunu düşünürler?
İşte böyle efendim; gezip görmenin bir alameti olmalı, insana bir şeyler katmalı, kazandırmalı ve yerine göre iğneyi başkasına batırırken çuvaldızı da kendimize batırmayı bilmeliyiz. “İyi de, oralarda eleştirilecek hiç mi bir şey yok?” Var elbette: Öncelikle ve özellikle tuvalet kültürü! Hem en modern, en medeni bildiğimiz Avrupa’da, hem Balkanlarda, hem Ortaasya’da, hem İran’da ve hem de Arap ülkelerinde bu konuda en ileri, en modern, en medeni ülke Türkiye, en dikkatli insanlar da bizim insanlarımız, onda hiç ama hiç şüphe yok. Allah’a şükür evlerimizde, işyerlerimizde, otellerimizde bulunan klasik (Alaturka) ve modern (Alafranga) tuvaletlerimizde musluklar, lavabolar ve bütün dünya ülkelerine fark attığımız taharet musluklarımız var. Klozetlere konan taharet musluklarını ilk defa kim akıl edip uygulamışsa İnşaallah Cennetliktir. Türkiye’ye gelip giden Müslüman – Hıristiyan ülke yetkilileri, özel teşebbüs temsilcileri bizdeki bu uygulamayı neden alıp uygulamazlar acaba? Yoksa onlar da bizimkiler gibi yalnızca turistik gezi mi yapıyorlar, bilemiyorum!
Beni çok rahatsız eden bu konuyu not düştükten sonra Özbekistan’da Merhum Kerimov’un gayretleri ile son yıllarda gerçekleştirilen yenileme çalışmaları ile birlikte bazı türbe ve camilere bu sıkıntıyı giderecek modern lavabolar ve tuvaletler yapıldığını şükranla karşıladığımızı da belirtmeliyim.
Söz Bir İncidir ki…
Litvanya Cumhurbaşkanı’nın ziyareti dolayısıyla Taşkent programımız aksasa da gezip göreceğimiz yerlerde takdim – tehir yaparak amacımıza ulaşmaya çalıştık. Ali Şir Nevai Caddesi’nden geçerken ve cadde üzerinde kendi adına açılan Kütüphaneyi görünce O’ndan söz etmemek olmazdı. Türkçe’nin Çağatay lehçesinde eserler veren bu ünlü simanın kaleme aldığı ve Farsça ile Türkçe’yi karşılaştırdığı Muhakemetü’l Lügateyn isimli eseri ve divanları oldukça ünlüdür. “Nazım Bahçesi’nin Şakrak Bülbülü” olarak nitelendirilen Ali Şir Nevai’ye göre “Söz bir incidir ki onun denizi gönüldür ve gönül bütün anlamları kendisinde toplar” ve “Gönülden söz incileri çıkarma şerefine erenler (Yazarlar – şairler) de bu işin mütehassısıdırlar”
Nevai’nin, “Gönülden söz incisi çıkaracak” olanlara tavsiyelerinden birkaçı şöyle:
“…Türk ve Fars dilleri arasındaki kusursuzluk veya noksanlık bakımından çok büyük farklar vardır. Söz ve ibarede, kelimelerin anlam ve kavramında Türk Fars’tan üstündür. Türk’ün öz dilinde öyle incelikler, güzellikler, sanatlar vardır ki İnşaallah yeri geldikçe gösterilecektir…”
“…Fars dili yüksek ve derin konuları anlatmada yetersizdir. Çünkü Türkçe’nin oluşumunda ve konularında pek çok incelik, özgünlük vardır. İnce farklar, en aşırı kavramlar için bile kelimeler yaratılmıştır ki ancak bilgili kimseler tarafından açıklanabilir.”
“…Türk’ün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak Farsça şiirler söylemeye özeniyorlar. İyi ve etraflı düşünseler Türkçe’de bu kadar genişlik ve zenginlik durup dururken bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin daha beğenilir olacağını anlarlar.”
Aslında değişen bir şey yok tabii… Gençler, siyasiler, sade vatandaşlar, esnaf şimdi de İngilizce’ye özeniyorlar.
Ali Şir Nevai Kütüphanesi’nin ardından modern Kongre Sarayı Marifet Merkezi’ni de gördükten sonra bir sürprizle karşılaşıyoruz: Karşımızda Atatürk Caddesi! Bu cadde taşıt trafiğine kapalı ve adeta bir sanat galerisi gibi. Ressamlar, müzisyenler, el sanatları ile uğraşanlar eserlerini sergileyip satış yapıyorlar.
Taşkent’te dikkatimizi çeken bir şey var: Minare göremiyoruz! Rehberimiz, “Mahalle camilerinde minare olmadığını ve ezanın içeride okunduğunu” söyledi. Nitekim Ortaasya’ya has minareyi ikindi vaktine doğru gittiğimiz İmam Külliyesi’nde gördük ve daha sonra ezan sesi de duyduk.
İmam Külliyesi geniş bir alana yayılmış ve oldukça etkileyici. Hele içeride Hz. Osman’ın derlediği el yazması Kur’an-ı Kerim’in orijinalini görünce etkilenip duygulanmamak mümkün değil. Emir Timur bu muazzam ve bir eşi daha bulunmayan Kur’an nüshasını 1401 yılında yani hüzünle andığımız o Ankara savaşından bir yıl kadar önce Bağdat’tan alıp Taşkent’e göndermiş. Ardından Rus Çarları tarafından Rusya’nın değişik yerlerine götürüldükten sonra Özbekistan SSCB Özerk Cumhuriyeti olarak ilan edilince 1924 yılında tekrar Taşkent’e getirilerek sergilenmiş. Ne yazık ki bu arada 11 sayfası çalınmış ve kayıp. Sonra, dünyanın çeşitli yerlerinde basılan Kur’an-ı Kerim nüshalarının sergilendiği bir vitrin önüne geçiyoruz. Gözlerimiz haliyle Türkiye’den gönderilen bir Kur’an baskısı arıyor ve bir özel yayınevince basılan nüshayı görüyor, Diyanet İşleri Başkanlığınca basılan bir nüshanın da orada olması gerektiğine hükmederek ayrılıyoruz. Devletimiz ve dolayısıyla resmi kurumlarımız nedense bu konulara önem vermiyorlar. Yıllar önce Azerbaycan’da -konu farklı olsa da- benzer bir durumla karşılaşmıştım.
Dostlarla birlikte “Azerbaycan Musiki Medeniyeti Devlet Müzesi”ni gezerken Tarih boyunca Azerbaycan başta olmak üzere çevredeki Türk ellerinde kullanılan musiki aletleri ve konu ile ilgili yayınların bir düzen içerisinde sergilendiğini görmüş ve gözlerimiz yine Türkiye’den gönderilen müzik aletlerini aramıştı. Durumu müze sorumlusu Şahla Hanım’a sorduğumuzda saygılı ve alçakgönüllü bir ifade ile: “Aynı kültürü temsil ettiğimiz için gerek görülmemiştir” deyivermişti ama öyle olmadığı apaçık ortada idi.
Sonraki durağımız Taşkent Pazarı oldu…
Taşkent Pazarı oldukça geniş bir alana yayılmış ve üç ana bölümden oluşuyor: Bir sanat eseri olan devasa bir kubbe altında kurulan Et Pazarı, bizdeki çardaklı pazarlar misali alanlarda kurulan Kuru Gıda, Kuru Yemiş Pazarı ve Sebze Meyve Pazarı.Ayrıca bu pazarların hemen yakınında hediyelik eşya ve özellikle ipekli ürünler satan dükkânlar, mağazalar.
Alper Tunga öldi mi/Ödlek öcün aldı mi/Issız acun kaldı mi/Emdi yürek yırtılur
29 Mayıs sabahı Semerkand’a gitmek üzere Taşkent Tren İstasyonu’ndayız. Yolculuk yapacağımız hızlı trenin adının Afrosiyab (Alper Tunga) olduğunu öğrenince lise sıralarında okuduğumuz Alper Tunga Destanı’nı hatırlayıp heyecanlandık. Alper Tunga aslında, şimdiki Özbekistan topraklarında yaşayan bir Türk kahramanı. Farslarla savaştığını ve hemen hiç