Başka bir deyişle, “Suç ve Ceza” kavramı, insan toplumunda genişlemeye başladığı andan bugüne kadar suçsuz bir toplum inşa etme konusu, her zaman güncel bir mesele olmuştur. İnsan, kendi toplumunu güçlendirmek için iki önemli alana odaklanmıştır: Birincisi suça neden olan koşulları ortadan kaldırmaktır, ikincisi, suçluya adil davranmaktır. Suçu önlemek kadar, suçun kovuşturulmasında adil bir tavır sergilemek de büyük bir öneme sahiptir. İster ayrı ayrı insanlara, ister halklara isterse de ülkelere karşı işlenen suçların ortaya çıkartılmasında ana konu adaletsizliktir. Adaletsizlik suçluyu destekler, suça meyilli olanları teşvik eder. Ermeni devletinin işgal politikasını, komşu memleketlere karşı asılsız iddialarını, dostane komşuluk düşüncesinden uzak olmasını, Ermeni saldırganlığı ve Ermeni terörünü doğuran tek bir sebep vardır, dünyadaki adaletsizliği besleyen çifte standart…
1.
ERMENİLERİN ALDIĞI “ÇALIŞIN” TALİMATININ YARATTIĞI TÜRK DÜŞMANLIĞI
1.1. OSMANLI İMPARATORLUĞU’NA TUZAK: SÖZDE “ERMENİ MESELESİ”
“1876 yılında, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan hemen önce, Ermeni Patriği Nerses Varcabotyan, İngiltere Büyükelçisi Elliot’la görüşerek Balkanlar’da Osmanlı’ya karşı ayaklanan milli azınıklara tanınan hakların aynen Ermenilere de verilmesini istedi” 3
“Ermeni Meselesi” Ermenilerin değil, Osmanlı İmparatorluğu’nda çıkarları çatışan İngiltere ve Rusya’nın davası olarak ortaya çıkmıştır.” 4
“Osmanlı Ermenilerinin arkasında sadece Rusya değil, İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya ve İtalya da vardır.” 5
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasında ve topraklarının pay edilmesinde menfaatleri olan büyük güçler tarihin uzun zaman diliminde çok yönlü faaliyetler gerçekleştirmişlerdir. Bu konuda büyük devletler askeri güçleri, sosyal yardımları, diplomatik misyonları ve diğer yöntemleri kullanıyorlardı. Söz konusu çalışmaların içinde en güçlü ve ürkütücü olanı ise Ermeni toplumunun Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kullanılması programının uygulanması yöntemi idi. Ermeni milliyetçileri ve din adamları da büyük güçlerin onları Osmanlı’ya karşı kullanmak niyetlerinden faydalanarak kendilerine milli devlet kurmayı hedeflediler. Bu amaçla da XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızla organize olmaya başladılar. Tabii ki, ilk başta devlet kurmak için gerekli olan kaynaklar temin edilmeliydi. Bu doğrultuda yürütülecek faaliyet alanlarını belirlemek ve onların uygulanması konusunda Ermeni din adamları dışında ikinci bir güç yoktu. Ermeni papazları Osmanlı üzerinde özel çıkarları olan büyük devletlerin faaliyetlerini izleyerek, milli devlet oluşturma konusunda yaşadıkları ülkede, yani Osmanlı Devleti’nde başlatacakları bölücülük faaliyetlerinin kendilerini hedefe ulaştıracak önemli husus olduğu kanaatine varmışlardır.
Bizans İmparatorluğu’nun çöküşü sayesinde Ermeni Kilisesi Bizans Kilisesi’nden ayrılma fırsatını yakaladı. Böylece, Ermeniler için dini inanç özgürlüğü doğdu ve milliyetçiliğin, Ermeni milli burjuvazisinin oluşmasının temelleri atıldı. Bizans imparatorluğu döneminden farklı olarak Osmanlı Devleti Ermenilerin dini özgürlüğüne müdahale etmiyordu. Ermeniler ise bu insancıl davranıştan faydalanarak fazlasıyla milli devlet kurmak hevesine düşmüşlerdi. Osmanlı Devleti’nin hümanist tutumu doğru şekilde değerlendirilmediğinden Ermeni din adamları ve bu toplumu kullanan dış güçler, Osmanlı’ya karşı başlattıkları mücadelede daha sıkı birlik oluşturdular. Bazı tarihi kaynakların verdiği bilgiye göre, 1461 yılından itibaren Fatih Sultan Mehmed’in bizzat emri ile kurulmuş Ermeni Patrikhanesi, Osmanlı’daki bütün Ermenileri temsil etmek hukuku kazanmıştır. Bundan çok sonra ise: 1781 yılında Rum Katolik Kilisesi, 1831 yılında Ermeni Katolik Kilisesi, 1859 yılında ise Ermeni Protestan Kilisesi resmen Ermeni Kiliseleri olarak tanındı ve böylece Ermeniler Osmanlı topraklarındaki dört kiliseye sahip çıktılar ve onların faaliyetlerini birleştirmeye başladılar.6 Bu durumda, Ermeni Kilisesi merkezileşerek bölücülüğe eğilimli bir toplumu Osmanlı’ya karşı yönetmek imkanını kazandı; bu da gelecekte uydurma “Ermeni Meselesi”nin siyasi gündeme getirilmesi için temel oluşturdu. Kilise, kısa bir zamanda Ermenilerin mücadeleye hazırlanması amacıyla Ermeni din adamları için multidisipliner kuruma dönüştü. Fakat XIX. yüzyılın başlarına kadar Ermeni din adamları Osmanlı’ya karşı yürütülen bölücü faaliyetlere açıktan katılmıyorlardı. Çünkü bütün Ermenileri milli devlet oluşturma fikri etrafında toplamak için zemin mevcut değildi. Olgular Ermeni din adamlarının uzun yıllar hangi bölgede devlet kuracakları konusunda kesin karara varamadıklarını kanıtlıyor. Daha doğrusu, Ermeni devletini kurmak için uygun toprak yoktu. Bunun için kim onlara toprak verecekti ki? Ermeni din adamları, milli devlet kurmak için Balkanlarda kendilerine toprak ayrılacağını iddia ediyorlardı. Ermenilerin Karabağ’a yerleştirilmesinin tarihini, siyasi amaçlarını ve yaptıkları bölücülük hareketlerini analiz eden uzmanlar haklı olarak “‘Eski’ kelimesinin Ermenice izahının yaklaşık 200 yıl yaşı olduğu” gerçeğini kabul ederler.7
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra savaşan taraflara toprak tahsisi tartışılırken, Paris Barış Konferansı’nın önde gelen tarafları oybirliğiyle: Ermeni devletinin kurulmasındaki en büyük sorunun, bu toplumun hiçbir yerde yoğun nüfus olarak yaşamamasını görüyordu. Genel olarak Ermeniler, yukarıda belirtilen tarihe kadar diğer güçlerin elinde bir araç olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda çıkarları olan büyük güçlerin bunları kullanmasının nedeni budur. “Ermeni tarihini incelerken, Ermenilerin sürekli çevrelerindeki güçlü devletlere bağımlı oldukları, ancak sistematik bir şekilde “Onlara ihanet ettikleri” Rus yazar Veliçko’nun anlatımıyla anlaşılmaktadır.8
Aslında normal mantıkla açıklayabiliriz ki genetikte hain bir karaktere sahip olmayan bir toplum, ekmeğini yediği, suyunu içtiği, kıyafetlerini kullandığı insanlara karşı kolayca isyan edip o halkın kanını kolay kolay dökemez. Çok sayıda arşiv belgelerinden bilinmektedir ki, Ermeni din adamları kendi ihanet hizmetlerini büyük güçlere kendileri teklif ettiler. Onları bu ihanet makinasının direksiyonuna geçmek için kimse zorlamadı.
Bu konuda geniş bilgi vermeden önce şunu tekrar olarak belirtmek gerekir ki, Ermeni din adamları ve milliyetçileri Çar Rusya’sı ile Kaçar Hanedanlığı9 arasında Gülistan ve Türkmen-çay Antlaşmaları imzalanana dek Avrupa’ya yakın arazilerde devlet kurmak arzusu ile yaşıyorlardı. Dolayısıyla, birkaç bölge gözden geçiriliyordu. Bunların içinde şimdiki Yunanistan ve Bulgaristan’ın bulunduğu araziler de vardı. Her hâlükârda Ermenilerin devlet kurmak için göz dikdikleri tüm bölgeler Osmanlı topraklarına dahil veyahut bu devlete komşu coğrafya idi. Fakat Gülistan ve Türkmençay Antlaşmaları’nın imzalanması durumu değiştirdi. Bu antlaşmaların imzalanmasından sonra ise Ermeniler Kuzey Kafkasya topraklarına, İdil ve Don10 nehirlerinin kıyılarına göz dikmeye başladılar. Ermenilerin Rus topraklarına duydukları iştah, bambaşka ve geniş kapsamlı olduğu için bu konunun üzerinden bir daha geçmemiz gerekiyor.
Görüldüğü üzere Ermeni milliyetçileri