Bavulları el arabasına yerleştirirken kızımın olmadığını fark ettim. Çok korkmuştum. İçimde derin bir acı hissettim. Eşimin yokluğundan sonra bir de kızımın yokluğuna dayanamazdım. Telaşla sağa sola bakındım. Onu kafeteryanın yanında çikolata ve şekerlemelere bakarken gördüm. Koşarak yanına gittim.
“Benim yanımdan ayrılma demedim mi?”
“Anne sadece çikolatalara bakıyordum.”
“Bir daha sakın yapma!”
Onu el arabasının üstüne oturttum ve işlemler için sıraya geçtik. Bagaj işlemlerinin ardından uzun bir koridor geçip, hostesleri selamladıktan sonra uçağa bindik.
Yerimiz arka taraftaydı. Elimdeki çantaları üst rafa yerleştirirken kızıma bir şey isteyip istemediğini sordum. O “sadece uyumak istiyorum anne.” diye cevapladı. Bende “Peki kızım hadi sen minik ayıcığınla uyu. Üstünüzü örtüyüm.” dedikten sonra onların yattığından emin olarak yandaki boş koltuğa geçip uzandım.
Kalktığımda Ayşen yan koltukta yoktu. Ayıcığı duruyordu ve o olmadan hiçbir yere gitmezdi fakat kızım yoktu. Önce telaşlanmadım. Sonuçta uçağın içinden nereye gidebilirdi ki. Yandaki yolculara sordum. Kimse kızımı görmemişti. Etrafa bakındım yoktu. Artık telaşlanmaya ve korkmaya başlamıştım. Hosteslere dönerek “Kızımı bulamıyorum lütfen anons yapar mısınız?” diye ikaz edince yanıma gelen kıdemli hostes “Tamam yapalım” dedi. Fakat hiçbir netice çıkmadı. Bu sefer dedim ki “Uçağı aramanız lazım.” Hostes ise “Bu imkânsız. “Bu kadar kişiyi rahatsız edemeyiz. Lütfen yerinize dönün.” derken durumu kaptana iletmelerini rica ettim. Kısa bir tereddütten sonra söylediğimi yaptılar. Bir süre sonra pilot yanıma geldi ve durumun ne olduğunu sordu. Kızımı bulamadığımı söyledim. O ise “Bu mümkün değil” dedikten sonra yolcu listesini istedi. Yolcu listesinde kızımın ismi görünmüyordu. Sanki uçağa hiç binmemişti. Bana dönerek “Kızınız listede yok. Uçakta on altı çocuk var ama kızınız yok.” Bense “Nasıl olur bütün hostesler gördü.” dedim. Bunun üzerine kaptan hosteslere sorduğunda hiç biri net bir şey söylemedi. Bu sefer arka taraftaki yolculara sordu. Onlar da görmediklerini söylediler.
Etrafımda nasıl bir oyun oynandığını anlamaya çalışıyordum. Niçin böyle bir şey yapıyorlardı bilemiyordum. Pilota “Mutlaka kızımı aramalısınız. Yoksa sizi şikâyet ederim.” diye çıkışınca “Siz yerinize dönün biz gerekeni yaparız.” dedi. Ben yerime oturduktan sonra anons geçildiğini duydum. Kızımı aramaya başlamışlardı. Fakat bütün bu aramalardan bir sonuç çıkmadı. Artık daha fazla bekleyemezdim. Hosteslere bu uçağı çok iyi bildiğimi bu yüzden kargo ve kontrol panelleri bölümüne de bakmalarını istedim. Onlarsa diğer yolcuları rahatsız ettiğimi ve ısrarla yerime dönmem gerektiğini söylüyorlardı. Çaresiz tam yerime dönüyordum ki o ara kaptanın bize doğru geldiğini gördüm.
“Bayan Ceyda Gökçen, siz Türk Hava Yollarında başmühendismişsiniz ve istifa etmişsiniz. Doğru mu?”
“Evet doğrudur. Neden soruyorsunuz.”
“Bir ay önce bir trafik kazasında eşinizi kaybetmişsiniz.”
“Evet, ama neden sorduğunuzu anlamıyorum”
“Eşinizle birlikte bir kişiyi daha kaybetmişsiniz.”
“Hayır, sadece eşimi.”
“Bayan kızınız bu uçağa hiç binmedi. Zaten bu imkânsız. Çünkü o kazada eşinizle birlikte kızınızı da kaybetmişsiniz.”
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi 16.03.2014)
TURUNCU SALINCAK
Ankara’da güneşli bir bahar sabahıydı. Yeni açmış çiçekler renkleriyle hünerlerini gösteriyorlardı. Hava o kadar güzeldi ki insanın umutlanmak için birçok sebebi olabilirdi. Fakat Anıttepe’de bir parkta bütün bu cıvıl cıvıl ortama inat Aziz hüzünlü bir şekilde oturuyordu.
Gözlerini hiç ayırmadan sanki hipnoz olmuş gibi turuncu salıncağa bakıyordu. O ara küçük bir kız çocuğu koşarak salıncağa yaklaştı ve tam otururken “Hayır hayır” diye Aziz’in bağırmasıyla irkildi. Kızın annesi yanına geldi.” Gel kızım biz diğerine binelim.” derken delikanlı da bir tuhaflık olduğunu fark etmişti.
Aziz arada bir kendi kendine “ah keşke, keşke söyleseydim.” diyordu. Söyleyemediği tüm sözcükler sanki gözlerine dolmuş ve şimdi gözyaşları olup akıyorlardı. Bir süre daha oturdu. Kalkmak üzereydi ki birisinin ona seslendiğini duydu. “Hey Aziz ne haber .” Bu çocukluk arkadaşı Hayri’den başkası değildi. Gözyaşlarını sildi ve sadece “ Hiç” diyebildi. Arkadaşı da durumundaki garipliği anlamıştı.
“ Sen iyi misin?”
“Maalesef Sevcan ablamı kaybettik.”
Hayri ile Aziz birlikte büyümüşlerdi. Anıttepe’deki bu parka çoğu zaman beraber gelirler, ablası her ikisiyle de yakından ilgilenirdi. Onlar oynarken Sevcan turuncu salıncakta sallanır ve onları izlerdi. Canları toz helva veya macun çektiğinde ablaları hemen bu isteklerini yerine getirirdi. İkisi de çocuk halleriyle bu ilgiden ve şefkatten çok memnundular. Hayri her fırsatta “Sevcan abla ben seni çok seviyorum.” demesine karşın Aziz, ketum tabiatından dolayı bunu kendine saklardı. Ama bu güzel genç kız her ikisinin de yanaklarını okşar ve “ben de sizi çok ama çok seviyorum.” derdi. Ablaları sayesinde ikisi de çok güzel bir çocukluk geçirmişlerdi. Fakat artık o yoktu.
Hayri bir şey söylemeden Azizin yanına ilişti. Şimdi o da gözlerinden akan yaşlara mani olamıyordu. Bir süre konuşmadan oturdular. Sonra sessizliği bozan Hayri oldu.
“Çok erkendi.”
“Her ölüm erkendir. Keşke burada olsaydı.” derken Aziz’in içinden bir şeyler kopuyordu. Ablasıyla birlikte hatıralar da yok olmuştu. Artık kendini parkta koşup oynayan o afacan çocuk gibi hissedemiyordu. Bu ölümle birlikte elinden hem çocukluğu hem de ablası çalınmıştı. Hayatın ona bahşettiği koruyucu meleği artık yaşamıyordu. Ama en kötüsü ona ne kadar çok sevdiğini söyleyememişti. Bu öyle bir duyguydu ki Azizin yüreğini acıtıyordu. Sanki biri kalbini eline almış sıkıp duruyordu. Her canı yandığında pişmanlığı daha da artıyordu. Sevcan’nın ölümü ruhunda ve hayatında büyük bir boşluk oluşturmuştu ve bunun telafisi yoktu. Ama yine de son bir şansı var gibiydi. Birden yerinden kalktı.” Hayri gitmeliyim.” dedi. Arkadaşının bir şey söylemesine fırsat vermeden parktan ayrıldı.
Şimdi ablasının kabrinin başındaydı. Elindeki beyaz laleleri mezarın üzerine koydu ve “bu çiçekleri sana sevgimin bir nişanesi olarak kabul et ablam.” dedi. Tam o sırada çıkan hafif bir rüzgâr Azizin yanağına okşar gibi değdi ve bu sessiz mezarlıkta sanki bir ses yankılandı; ”ben de seni çok ama çok seviyorum.”
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi 03.03.2014)
KUZEY YILDIZI
Yoğun iş temposundan dolayı beş senedir yaşadığı New Jersey’de Kuzey Yıldız’ın pek arkadaşı yoktu. Bir pazar günüydü. Evinin yakınındaki spor salonunu aradı ve telefona çıkan bayana üye olup olamayacağını sordu. Kayıt olmak isteğini “Bana yardımcı olabilir misiniz ?” diye iletti. Telefondaki kadın “Ben isminizi not alıyorum. Gelince detayları konuşuruz” dedi. Kuzey peş peşe “Ama bir iki sorum olacaktı. Mümkünse açıklamanızı isteyecektim. Sonuçta ön bilgi alırsam iyi olur.” dedi. Biraz daha konuşmak istiyordu ama bayan” Gelince detayları öğrenirsiniz.” deyip telefonu kapatmıştı.
Mevsim