Kuş Kanadı
Takdim
Kazak edebiyatında öykü anlayışıyla günümüz okurlarının beğenisini kazanan Nağaşıbek Kapalbekulı, söz sanatının usta yazarı olarak özel bir ilgiyi hak etmektedir. Süyinbay Aronulı, Jambıl Jabayev gibi meşhur Kazak ozanlarının manevî mirasını tanıtmak ve gelecek nesillere aktarmak amacıyla birçok araştırma eserlerine imza atan yazar, Kazak tarih ve folklorundan bol bol istifade ederek kaleme aldığı edebî eserlerinde, millî değerleri yansıtmıştır. Hatta Kazak edebiyat ve söz sanatı tarihinde adı geçen ozanlar ile baturların hayatlarını öykü diliyle anlatmıştır.
Yazar, bağımsızlık döneminden önce ve sonra Kazak toplumunda yer alan değişimleri, yaşanmış olayları ustaca resmederek günümüze aktarmaktadır. Sade hayatın, temiz duyguların izlerini eserlerinde barındırarak gönül ferahlatıcı, hatta okşayıcı bir tarzla geleceğe ümitle bakmaya teşvik etmektedir. Öyle ki, hayatın elem dolu karelerine bile olumlu bakarak değerlendirebilmeyi öğretmektedir.
Türk dünyası kültür ve sanatıyla her zaman zenginliğini korumuştur. Manevî değerlerine sahip çıkarak daha çok gelişmeyi, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yükselmeyi hedeflemiştir. Bu açıdan Türk dili konuşan halklarımızın birbirini daha iyi tanıması ve kültürel değerlerini benimsemesi önem arz etmektedir. Özellikle, edebiyat alanındaki çalışmaların farklı dillere çevrilerek tanıtılması kültür diplomasisinin gelişmesine büyük katkı sağlamaktadır.
Değerli Kazak yazarı Nağaşıbek Kapalbekulı’nın birçok öyküleri Türkiye’de sürekli çıkan çeşitli edebiyat dergilerinde, öykü antoloji kitaplarında yayımlanmıştır. Bu kitapta yer alan öyküler okurlarımızın ilgisini çekeceğinden eminiz. Eseri Türk diline çeviren Elmira KALJAN’a ve yayına hazırlanmasında emeği geçen Avrasya Yazarlar Birliği’nin “BENGÜ” yayınevine teşekkürlerimi sunar, bu kitabın okurlarımıza ve öykü severlere yararlı olmasını dilerim.
Takdim
Türk dünyası kültür ve sanatının ayrılmaz parçası olan Kazak edebiyatı, oluşum tarihinden bu yana eşsiz ve emsalsiz ürünler vererek dünya söz sanatının gelişmesine büyük katkılar sağlamaktadır.
Abay, Mahambet, Jambıl gibi zamanları aşan çok değerli söz ustalarıyla çığır açarak Ahmet Baytursınulı, Muhtar Auezov, Beyimbet Maylin, Mırjakıp Dulatov, Mağcan Jumabayev gibi kamet-i balalarla temeli atılan, Gabit Müsirepov, Sabit Mukanov, Taken Alimkulov, Abdicemil Nurpeyisov, Şerhan Murtaza, Mukagali Makatayev, Kasım Amanjolov gibi aydınlarla gelişen, Abiş Kekilbayev, Dulat İsabekov, Beksultan Nurjekeulı, Kabdeş Cumadilov gibi yazarlarla yelpazesini genişleten Kazak edebiyatında, öykücülük geleneğini devam ettiren Kazak yazarı Nağaşıbek Kapalbekulı’nın birbirinden ilginç ve güzel öykülerini bu kitapta sizlere sunmaktayız.
Yazar Nağaşıbek Kapalbekulı ter-ü taze duygularla, samimi hislerle yazar. Karmaşık kurgulardan kendisini uzak tutarak basit bir olaya renk katar, boya çalar, böylece hayatın bir tek karesini insanın bütün bir ömrüne yayarak, alabildiği kadar genişleterek sığdırır. Yani efsaneleştirir, öyküye dönüştürür.
Nağaşıbek Kapalbekulı hayatı boyunca Kazak millî değerleriyle beslenerek millî kültür ve sanatın sesi ile soluğu olmuştur. Kalem erbabı için bu çok önemlidir. O, birçok Kazak ozanının hayatını inceleyerek bu millî değerleri eserlerine başarılı bir şekilde taşımış ve tanıtabilmiştir. Bundan dolayı eserinin Türkiye Türkçesine kazandırılması kardeş Kazak halkını tanıma adına önemli bir çalışma olduğu aşikardır.
Kuş Kanadı, Kazakistan bozkırlarına, yiğit Kazak insanının gönlüne doğru bir çırpınıştır.
Emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
BİR DERİ BİR KEMİK
Arka taraftan nahoş bir koku geliverdi burnuma. İnler gibi sesler çıkaran koca otobüs, sallandıkça koku iyice burnuma geliyor, rahatsız ediyordu. Sonunda dayanamadım ve önümdeki gazeteyi düşürmüş gibi yaptım. Onu kaldırırken dönüp baktığımda, en arka koltukta oturan genç kızı ve delikanlıyı gördüm.
Delikanlı, mezar kaçkını gibi çok zayıftı. Yüzü morumsu bir renkte, gözlerinin etrafı kararmış idi. Yanında oturan, yüzü böbrek biçimli kızın gözlerinde hiç parlaklık yoktu. Yok olmaya yüz tutan, cansız bir taştı sanki. İkisine bakıp “Tamam, bunlar demek ki…” diyerek kızgın bir şekilde yerime oturdum.
Kaplumbağa gibi acele etmeden soluk soluğa hareket eden koca kırmızı otobüs, Korday Geçidi’ni geçtikten sonra oflaya puflaya durunca içindekiler kendilerini dışarıya attılar. Yolcular lokantaya girip yiyecek ve içecek alırken iki genç yolcu, biraz uzaklaşarak sigara içmeye başladı. Seksevil odunuyla kızararak pişen, yağı damlayan şişi iştahla çiğnerken göz ucuyla o tarafa baktım. Yüreğim ağzıma geldi. “Şunlara bak! Sigarayı sırayla ağızlarına alıp nasıl da hevesle dumanını içlerine çekiyorlar. Zavallıların her ikisi de esrarkeş demek. İnsandan köpek olarak doğmuş, çürük, azgın hayvanlar sizi! Acizler sizi!” dedim içimden.
İkili, ağızları kulaklarında lokantaya girdiklerinde, onların sigara içtikleri yere gittim, attıkları izmariti buldum ve ayağımla çevirerek baktım. Eski “Belomorkanal” sigarası idi. “Şerefsizler sizi!” Aniden midem bulandı, yediklerim ağzıma gelmişti.
“Es-rar, es-rar! Şu hayat ne kadar da esrar!”
Çok eskiden yaşadığım korkunç bir anı, gözlerimin önünde dans etmeye başladı.
Askerliğimi Uzak Doğu Rusya’daki Habarovsk ve Vladivostok denen şehirlerin ortasında, Lazo adlı küçük bir mezra yakınlarında, sınır eri olarak yapmıştım. Sınır eri olalı altı ayı geçmişti. Yazın kavurucu sıcak günlerinin birinde, iki er daha katılmıştı bize. İkisi de Moskovalıydı. Valdemar adlı kırmızı burunlu, cılız delikanlı, lezzetli yiyeceklerinden ikram ederek, beni kendine yaklaştırdı, bana samimiyet gösterdi. On dokuz yaşındaydım. Bir tekmeyle demiri koparacak kadar güçlü, o kadar da saf ve dikkatsiz gençlerdendim. Henüz rüyasını bile görmediğim elektrikli tıraş makinesi hediye edince sevinmiştim. Evinden sık sık büyük postalar geliyordu. Kendisine bir şeyler geldiğinde de beni unutmuyor, her zaman bana özel ilgi gösteriyordu. Hep şeker, çikolata türü tatlılar ikram ediyordu. Böylece aramızda bir yakınlık oluşmuştu.
Günlerin birinde ikimiz sınır nöbetinde iken:
“Sizde esrar yetişiyor değil mi?” dedi bana.
Esrar yetiştirme ile ilgili hiçbir şey duymamıştım. Arkadaşımı esrar hakkında bir şey bilmediğime inandırmaya çalıştım.
“Sen arkadaşlarına mektup yaz. Sizin oralara yakın bir ilçe var, orada çok bulunur. Tarladaki ekin gibi çıkan yabani bir ottur. Sana posta ile göndersinler. Parasını veririm. Hatta satar, zengin bile oluruz. Satın alacakları kendim bulurum.” dedi.
Aniden korku düştü içime. O zamanlar esrar, bizim için sadece yurt dışında olabilecek bir şey gibiydi. Esrarkeşliğin illet olduğunu az da olsa duymuşluğumuz vardı ama Kazakistan’da bolca ve rahatça yetiştiğine inanamamıştım. Esrar sözcüğü, kulağıma “cehennem”, “deccal” sözcükleri gibi gelmişti. O andan itibaren ondan uzak durmaya, onunla konuşmamaya, yanına yaklaşmamaya çalıştım.
Sonbahara doğru sınır ordugâhındaki direkleri düzeltme, temellerini sağlamlaştırma ve onarma işi çıktı. Bu iş için gruplara ayrıldığımızda, Valdemar’la ikimiz bir ekip olduk, en dip kısma gönderildik.
Valdemar, bizi oraya bırakanlar ayrılır ayrılmaz, etrafa göz gezdirdi. Sonra kırmızı burnunu ovaladı ve gözleri parlayarak kahkaha attı:
“Yaa, şuna bak! Şu güzelliğe bak! Muhteşem! Şu kayın ağaçlarının bulunduğu alandan bu tarafa kadar esrar yetişiyor. Hadi gel, göstereyim.” dedi. Sağa sola bakmadan, koşarcasına ilerlemeye başladı. Daima uyuşuk bir hâlde, yarı baygın dolaşan adam, sevinçten oğlak gibi zıplıyor, mutluluktan uçuyordu. Yaz sıcağında kavrulmuş ve tomurcukları kurumuş olan uzun uzun bitkileri uçlarından koparmaya başladı. O kadar keyiflenmişti