Akil Abbas
Dolu
Ricam şu; bu eserde kimse bir şey aramasın, çünkü yazılanlar yazar tahayyülünden başka bir şey değildir.
ÖNSÖZ
Türkler, dünyanın en eski ve en köklü kültürüne sahip milletlerindendir ve tarihle yaşıttırlar.
Türklerin dünyada ilk vatan tuttukları yer, merkezi İran sınırları içinde kalan bugünkü Urmiye gölü etrafı merkez olmakla birlikte Doğu-Güneydoğu Anadolu, Kür-Aras ırmakları arası, Dağlık Karabağ sınırlarına kadar giden, Nahçıvan-Kuzey-Güney Azerbaycan topraklarıyla Çatalhöyük’ten Kızılırmak sahillerine kadar uzanan yerlerdir. Orta Asya ise bizim ata vatanımızdır, oralara bu bölgelerden gitmiş vatan yapmış ve bir kısmımız kavimler göçüyle geri dönüp, tekraren kaynayıp karışmışız. Son zamanlarda Nahçıvan, Hocalı-Gedebey bölgesi, Hakkâri vb. yerlerde bulunan arkeolojik buluntular bizim bu tezimizi doğrulamaktadır.
Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesi, içinde bulundukları bölgede yaşayan farklı ulusların dillerinden de etkilenmişlerdir. Azerbaycan Türkçesi özellikle Farsça ve Rusçadan etkilenirken, Türkiye Türkçesi Osmanlı döneminde Arapça ve Farsçadan, ilerleyen dönemlerde ise Batı dillerinden etkilenmiştir. Günümüzde her iki dil de çağın getirdiği zorunluluklar nedeniyle İngilizceden etkilenmeye devam etmektedir.
Dili oluşturan, geliştiren ve onu yaşatacak olan da insandır. Kimliğimizin, kültürümüzün ve tarihimizin bir parçası olan Türkçemiz öylesine geniş bir alana yayılmıştır ki, biz ancak bu coğrafyalardaki yabancı etkisinin azaltılmasıyla onu koruyabiliriz. Ancak bu, dilin ve toplumun uzun zaman diliminde içine sindirdiği yabancı kökenli kelimelerin atılması ya da dile yabancı kelimelerin girmemesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Çünkü bu, yapılması imkânsız ve dilin doğasına aykırı bir durumdur. Dilin de insan gibi yaşadığı, geliştiği ve değiştiği unutulmamalıdır. Yapılması gereken yabancı etkisinin dilin özüne saldırı şeklinde yoğunlaşmasını önlemektir. Kısacası, millî kimliğimizin mührü özelliğindeki dilimize son derece büyük bir kıskançlıkla sahip çıkmalı ve onu yabancı etkilerden korumalıyız. Entelektüel görünmek, bilgiçlik kuruntusuna saplanmak adına, yabancı kelime, terim, deyim ve atasözlerini kullanıp, ulu babalarımızdan bize miras bırakılan güzelim dilimizi ayaklar altına alırcasına aşağılamamalı ve onu katletmemeliyiz. Bunun için de kurumlardan çok toplumun bilinçlenmesi ve dilimize sahip çıkması, yeni nesilleri bu doğrultuda yönlendirmesi gerekmektedir. Dilimiz bize şanlı tarihimizin ve ulu babalarımızın hatırasıdır, bu hatıraya sahip çıkmak ise her Türkün en önemli görevi ve sorumluluğudur. Bu konuda özellikle yazarlara, şairlere ve basın mensuplarına büyük sorumluluk düşmektedir.
1970’li yıllardan beri Güney ve Kuzey Azerbaycan’da sevilen ve çok okunan birçok yazar ve şairi Türkiye okuyucusuna tanıttım. Nesillerin millî ruhunu yok ederek yön vermek isteyen Sovyet Rus İmparatorluğu(toprağı bol olsun)’na büyük darbeler indiren kardeş Azerbaycan’ın büyük şair ve yazarları, Azerbaycan Devleti’nin kurucusu merhum Mehmet Emin Resulzade, Bahtiyar Vahapzade, Memmed Araz, Halil Rıza Ulutürk, Hidayet Orucoğlu, Anar, Nebi Hazri, Memmed İsmail, Rüstem Behrudi, Kamil Efseroğlu, Mevlüt Süleymanlı, Güney Azerbaycanlı Şehriyar, Sehend, Savalan, Ali Azeri, Semed Serdarniya, gibi şahsiyetlerin tanıtılmasında ve eserlerinin Türk okuyucusuyla buluşmasında emek harcadım.
Manen hür olmayan insanlardan ve toplumlardan büyük şahsiyetler çıkaramazsınız; çünkü oradaki nesiller kul psikolojisi ile yetişirler. Azerbaycan sahası her on yılda bir kırılmasına rağmen hep manen hür oldu ve fırsatını bulunca da bağımsızlığını elde etti. Bu yolda büyük emek harcayan devlet kurucuları olan M. E. Resulzadeler, Nesip Bey Yusufbeyliler, Ali Merdan Topçubaşılar, büyük fikir ve sanat adamları Hüseyinzade Aliler, Üzeyir Hacıbeyliler, Ahmet Cevatlar, Hüseyin Cavitler, Mikail Müşfikler, 1937-38 yıllarında başlayan Stalin adlı celladın soykırımından ülkeyi ve halkı çok fazla hasara uğratmadan çıkaran Samet Vurgun gibi şair ve siyaset adamları, onların öğrencileri olan şahsiyetler ne yazık ki, Türkiye’mizde pek fazla tanınmamaktadır.
Aramızda coğrafî ve kültürel birliktelik vardır; ancak bazı farklılıkların olduğu da bir gerçektir. İşte bu farklılıkları ancak birbirimizi çok iyi tanımakla ortadan kaldırabiliriz. Bu tür eserleri hazırlayıp sunmanın asıl gayesi de bu olmalıdır.
Biraz da Türkiye Türkçesi’ne aktardığım eserin sahibi hakkında bilgi vermek istiyorum.
Akil Abbas’ı 1988 yılında eşimle Azerbaycan’a gittiğimde tanıdım. Ailece çok sevdiğimiz ve saydığımız, kendisine “emmi” diye hitap ettiğim Azerbaycan’ın büyük ve görkemli şairi Memmed Araz bizleri o zaman evine konuk ettiğinde Akil Abbas’ı tanımış sevmiştim. Akil Bey’in muhterem eşi İrade hanım Memmed Araz’ın büyük kızıdır. Bizler için tarihî bir anı olan o günü asla unutamam.
Akil Abbas Bey, Azerbaycan’ın füsunkâr beldesi, tarihî toprağı Karabağ’ın Ağdam bölgesindendir.
Akil Abbas, 1953 yılında Ağcabedi şehrinin Bayat ilinin Hacılar köyünde dünyaya geldi. İlk ve orta tahsilini Ağdam’da alarak 1970 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesine girerek buradan mezun oldu. 1976-1977 yıllarında Ağsu bölgesinde öğretmenliğe başladı, 1977-1987 yılları arasında “Elm ve Heyat” gazetesinde muhabir olarak çalıştı.1987-1990 yılları arasında “Sovet Kendi” gazetesinde şube müdürlüğü görevini yürüttü ve 1990-1992 yılları arasında “Edalet” gazetesinde redaktör olarak çalıştı ve 1992 yılında gazetenin bağımsız olarak çıkmaya başlamasıyla birlikte genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Son Azerbaycan seçimlerinde siyasete atıldı ve milletvekili oldu, bu görevini halen yürütmektedir. 1986 yılından beri “Azerbaycan Yazıçılar Birliği”nin üyesidir.
Akil Abbas’ın şimdiye kadar “Evleri Köndelen Yar, En Hoşbeht (Mutlu) Adam, Batmangılınc, Çadırda Üzeyir Hacıbeyov Doğulabilmez, Dolu” adlı eserleri yayınlanmıştır.
Başta “Gızıl Gelem (Altın Kalem)” adlı ödül olmak kaydıyla birçok mükâfat kazanmıştır. 22. 7. 2005 tarihinde Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in imzaladığı kararname ile “Azerbaycan Cumhuriyeti Emektar Gazeteci” ödülüne lâyık görülmüştür. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Akil Abbas, Gözünü budaktan sakınmayan ve en son söyleyeceği sözü en başta söyleyen bir gazeteci, yazar ve siyaset hadimidir. Çok yakından takip ettiğim Azerbaycan edebiyatında, Karabağ savaşlarında Azerbaycan’ın kaybetmesinin gerçek nedenlerini şimdiye kadar Akil Abbas gibi kimse açıkça yazamamış, dile getirememiştir. Bana göre “Dolu” romanı Azerbaycan edebiyatında bir milattır.
Sevgili okuyucum, yapılan bir iş varsa orada mutlaka hatalar da olacaktır. Bu hatalardan kurtulmanın yolu da sizlerin objektif görüşlerinizi ve tenkitlerinizi bildirmenizden geçmektedir. Mükemmele ulaşmanın yegâne yolunun tenkitten geçtiği inancını taşımaktayım ve yapacağınız tenkitlerinizi kendime bir şiar olarak alacağımı bilmenizi özellikle rica ediyorum. Bu sebeple aktarma ile ilgili görüş ve tenkitlerinizi internet adresime yollamanızdan minnettar kalacağımı bilmenizi isterim.
Saygılarımla.
“DOLU” EDEBİYATIN “KARABAĞNAMESİ”DİR Nizami CAFEROV
Savaş edebiyatının özellikle savaş devrinde yazılıp oluşturulması taraftarıyım. Bu düşüncem konuya klâsik bakış açımdır. Biz birinci, özellikle de İkinci Dünya Savaşı devrinde oluşmuş edebiyatı biliyoruz. Neler dendiğinden ve neler yazıldığından haberdarız. Bir de savaş sonrası edebiyat vardır. Artık o savaş edebiyatı değildir, çünkü savaş edebiyatının duygusallığı, olayların kesin değerlendirilmesi, genel esasların belirlenmemesi, vatanseverlik duygularının güçlü, değerlendirmelerin zayıf olması, kısacası savaş konusunda ciddî düşüncelerin bulunmaması, bunun yerine savaşın ritmi, gidişatı, algılanması, hissiyatının yansıdığı edebiyattır. Savaştan sonra oluşturulan edebiyat ise artık savaşı genel çerçevesiyle düşünen, çıkarılan sonuçlara dayayan edebiyattır. Edebiyat burada