“Seni çok özledim hayatım. Keşke sen de yanımda olsaydın da yeni yıla birlikte girebilseydik. Burada yeni yıl için yapılan hazırlıklar öyle gösterişli ki bu ışıltılı ortamı senin de görmeni çok isterdim.” demişti eşi telefonda.
Çalıştığı şirket, bir grup iş arkadaşıyla birlikte Selim’i Amerika’ya göndermişti. Meral eşinin bu içten konuşmasından etkilenmiş, ona vermek için sabırsızlandığı haberi telefonda söylemekten son anda vazgeçmişti. Selim’i görmeyeli bir ayı geçmişti, onu çok özlemişti. Bir sürpriz yapıp Selim’in yanına gitmeliydi. Bu harika haberi eşinin gözlerinin içine bakarak vermesinden daha güzel bir yılbaşı hediyesi olabilir miydi? Telefon da onu dinlerken aniden aklına gelen bir fikirdi bu. Hem yıllar önce yabancı dil eğitimi için gittiği o yerleri yeniden görmek, yeni yılda eşinin yanında olmak onu da çok mutlu edecekti.
“Sıkma canını bir tanem, daha birlikte geçireceğimiz çok yılbaşı olacak… Oradaki işleriniz ne zaman bitecek? Ne zaman döneceksiniz?”
“Bir ay kadar daha sürecek sanırım, sonra döneceğiz. İyi ki arkadaşlarla birlikteyiz de birbirimize destek oluyoruz. Yoksa yabancı bir ülkede yalnız kalmak katlanılacak gibi bir şey değil.”
Meral, telefon görüşmesi bittikten hemen sonra birkaç yeri aradı. Planını uygulamaya koyma konusunda sabırsız ve heyecanlıydı. İş yerinden izin aldı, uçak biletini ayırttı ve doğruca eve gitti. Birkaç gün için ihtiyaç duyacağı her şeyi ayarladı, valizine yerleştirdi.
Selim’le üç yıldır evliydiler, artık çocuk sahibi olmak istiyorlardı. Meral hamile olduğunu öğrendiğinde ,“Herhalde kaderin cilvesi dedikleri böyle bir şey.” diye geçirmişti içinden. Bu mutlu haberi vereceği insan, sevgili eşi kilometrelerce uzaktaydı. Böyle bir haber telefonda nasıl verilirdi?
Meral her zaman hatırlayacakları güzel bir sürpriz hazırladığını düşünüyor bu fikirden ötürü kendini takdir ediyordu. Selim’e baba olacağını söylemek için yanına gitmek harika olacaktı. Gerçi eşi sakin tabiatlı biriydi, sürprizlerden pek hoşlanmazdı ama bu beklenmedik ziyaretinin Selim’i mutlu edeceğinden emindi.
Öyle heyecanlıydı ki yolculuk hiç bitmeyecek gibi gelmişti Meral’e. Selim’i bir an önce görmek ve hamile olduğunu söylemek için sabırsızlanıyordu. Amerika’ya vardığında içi içine sığmıyordu, kısa bir süre sonra eşine kavuşacağı düşüncesi heyecanını daha da arttırmıştı.
Şirketin yılbaşı akşamı için otelde küçük bir kutlama yapacağını, eşinin de bu eğlenceye katılacağını biliyordu. Doğruca otele varmalıydı. Gümrükten çıkar çıkmaz hemen bir taksiye bindi ve adresi verdi. Selim’i ne çok özlemişti… Selim, vereceği habere ne çok sevinecekti… Buraya gelmekle ne iyi etmişti… Taksi otele yaklaştıkça Meral’in kalp atışları da hızlanıyordu.
Selim, hiç beklemezken, aklının ucundan bile geçirmezken Meral’i karşısında görünce ne yapacak, nasıl davranacaktı acaba? Karşılaşmayla ilgili bin türlü görüntü geçiyordu Meral’in zihninden. Hesaplarında yanılmıyordu. Selim’i eğlenceye katılmadan önce görebilecek, sürpriz haberini verebilecekti. Sonra belki birlikte katılırlardı eğlenceye. Belki de başka bir yere giderler, baş başa, daha özel, daha güzel karşılarlardı yeni yılı.
Otele girince ilk işi resepsiyondaki görevli bayanla konuşmak oldu. Selim odasındaydı. Bayan, Meral’in eşine yeni yıl sürprizi yapmak üzere kilometrelerce yolu gelişinden etkilenmiş, sürprizin bozulmasına gönlü razı gelmediğinden Selim’in odasını arayıp eşinin geldiğini söylemekten vazgeçmişti.
Meral, asansöre bindiğinde eşiyle karşılaşma anını gözünde canlandırmaya çalışıyor, ona ne diyeceğine bir türlü karar veremiyordu. “Sürpriizzzz… Baba olacağını söylemeye geldim aşkım… Mutlu yıllar…” demek fena olmazdı. Daha güzel sözler de bulunabilirdi. Nasıl olsa kapı açılıncaya kadar vakti olacaktı. O zamana kadar aklına gelecek farklı bir fikirle belki de karşılaşma anlarını daha da romantikleştirebilirdi.
Oda kapısının önünde kendine şöyle bir çeki düzen verdi, saçını düzeltti, sonra kapıyı çaldı. Beklemeye başladı. Heyecandan neredeyse ölecekti.
Kapı açıldığında kalakaldı, “Sürpriz!” diyemedi. Karşısında üzerinde geceliğiyle güzel bir kadın duruyor ve ne istediğini soran gözlerle ona bakıyordu. “Olamaz, yanlış kapı!” diye düşündü. Tam özür dilemeye hazırlanıyordu ki “Oda servisi mi hayatım?” sözleriyle irkildi. Sesi tanımıştı, bu ses Selim’in sesiydi. Zaten çok geçmemişti ki çarşafa sarınmış olarak Selim de kapıya geldi.
Meral, “Bu ne hal?” diyebildi sadece, gerisini getiremedi. Ne söyleyeceğini bilmiyordu çünkü… Şaşırmıştı… Yıkılmıştı… Hayal kırıklığı öyle büyüktü ki ne dese yetersiz kalacaktı zaten. Avazı çıktığı kadar bağırmak, haykırmak, ağlamak istiyordu ama dili tutulmuştu sanki. Donmuş kalmıştı. Aslında oradan bir an önce kaçmalı, uzaklaşmalıydı… Onu da yapamadı… Dizlerinin bağı çözüldü, oracığa yığıldı kaldı.
Meral, gözlerini açtığında yatakta buldu kendini. Selim de başucundaydı. Giyinikti. Odada ikisinden başka kimse yoktu. Midesi bulandı, bir tiksinti duydu içinde. Selim’den, gecelikli o kadından, sürpriz için yaptığı plandan, Amerika’dan, dünyadan, her şeyden tiksindi.
Meral toparlanmaya çalışarak ayağa kalktı. Mırıldanır gibi bir tonla “Gitmeliyim.” dedi. Selim, pişkin bir tavırla, “Gitme, bunu konuşalım.” diyerek onu kolundan tutmaya kalkışınca Meral ani bir refleksle suratına öyle bir tokat patlattı ki Selim neye uğradığını anlayamadı. Sonra bir daha, bir daha vurdu; kendini kaybetmişti nereye denk geldiğine aldırmadan defalarca vurdu… Selim, aldığı darbelerden kendini korumaya çalışsa da karşılık sayılacak hiçbir harekette bulunmuyordu. Meral, Selim’i bırakıp odaya yöneldi; önüne gelen her şeyi devirdi, dağıttı, kırdı, döktü… Sonunda yoruldu. Sinirleri boşalmıştı, sarsıla sarsılsa ağladı. “Nasıl yapabildin bunu bize?” diyor, başka bir şey diyemiyordu.
Nice sonra ayağa kalkarak Selim’in yüzüne nefretle şöyle bir baktı. “Yazıklar olsun sana!” dedi ve kapıyı çarpıp çıktı. Oteli terk ettiğinde aklında sadece bebeği vardı.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi, 22.01.2012)
NOKTADAN BİRAZ BÜYÜK
Serkan, iki yıldır İstanbul’da yüksek öğrenimini sürdürmekteydi. Bayram tatilini geçirmek üzere birkaç günlüğüne ailesinin yanına dönmesi herkesi çok sevindirmişti. Annesi neredeyse mutfaktan hiç çıkmıyor, hep oğlunun sevdiği yemekleri hazırlıyordu. Babası oğluyla birlikte zaman geçirmek için fırsat yaratıyor onunla yaptığı sohbetlerle hasret gidermeye çalışıyordu. Dışarıda bir işi olduğunda işi biter bitmez hiçbir yerde oyalanmadan doğruca eve geliyordu.
Serkan, annesinin babasının kendisine olan düşkünlüğünü bildiği için evden pek ayrılmıyor; kitap, dergi, gazete okuyor, müzik dinliyor, kardeşleriyle şakalaşıyor, onlarla sohbet ediyordu. Ailesiyle beraberken zaman sanki akıp gidiyordu… Zaten küçüklüğünden beri dışarıyı pek sevmezdi…
Oturma odasında bir yandan gazetesini okuyup bir yandan da müziğini dinlerken, kasığına giren ani bir sancıyla iki büklüm oluverdi. Ağrının şiddetiyle yüzünü buruşturmuş ne yapacağını bilemez bir halde iki eliyle kasığına bastırdı. O sırada,
“Serkan? Kıymalı mı, peynirli mi yapayım su böreğini oğlum?” diyerek annesi elleri unlu olduğu halde mutfaktan odaya girdi. Acıyla