Revan şehrinin Stalin ve Spandoryan bölgesinde yaşayan Azerbaycanlılar 1949 yılının Kasım ayında yük vagonlarına bindirilerek Saatlı bölgesine gönderileceklerdi. Her iki bölgedeki Azerbaycanlı ailelerin evleri emniyet güçleri tarafından özel olarak ablukaya alınmıştı ki evlerini izinsiz olarak değiştirmesinler. Ev eşyalarını ve altın, gümüş gibi kıymetli mücevherlerini hatta hayvanlarını bile satmasınlar.
Ocağın başında oturarak yaş ılgın kökü ile ateşi karıştıran Meşedi, bütün bu hadiseleri unutamıyordu. Doğru veya yanlış şimdi o, sonu görünmeyen bir yola çıkmıştı. Hem de yalnız değildi. İki canlı karısı ise durumu daha da zorlaştırıyordu. Gecenin karanlığı çok korkunçtu. Meşedi korkak birisi değildi ama şimdi korkuyordu. Her an üzerlerine saldırabilecek vahşi hayvanlar, ansızın ortaya çıkabilecek silahlı Bolşevikler, iki canlı karısının çektiği korku da onun için aynı tehlikeyi taşıyordu.
Korktukları başlarına geldi de; gecenin bir yarısında karısının sancıları başladı. Reyhan Hanım’ın bu işlerde tecrübesi vardı. Aslında gerekli olabilecek malzemeleri de yanına almıştı. Onun sayesinde gelin kolay bir doğum yaptı. İkiz kız çocuklarını doğuran Tovuz, acısını unutmuş, sevincinden gülüyordu. Tam o anda uzaktan bir çakal sesi duyuldu.
Gecenin karanlığında, belenmiş bebeklerin açık kalan suratları ay ışığı gibi parlıyorlardı. İkisi de ses sese vermiş ağlıyorlardı. Çakalların seslerini duyduklarında, sanki anlıyorlarmış gibi sustular. Reyhan Hanım, yeni doğan bebeklerle annelerinin rahatlarını sağladıktan sonra oğlunun yanına giderek yere bağdaş kurdu. Meşedi’ye göz aydınlığı verdi. Gelini duymasın diye yavaş bir sesle:
– Ay parçası gibi güzel iki kızın oldu. Bugün, yılın son günü. Allah’a şükür ki kurtulduk; ancak bu çakal sesleri içimi ürpertiyor. Sanki baykuş sesi gibi, bu belirtiler insana hayırlı haber getirmez!
Annesi, oğlunun düşüncelerini okuyormuş gibi konuşmuştu. Her ikisi de bir dağ adamı olarak aslında hayvanların özelliklerini iyi bildikleri için aynı şeyleri düşünmüşlerdi. Kim bilir, belki gelin de kendileri gibi ürperiyordu. Burada geceleyip uygun bir zamanda ve ay ışığında Aras’ı geçmeliydiler. Lohusa kadının biraz toparlanması için iki gün gecikeceklerdi. Yeterince yemek yemeseler de bebekler sütle besleniyordu. Birkaç saat sonra durum biraz değişti. Çakalların sesleri kesildi ve çocuklar da sakinleştiler.
Meşedi Cevat’ın Batabat’ta5 akrabaları vardı. Öncelikle karısını götürerek akrabalarına emanet etmek istiyordu. Annesiyle konuşarak önce kendisinin Aras Nehri’ni geçip ilerideki köylerin durumunu kontrol etmesine karar verdiler. Öyle de yaptı. Atına binerek sessizce gözden kayboldu. Aradan yarım saat geçmemişti ki Meşedi’nin aynı sessizlikle geri döndüğünü görenler, onun iyi haberlerle gelmediğini anladılar.
Meşedi atından inerken etrafta silahlı Bolşeviklerin olduğunu söylüyordu. Moralleri bozulmuştu. Burada kalmaları artık tehlikeliydi. Onun için güneş doğar doğmaz yola çıktılar. Lohusayı arabanın birine bindirdiler. Lohusanın rahat etmesi için arabanın içini minderler ve eski elbise parçalarıyla doldurmuşlardı. Öğlene kadar yol aldılar. İyice yorulmuş ve acıkmışlardı. Gece olmadan güvenli bir yer bulmak için arabaları hiç durmadan sürüyorlardı.
Arazi, çöl gibi çıplaktı. Nihayet uzaktan bir ağaç göründü. Hem dinlenmek hem de su bulmak için demir yolunun soluna doğru yöneldiler. Meşedi yanılmamıştı. Tarlalardan epeyce uzakta küçük tepelerin yamacında tek bir meşe ağaçı vardı. Biraz yaklaşınca meşe ağacının altında gürül gürül akan bir çeşme olduğunu fark ettiler. Burası Şeril Gölü’nün sahiliydi. Aras Nehri buradan 300-400 metre uzaktaydı.
Gözlerden ırak bu alan, gizlenmek için uygundu. Arabalar durunca Meşedi atından inip diğer arabadaki karısının yanına gitti. Tovuz’un rengi kaçmıştı. Meşedi elini onun alnına koyarak:
– Nasılsın, diye sordu.
Tovuz, zoraki gülümseyerek kocasının yüzüne baktı. İyice hâlsizleşmişti. Annesiyle yardımlaşarak Tovuz’u arabadan indirdiler. Meşedi onlara moral vermek için gülümsüyordu. Aslında perişan bir durumdaydı. Kafasındaki cevapsız sorular onun dengesini bozmuştu. Pehleviler rejiminin vatandaşı olmak için nereden ve nasıl başlayacağını düşünüyordu.
1925 yılında askerî bir darbe ile iktidarı ele geçiren Muhammed Rıza Şah rejimi ülkede Türklere karşı geniş çaplı manevi bir soykırım başlatmıştı. Zerdüştlüğün ülkede genişçe yayılması için çaba gösteren rejim, kökenleri çok eski tarihlere dayanan Azerbaycanlı Türklerin yaşadıkları bölgelerde dinî ve millî ideolojilerin yok edilmesine kasıtlı olarak izin vermişti. Ülkedeki Ermeni toplumuna özel bir ilgi gösteriyordu.
Devlet dairelerinde, sosyal alanlarda, hatta toplantılarda Türkçe konuşmayı yasaklamıştı. Günlük yaşamında bile ana dilinde konuşan Türklere devlet dairelerinde iş vermiyorlardı.
Yine küçük taşlardan kurdukları ocakta ateş yaktılar. Uzaktan alevler görünmesin diye arabalardan birini ocağın bir tarafına, diğerini ise öbür tarafa koydular. Havada kış belirtisi yoktu. Sanki sonbahar bu taraflara yeni ayak basmak istiyordu. Meşedi, arabanın altına gizlediği tüfeğini alarak etrafı keşfe çıktı. Şanslarına Aras’ın su seviyesi düşüktü. Geceyi burada geçirip sabahleyin tan yeri ağarmadan nehirden geçeceklerdi. Fakir sofra örtüsünün etrafında daire biçiminde oturan aile, bu ağır yolculukta ilk defa rahat nefes alıyordu.
Bebeklerin sesi çıkmıyordu. Sanki yol yorgunu bu insanların durumuna acıyarak susmuşlardı. Meşedi, hazırladığı ocakta biraz çay yapmaya çalıştı. Az sonra ateşin üzerinde kaynayan çay ve lavaş ekmekle dürüm yapılmış peyniri, iştahla yediler. Ocağın is ve duman kokusu çayın içine sinmişti. Tam o anda sürüsünü çeşmeye doğru getiren bir çoban gördüler. Çoban, yemek bohçasını omzunda taşıdığı bir değneğe takmış, sağa sola sallayarak çeşmenin başına geldi. Kadınlar yaşmaklarını tutarak yabancı adama sırtlarını döndüler.
Çoban selamlaştıktan sonra kadınların rahatsız olduğunu görerek aceleyle elini yüzünü yıkayıp, bir avuç su içtikten sonra çeşmenin başından uzaklaştı. Birkaç dakika sonra elinde bir çaydanlıkla geri döndü. Süt getirmişti. Meşedi, minnet duygularını bildirerek sütü boş bir çaydanlığa boşaltıp teşekkür etti. Ateş sönmeden sütü de ateşin üzerine koyarak kaynattılar. Herkes doymuştu. Özellikle süt herkesi kendine getirmişti.
Yemekten sonra Reyhan Hanım bebekleri getirmek için arabaya doğru yürüdü. Bebeklerden birini annesine vererek öbür bebeği almak için yeniden arabaya doğru yöneldi. Tam arabanın yanında ikinci bebeğin arabada olmadığını görünce şaşkınlıkla durakladı. Bir an arabanın içinde bir yerde olduğunu düşünerek gözleriyle arabanın içini taradı. Aklına gelen şey Reyhan Hanım’ın boğazını kurutmuştu.
Meşedi, hiç kımıldamadan duran annesine anlamsızca bakarken yerde annesine doğru hızla giden yarım metre boyundaki boz renkli yılanı gördü. Her ikisi de aynı anda çığlık attılar. Yılan, Reyhan Hanım’ın ayağından sokarak hızla uzaklaştı.
Meşedi, bir hamlede yerde çığlık atan annesinin yanına gitti. Çorabını çıkararak ısırılan yerin biraz üstünden sıkıca bağladı. Sonra ısırılan yerdeki zehri emerek yere tükürdü. Kadının dili tutulmuştu. Meşedi, yılan soktuğu için dili tutulan birini hiç duymamıştı. Annesinin hâlinden yılanın çok zehirli olduğu