Askerlik görevi öncesi ve sonrasında, iş hayatında çeşitli şirketlerin kurucu ortağı oldu ve bazılarında yönetici olarak görev yaptı. İstanbul Üniversitesi’nde lisans sonrası işletme eğitimi programına katıldı (1983). Mesleki çalışmalarının yanı sıra, gece bölümü ikinci öğretim işletme yüksek lisans eğitimini 1996-97 döneminde, “Vakıflarda Toplam Kalite Yönetimi” konulu tez çalışması ile Sakarya Üniversitesi’nde tamamladı. Halen iş hayatındaki çalışmalarını sürdürmektedir.
Öğrencilik yıllarında ve sonrasında Sinan BENGİSU müstear adıyla hazırladığı yazıları çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. Yazılarının bir kısmı derlenerek, Cihan İlim-Araştırma Merkezi Yayınları arasında yer aldı (İlimlerden Açılan Pencere, Yeni Bir Ufuk: BİYONİK, Esrarengiz Program).
1986’da Semra Hanım’la birlikte inşa ettikleri gönül bahçelerinde Mehmet Şamil ve Zeynep, dünya hayatına “merhaba” dedi.
Hayykitap’tan yayımlanan kitapları:
Merhaba Gökyüzü, Aralık 2020
Kendine de Bir ‘Merhaba’, Aralık 2020
‘Bir’ Kalbin Var Unutma!, Haziran 2020
80 Dakikada Devr-i Âlem, Mayıs 2020
Geçmişe Takılanın Geleceği Olmaz, Şubat 2020
Hayat Farkından Sonra Başlar, Haziran 2019
Bu kitabı, ilkokulun ilk gününden bugünlere ulaşan candan bir kardeşliğe ithaf ediyorum.
Aziz kardeşim H. Mehmet Ağacan’ın şahsında bütün kadim dostluklara…
Yavaş Yavaş Ölürler…
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar.
Takdim
Doğru bilgilere dair yorumlarımız doğru olmazsa bizi yanlışa götürür. Yorumlamak, gözlenebilenden gözlenemeyeni çıkarmaktır.
Bir kitaba ait kâğıt, şekil ve harfler, gözlemlenir. Yazıdaki mana ise gözlemlenemez, ancak “akleden kalp” ile anlaşılır.
Vahyin ilk emri, “Oku”dur. Okumak, yani gözlemi kullanıp gözlemlenemeyene ulaşmak.
Evrene dair okumalarda varlıkların, olayların maddi ve formel yönünü incelemek gereklidir fakat yeterli değildir; bir kuşun uçması için tek kanat yeterli olmadığı gibi…
Gözlem bir kanatsa, akleden kalp, yani akıl ve kalp beraberliği de diğer kanattır.
Maddedeki sanatı görmeye aracılık etmek gözün, sanatkârını bilmek akıl ve kalbin görevidir. Bu vazife göze yüklenirse hakikat gizlenir.
Zihni dağınık olanların bile aklını başına getirecek kadar muhteşem ve ilginç bir evrendeyiz.
Kör ve amaçsız bir kozmik düzen içinde şans üzere oluşmadık. Köy muhtarsız, iğne ustasız, sanat sanatkârsız değil. Fiil, failsiz olamaz.
Bu kitabı okuduğunuzda dünyanın uzaydaki konumunun şefkatle kundaklanmış bir bebeği andırdığını göreceksiniz. Dış dünyaya karşı bedenimiz nasıl bir savunma sistemi ile koruma altına alınmışsa, dünyamız da benzer savunma sistemleri ve gücümüzü aşan kontrol düzeni ile korunuyor.
Vücudumuzdaki hücreler ve organlar nasıl uyum içinde çalıştırılıyorsa, dünya da iç içe dengelerle ve büyüleyici bir ahenkle çalıştırılıyor.
Çevremize farklı bir bakış açısı ile baktıkça, Yaratıcımızın kâinatı kuşatan isim ve sıfatlarının sayısız yansımalarını göreceksiniz. Kalpsiz akıl ya da akılsız kalp ile değil, akıl ve kalp beraberliği ile bir yolculuğa çıkacaksınız.
Değerli kardeşim Adnan Şimşek’i bu kıymetli eseri dolayısı ile tebrik eder ve başarılar dilerim.
Giriş
Yeni bir günün başlamasına az kaldı.
Güneşin doğuşuna daha bir saat kadar var.
Yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Yeleğimi giyerek balkona çıktım.
Lacivert gökyüzünde yıldızlar tebessüm ediyor.
Mehtabın ışıltıları yapraklarda ve gölde yansıyor. Sabah serinliğinde çam korusundan gelen hava muhteşem.
Derin derin nefes alıyorum. Biraz egzersiz sonrasında, manzarayı seyrediyorum, doyasıya…
Bu arada, bir film şeridi gibi geçiyor hayalimden bahçe düzenlemesi için yıllardır yapılan çalışmalar, verilen emekler.
Bunun yanı sıra evin dekoruna gösterdiğimiz ihtimamı düşünüyorum.
Birden aklıma geliyor.
Ya dünya…
Dünya da bir ev, hatta büyüleyici bir saray gibi değil mi?
Her taşında bir saray kadar sanat işlenmemiş mi?
Harikulade manzaralar sürekli değişiyor.
Ay ve güneş lambalarımız. Yıldızlar mumlarımız.
Zaman nehri süratle akıp geçiyor ve dekorlar sürekli yenileniyor.
Zemin rengârenk güllerle, çiçeklerle süslenmiş.
Bahar, büyüleyici renk, koku ve motiflerle bezenmiş…
Yaz mevsimi harika bir sofra. Farklı meyveler ve sebzeler sevimli, orjinal ambalajlarla sunuluyor.
Atmosfer, bu sarayın olağanüstü güzellikteki çatısı…
Daha güzel bir çatı tasavvur edemiyorum.
Şu an sürekli değişen gökyüzündeki güzellikleri seyrediyorum.
Şu anda kutup bölgelerinde, ışımalardaki vals ise büyüleyici harikuladelikte.
Gökkuşağı kâh burada, kâh orada her an görülüyor.
Şimşekler ve yıldırımların ses ve ışık gösterileri, dünyanın dört bir yanında her an sergileniyor. Hiç bitmiyor hayranlıkla seyredilen sanat gösterileri.
Mevsimi gelince yağan kar tanelerinin her biri eşsiz birer tasarım şaheseri…
Yağmur damlaları mermi gibi değil, paraşütü varmışçasına zarifçe indiriliyor.
Her