İncelik
Kısasa kısas, göze göz, dişe diş gibi kavramları artık daha sık kullanıyoruz, içimize sığmayan bir öfke var, her an patlamak üzere olan insanlar görüyoruz çevremizde. Oysa bize böyle öğretmediler.
Mevlana’ya atfedilen, “Her şey incelikten, insan kalınlıktan kırılır” sözü günümüzde daha derin anlamlar kazanıyor. Kibarlık, incelik, zarafet gibi kavramlar tümden unutulmaya yüz tuttu. Zaman uyanıklık, fırlamalık ve gözü açıklık zamanı olduğu için kibar, zarif ve ince insanlar parmakla gösterilir hale geldi. Hakkını aramak, bir haksızlığa itiraz etmek veya doğru olanı söylemek için tabiri caizse vahşi olmak gerekiyor; sesini yükseltmek, daha fazla bağırmak veya kavga etmek lazım toplumda var olabilmek için.
Trafikte çok sık karşılaşıyoruz bu durumla ve birbirini tanımayan insanlar birbirlerine öfke kusuyorlar. Halbuki gaza basmak yerine frene basıp yol versek, hatalıysak elimizi kaldırıp pardon diyebilsek sorunlar kolaylıkla çözülecek. Hatta bazen beden diliyle bile problemlerin önemli bir kısmı halloluyor.
Memleketimin suyu sert, insanı merttir derler ama işin aslına bakıldığında farklı boyutlar ortaya çıkar. Kanın ve zulmün hiç ara vermediği bu topraklarda insanlar kendilerini korumak amacıyla kabuklarına çekilip saldırgan olmuştur. Özelde güneydoğu bölgemizin ve genelde Ortadoğu’nun en büyük sıkıntısı bu olmuştur. İslam’ın bu topraklarla buluşmasıyla bereket, muhabbet, sevgi ve saygı gelmiş. O tarihlerden bize kalan mirası bazen unutup bazen görmezden de gelsek özümüzde olan kaybedilmeden yerinde durdu. İçimizde o incelik ve nezaketi besledik, gaflete düşmedik. Belki Türkçeyi güzel konuşamadık, bazı kelimeleri tam olarak telaffuz edemedik ama dilimizin döndüğü kadarıyla ve samimiyetle açtık gönüllerimizi ve sofralarımızı.
Kısasa kısas, göze göz, dişe diş gibi kavramları artık daha sık kullanıyoruz, içimize sığmayan bir öfke var, her an patlamak üzere olan insanlar görüyoruz çevremizde. Oysa bize böyle öğretmediler, bize tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır, insanlar konuşa konuşa anlaşır, dediler ama her güzel şeyi olduğu gibi inceliği de bir yerlerde unuttuk galiba.
Başımıza gelen her şeyde birilerini suçladık, bedelini birine ödetmek istedik ve sonuç olarak benliğimiz bizi esir aldı. İyinin, güzelin olduğu gibi kötünün, çirkinin de yaratılmışlardan olduğunu unuttuk. Kabullenmek, geri çekilmek enayilikle eş tutulduğundan, onun yerine savaşmayı seçtik.
Âlimlerden biri öğrencilerini alıp bir cami avlusuna gitmiş. Caminin dört duvarında dört adam oturuyormuş. Adamın biri içeri girmiş, bir tanesine bir tokat atmış, o da kalkmış adama tokat atmış. İkinciye gidip bir tokat vurunca adam sadece başını kaldırıp bakmış. Tokadı yiyen üçüncü adam başını bile kaldırıp bakmamış. Tokadı yiyen dördüncü adam kalkmış, tokat atan adamın elini öpmüş, tekrar yerine oturmuş. Talebeler bunun ne anlama geldiğini sormuşlar. Âlim yanıtlamış:
“Birinci, şeriat ehliydi, kısasa kısas uyguladı. İkinci, tarikat ehliydi, ‘Bu Allah’tan geldi’ dedi ama kimi vesile etmiş diye baktı. Üçüncü, hakikat ehliydi ki hiç başını bile kaldırmadı, ‘Yapan da yaptıranda Allah’tır’ dedi. Dördüncü, marifet ehli idi, ‘Peygamber ahlakıdır, benim için günaha girdi’ dedi adamın elini öptü.”
Şeriatta, “Bu senindir, bu benim”.
Tarikatta, “Hem senindir, hem benim”.
Hakikatte, “Ne senindir, ne benim”.
Kuran-ı Kerim’de kısasla ilgili birçok ayet vardır ve elbette kısas helal kılınmıştır, ancak ayetin sonunda, kim sabrederse onun için daha hayırlı olacağını müjdelenmiştir. Sabırlı olmak, affetmek, nezaket göstermek bize dinimizin öğrettiği temel esaslardandır ve hayatı daha anlamlı hale getirdiği de açıktır: “Eğer bir suçtan dolayı ceza verecek olursanız, size yapılan eza ve cezanın misli ile ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.”
Kelebek etkisi diye tabir edilen, bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine yol açan ve birçok kez yaşanmış olan bir fenomenden sıkça söz edilir. Bir suya bir taş attığınızda önce küçük halkalar çıkar ve büyüyerek ilerler. İyilik ve kötülük de böyle sonuçlar doğurabilmektedir. Kendi içinde en ufak bir hareket hızla yayılabilir ve toplumsal bir olaya dönüşebilir. Bu yüzden ne yaptığımıza her zaman dikkat etmeli ve Peygamber Efendimiz’in güzel ahlakını devam ettirip ona layık bir ümmet olmalıyız.
Çiçeklerle hoş geçin, balı incitme gönül.
Bir küçük meyve için dalı incitme gönül.
Mevla verince azma, geri alınca kızma,
Tüten ocağı bozma, külü incitme gönül.
Dokunur gayretine, karışma hikmetine
Sahibi hürmetine kulu incitme gönül.
Sevmekten geri kalma,
Yapan ol, yıkan olma,
Sevene diken olma,
Gülü incitme gönül.
Gelene sevinme, gidene üzülme
Üç günlük dünya için
Kimseye gücenme.
Sabah doğan, akşam batan güneşin
Sahibi vardır, övünme.
Sen ettin, ben ettim deme
Hakkı vardır herkesin.
Yaptığını kendinden bilme,
Uçan sineğin dağdaki keçinin
Sahibi vardır, övünme.
Boyun eğerim kaderime
Kim ne derse desin
Dönüp bakmam gerime.
Yedi kat göğün, yedi kat yerin
Sahibi vardır, övünme.
Sabır
Öğrendim ki, sabretmek dua etmekmiş, şükretmekmiş, haramı terk etmekmiş, helal olana sıkı sıkı sarılmakmış, vatanını sevmekmiş, her şeyden önce kendini bilmekmiş.
Çin’de bambu ağacının yetiştirilme biçimi insan için Rabbinden verilmiş güzel bir örnektir.
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz, tohum yeniden sulanıp gübrelenir, bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda da her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir fakat inatçı tohum bu yılda da tohum vermez. Beşinci yılda da sabırla bambuya su ve gübre verilmeye devam edilir ve nihayet beşinci yılın sonunda bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık yirmi yedi metre boyuna ulaşır.
Akla gelen ilk soru şudur: Çin bambu ağacı son haline altı haftada mı, beş yılda mı ulaştı? Beş yıl boyunca verilen emek, gösterilen sabır bambunun toprağın altında olgunlaşmasına ve bir anda yirmi yedi metreye kadar büyüyebilmesi için gereken alt yapıyı