Anneannesini kirli camın arkasında güneşi görmeyen, biraz da kasvetli odasında yapayalnız bırakarak sokak kapısına yöneldi. Mis kokulu çiçekliğin yanından geçerken küçük bir dal reyhan kopardı. Sokak kapısını açınca, çıkan sesten anneannesi onun evden ayrılacağını anladı. Yerinden doğrulup Rahmi’ye arkasından bir şeyler demesine fırsat kalmadan, az önce cızırtıyla açılan kapı gürültüyle kapanmıştı. Rahmi elindeki top reyhanın kokusunu içine çekerek neredeyse tam bir labirenti andıran dar sokakların içinde yolunu bulmaya çalışıyordu. Çok katlı evlerin olmadığı, dikdörtgen kara taş döşeli dar yolları, tahta üstüne kalın saçtan yapılmış, kapıları tokmaklı, avluları ağaçlı, çiçekli, eski evlerin oluşturduğu bu yaşlı semt, tamamen arkasında kaldığında, Rahmi bu saatte hiç de hareketli olmayan şehrin dar, uzun caddesine çıkmıştı. Bugün okula gitmeyecekti. Buna dün akşamdan karar vermişti. İçi sıkıntılıydı. Dün olanlar bir bir gözünün önünden geçmeye başlayınca sıkıntısı daha da artıyordu. Bu saatte nereye gidebilirdi? Nereye gitse okuldan kaçtığı için suçlanacaktı. Hal pazarının olduğu sokaktan dar caddeye seyyar satıcılar yüklerini yüklenmiş, ağır ağır çıkıyorlardı. Kaldırımlarda yürüyen insanlar seyrekti. Rahmi, küçük bir pastanenin önünden geçti. İçeride elindeki kirli bezle masaları silen çocuktan başka kimse yoktu. Vitrinde tepsilerin içinde yan yana dizilmiş cevizli, fıstıklı baklavalar, sargı burmalar, kadayıflar, tulumbalar, şöbiyet vardı. Yan duvardaki cam raflarda çeşit çeşit kuru pastalar diziliydi. Birkaç tane karasinek müşterilerden önce davranarak onların tadına bakıyorlardı. Rahmi karnının acıktığını hissetti. Elindeki suibriği ile kundura mağazasının önünü sulayıp süpüren küçük çırağın yanından geçti. Taşıtlar seyrek ve aralıklı gidiyorlardı. Az önce yürüdüğü yerdeki ıslak toprak kokusu hâlâ burnundaydı. Ceplerini kontrol etti; hiç parası yoktu. Midesindeki kazınma daha da artmıştı. Kepengi henüz açılmamış bir dükkânın önünden geçti. Küçük ablasından gidip biraz para istemeyi düşündü; fakat okula gitmediği hemen anlaşılıp sorguya çekileceğinden vazgeçti. İleride elli altmış kişinin oluşturduğu, her sabah gelip burada iş çıkarsa gitmek isteyenlerin beklediği kalabalık duruyordu. Yanlarına bir arabanın yaklaşmasıyla birbirlerini ezercesine sürücüsüne yaklaşıp konuşmaya çalışıyorlardı. Hepsi yoksul ve hırpani giyimliydi. Yüzlerinde umuda ilişkin en ufak bir kırıntı yoktu. Bazen bulabilirlerse bir günlük yevmiye için, önlerine kadar gelen işi alabilmek uğruna, birbirlerinin kafasını, gözünü yarıyorlardı. Rahmi, çoğunun beti benzi solgun, hepsi zayıf insanları arkasında bıraktı. Sınıftaki boş yerini düşündü. “Sinem hemen fark etmiştir.” diye yavaşça mırıldandı. Hatırladıkça içi dolu dolu oluyordu. Koca bir sınıfın, hele Sinem’in gözlerinin önünde yediği dayağı bir türlü kabul edemiyordu. Dün yaşadıklarından dolayı düşüncelerinde girdiği boğuşmadan midesindeki kazınmayı unutmuştu. Etrafında değişip duran görüntülere sadece bakıyordu. Aklı düne takılmıştı. Oradan bir türlü kopup bugüne gelemiyordu. Rahmi, vitrininde yüzlerce saatin olduğu küçük bir saatçi dükkânının önünden geçerken vücudunun daha bir ısındığını fark etti. Kuru Kafa Celal’in dayağını yedikten sonra çözülüp hüngür hüngür ağlayan birçok arkadaşı olmuştu. Kendisince önemli bir sınavdan geçtiğini düşünüyordu. Küçük küçük adımlarlarla yürüdüğü kaldırımdan indi. Dar caddeyi kontrol etmeden karşıdaki kaldırıma yöneldi. Hızla gelen bir araç olsaydı, kendisine çarpabilirdi. Karşı kaldırıma çıktığında, arkalardan eski bir dolmuş önündeki durakta bir iki müşteri daha artsın diye sanki yol gitmekten korkarmış gibi çok yavaş geliyordu. Eski dolmuşun şoförü Rahmi’yi görünce kornaya bastı “İstersen gel bin.’’ der gibi. Rahmi gözleri yerdeki kirli kaldırım taşlarındayken, düşünceleri, arkasından gelen dolmuştan çok uzaklardaydı. Eskiden, çoğunlukla yerli filmler oynatan, çocuklu çocuksuz kadınların üst katta balkonda, kadınsız erkek ve gençlerin aşağıda oturup filmler seyrettiği, şimdilerde köhnemiş koltukları eski ihtişamlı günlerinden bir hayli uzak, yırtık pırtık bir hâlde duran, bol sidik kokulu, artık bol bol seks filmi oynatan şehrin tek sinemasının önüne gelmişti. Öğlenden sonra saat ikide oynayacak filmlerin afişlerine gözleri kaydı. Büyük renkli kâğıtların üstüne çırılçıplak uzanmış kadınlar, tahrik edici, şehvet dolu bakışlarla, kadına aç müşterileri daha çok azdırıp baştan çıkarmak için her şeye hazır bir hâlde durur gibi bekliyorlardı. Rahmi kuşku ile etrafına baktı, çıplak kadın resimleriyle dolu sinema afişlerinin önünde durduğunu tanıdık biri görür diye hızla uzaklaştı oradan. Mis gibi ekmek kokularının buram buram dışarı yayıldığı çarşı fırınının önüne geldiğinde, gün sabahtan kurtulup sıcak öğleye doğru yol alıyordu. Sıcak ve taze ekmek kokusu, dayanılır gibi değildi. İçeride, çevredeki çoğu kebapçı olan lokantalara ve öğlen müşterilerine yetişsin diye ekmek yapıyorlardı. Dışarının dayanılmaz sıcağı yetmezmiş gibi, alevden bir kora dönüşmüş, ışıl ışıl parlayan ocağın önündeki şatıra baktı. Yüzü sıcaktan ve isten kararmıştı. İnce ince ter boşalıyordu her yanından. Kendisini ilk gören insanda uyandırdığı duygu acıma hissiydi. Kısa boylu incecik biriydi. Üstünde siyah atlete benzer bir şey vardı. Boyundan uzun ve ocağa girip çıkmaktan tahtası kararmış, üstüne iyi açılırsa iki tane açık ekmek sığan küreği ocağın içindeki boşluklara göre, sağa sola kavisler çizdirerek ustalıkla gönderiyor, daha sonra pişen ekmekleri maharetle küreğin üstüne alıyor ve iyice kızarsın diye kor ateşe göstererek aynı ustalıkla dışarı çıkarıyordu. Fırının sahibi olduğu her hâlinden belli olan kısa boylu, şişman, kafasının ortası saçsız adam ortadaki çok büyük tezgâhın üstüne bir bir fırlatılan ekmekleri elindeki ucu kancalı değnekle yakalayıp özenle üst üste diziyordu. O hariç fırında çalışanların tamamının gözü kesintisiz önlerindeki işlerindeydi. Etrafa ne bakacak vakitleri, ne de hâlleri vardı. Çocuk yaştaki çalışanlardan biri hamuru tartıyor, diğeri tartılıp önüne fırlatılan hamur topaklarını iyice yuvarlanmış küçük lastikten toplar gibi una bulayıp, avuçlarının içinde iyice yoğurup, açılıp işlenmeye hazır hâle getiriyordu. Daha büyük iki kişi de isteğe göre, bazen ince, uzun, kâğıt gibi açık, bazen de çok açıp uzatmadan tırnakladıkları hamurları pişmeye hazır hâle getiriyorlardı. Pişmiş ekmek kokuları ocağın şiddetli ısısını arkasına katarak dışarının bildik öğlen sıcağına karışıyordu. Fırının kirli duvarları büyük takımların, onlara ait futbolcuların ve tanınmış şarkıcıların posterleriyle doluydu.