Askerlik serüvenine nokta koyan Burroughs, 1900 yılında çocukluk aşkı Emma ile evlendi ve Amerika’nın çeşitli eyaletlerinde sığır çobanlığı, tezgâhtarlık, demir yolu emniyeti, altın madenciliği ve hatta eğitimi olmamasına rağmen muhasebecilik gibi birçok farklı alanda çalıştı. Girişimde bulunduğu işlerde tutunamasa da biriktirmeyi başardığı bir miktar parayla kendi işini kurdu. Fakat kısa sürede iflas etti. Birkaç iş kurma girişimi daha başarısızlıkla sonuçlanan Burroughs, kendisiyle birlikte eşini de bir depresyon hâlinin içerisinde buldu ve bu vahim durumu kısmen de olsa unutabilmek adına karikatür çizmeye, fantastik hikâyeler kaleme almaya başladı.
Otuz beş yaşına geldiğinde işsiz, parasız ve evli olan Burroughs; biri yolda olan üç çocuğa sahipti. Yazdığı hikâyeler de artık teselli olmuyordu. Yiyecek ve kömür gibi temel ihtiyaçlarını alabilmek için saatini ve eşinin mücevherlerini rehin vermek zorunda kaldığında, içerisinde bulunduğu çaresizlik onu Çin ordusunda görev almak için başvuru yapmaya yöneltti ancak başvurusu reddedildi. Kalan son parasıyla kalem açacağı üreten bir firmanın satış acenteliğini üstlenen Burroughs, bu firma için reklam yazarlığı yapmaya başladı ancak reklamını yapmış olduğu kalem açacakları satmadı.
İlk bakışta yeni bir başarısızlık hikâyesi olarak görünen bu iş, aslında Edgar Rice Burroughs’un yazarlık kariyerinin başlamasına vesile olmuştu. Reklam yazarlığı yaparken işten arta kalan zamanlarında, daha sonra A Princess of Mars adıyla yayımlanacak olan ilk romanı Under the Moons of Mars’ı yazmaya başladı. “Dayanılmaz bir yazma isteği duyduğumdan veya yazmayı sevdiğimden değil; bakmam gereken bir karım ve iki bebeğim olduğu için yazıyordum.” diyen yazar, romanının ilk kısmını bir edebiyat dergisi olan All-Story Magazine’e gönderdi. Romanın ilk kısmını beğenen editör, yazarı romanın devamını da yazmaya teşvik etti ve böylece Burroughs, yazarlık kariyerinin ilk adımını atmış oldu.
Bugün birçok akademisyen tarafından yirminci yüzyılın bilim kurgu türü adına bir dönüm noktası olarak kabul edilen A Princess of Mars romanı, günümüzde tüm dünyada basılmaya devam ederken, yazarın ikinci roman denemesi aynı başarıyı yakalayamadı. Tarihî roman türünde yazdığı eseri, yayınevi tarafından reddedilince, Burroughs, yazarlık kariyerine veda etmeyi düşündü ancak yayıncısının ısrarı ve tavsiyesi üzerine yeniden popüler türlere yöneldi. Yazar, bu noktada kaderini değiştiren ikinci kitabı Tarzan of the Apes’i yazdı.
İlk kez 1912 yılında All-Story Magazine’de yayımlanan Tarzan of the Apes müthiş bir ilgi gördü. 1914 yılında kitap olarak ilk basımı yapılan roman, çok satan kitaplar listesine girdi. Yazarın ilk kitabını, yirmi üç adet devam kitabı takip etti ve serinin kitapları birçok çizgi roman, çizgi film, televizyon filmi ve sinema filmine uyarlandı. Yazar, başarılı yayın sürecine kaleme aldığı birçok roman ile devam etti. Finans durumunu güvenceye aldıktan sonra, 1919 yılında California’da satın aldığı ve “Tarzana Ranch” adını verdiği çiftliğine yerleşti. 1923 yılında Los Angeles şehrinin gelişmesiyle birlikte çiftlik, yerleşim yerinin ortasında kaldı ve Burroughs, arazisinin bir kısmını ev inşası için sattı. Kısa sürede büyüyen yerleşim yeri, bir mahalle hâline geldi ve mahalle sakinlerinin oyuyla, bu yere Leydi Alice’in “Tarzana” adını verdi.
Eşi Emma ile 1934 yılında boşanma kararı alan yazar, ertesi yıl eski aktris Florence Gilbert Dearholt ile evlendi. İkinci evliliği de uzun sürmeyerek 1942 yılında boşanma ile sonuçlandı. Japonya’nın, Pearl Harbor’a saldırı düzenlediği sırada Burroughs’un savaş muhabirliği başvurusu kabul edildi ve altmış yaşındaki yazar, İkinci Dünya Savaşı’nda Amerika’nın en yaşlı savaş muhabiri oldu.
Savaş bittikten sonra California’ya dönen yazar, 1950 yılında geçirdiği kalp krizi nedeniyle vefat etti. Yaşama gözlerini yumduğunda seksene yakın eseri bulunan yazar, kendi yarattığı karakterin adını taşıyan Tarzana’ya defnedildi.
İnci Nazlı, 1986 yılında İstanbul’da doğdu. Çeviriye lise yıllarında hobi olarak, beğendiği hikâye ve şarkı sözlerini çevirerek başladı. 2008 yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, İngilizce Öğretmenliği bölümünden mezun oldu. Dört yıl öğretmenlik yaptı, bu arada bir internet sitesinde başladığı profesyonel çevirmenlik işini de sürdürdü. 2012 yılından bu yana hayatına çevirmen olarak devam ediyor.
Çevirierinden bazıları: Devrim 19 (G. Rosenblum), Kördüğüm (C. Read) Gölgeler (P. Weston), Sis (P. Weston), Işıltı (P. Weston).
1. BÖLÜM
DENİZE DOĞRU
Ben bu hikâyeyi, onu ne bana ne de bir başkasına anlatmaya hakkı olan birinden duydum. Anlatıcının bu tuhaf hikâyeyi anlatmaya başlamasını, o yıllanmış şarabın anlatıcı üzerindeki baştan çıkarıcı; sonraki günlerde devam etmesini ise bendenizin şüpheci tutumuna bağlayabilirim zannediyorum.
Çakırkeyif mihmandarım, bana çok fazla şey anlattığını; benim ise şüpheye meyilli olduğumu fark ettiğinde yıllanmış şarabın başlattığı işi, şahsının budalaca gururu devraldı ve böylece anlattığı fevkalade hikâyenin, çarpıcı özelliklerinin birçoğunu destekler nitelikteki küflenmiş bir el yazması ile İngiliz Kolonicilik Bürosunun yavan kayıtlarından oluşan yazılı kanıtları ortaya çıkardı.
Hikâye gerçek demiyorum; nihayetinde ben, hikâyede geçen olaylara gözlerimle şahit olmadım. Ama benim bu hikâyeyi size anlatırken başkarakterlere takma isimler vermiş olmam bile, bu hikâyenin gerçek olabileceğine dair şahsi inancımda ne denli samimi olduğumu kanıtlamaya yeterlidir.
Uzun zaman önce vefat etmiş bir adamın günlüğünün sararmış, küflenmiş sayfaları ile Kolonicilik Bürosunun kayıtları, çakırkeyif mihmandarımın anlattıklarıyla mükemmel bir şekilde örtüştüğü için; birkaç kaynaktan topladığım parçaları titizlikle birleştirerek oluşturduğum bu hikâyeyi size anlatıyorum.
Hikâyeyi inandırıcı bulmazsanız da en azından eşsiz, fevkalade ve ilginç bir hikâye olduğu konusunda benimle hemfikir olacağınıza eminim.
Kolonicilik Bürosunun kayıtları ile merhumun günlüğünden öğrendiğimize göre, bu hikâyede Greystoke Lordu John Clayton olarak bahsedeceğim genç İngiliz asilzadesi; Britanya’nın Batı Afrika kıyısı kolonilerinden birindeki vaziyeti, özellikle titiz bir şekilde teftiş etmekle vazifelendirilmişti. Avrupa’nın başka bir güçlü devletinin, bu koloninin basit yerli halkından kendi yerli ordusuna asker devşirdiği ve bu orduyu sırf, Kongo ve Aruwimi’nin vahşi kabilelerinden zorla kauçuk ve fil dişi toplattırmak için kullandığı biliniyordu. Britanya Kolonisi’nin yerlileri, delikanlılarının çekici ve parlak vaatlerle kandırılıp götürüldüğünden ancak çok azının ailelerine döndüğünden yakınıyordu.
Afrika’daki İngilizler daha da ileri giderek bu zavallı siyahilerin cahilliklerinden yararlanan beyaz subayların, onlara askerlik süreleri bittikten sonra bile daha birkaç yıllık hizmet sürelerinin olduğunu söyleyip onları gayriresmî köleler olarak zapt ettiklerini söylüyorlardı.
İşte bu nedenle Kolonicilik Bürosu, John Clayton’ı Britanya Batı Afrikası’nda yeni bir göreve atamıştı ancak aldığı gizli talimatlar, Britanya’nın dostu olan güçlü bir Avrupa ülkesi subaylarının, siyahi İngilizlere uyguladığı kötü muamele hakkındaydı. Gerçi, gönderilme nedeninin bu hikâyede pek bir önemi yok çünkü kendisi, bu teftişi gerçekleştirmedi; hatta varış noktasına bile ulaşamadı.
Clayton, insana en çok binlerce savaş meydanında kazanılmış zaferlerle elde edilen tarihî bir başarıya ithaf edilmiş en asil abideleri anımsatan