Kız gözlerini önüne eğip Ahmet’in sözünden bayağı kızardı. Fakat Ahmet, şu satış alış meselesi üzerinde izah almadan kahveyi getiren Vasili:
“Efendi, arkadaşınız uyanmış; sizi istiyor. O buraya mı, siz oraya mı gidersiniz?” demesi üzerine Ahmet Efendi Hulûsi’nin oraya gelmesini söyledi. Hulûsi geldikten sonra da söz başka yana geçtiği için kızdan istediği malumat tabiatıyla gecikmişti.
“Başka yana geçti” dediğimiz söz Fransızca söylenmişti; mahiyeti ise Ahmet’in arkadaşına geceyi nasıl geçirmiş olduğu suali üzerine, Hulûsi’nin verdiği cevaptan ibaretti.
Meğer Hulûsi de o kadar hoş bir vakit geçirmemiş. Hele sabahleyin bir yatak safası etmeyi isterken bir gecelik karısı olan hanımın hamama gitmiş bulunması (!) buna engel olduğu için canı da sıkılmış!
Ahmet Efendi hamama gitmenin iç yüzünün ne olduğunu bildiği hâlde arkadaşına burasını anlatmaya şimdilik hacet görmedi. Aksine, arkadaşının şaşkınlığa uğrayacak derecede garipseyeceğini bile bile dedi ki:
“Bugün ve bu akşam burada kalacağımızı haber verirsem şaşar mısın?”
“Biz mi? Sen mi?”
“Ben! Biz!”
“Galiba sen bu geceyi pek rahat geçirmiş olmalısın ki bir dahasını arzu ediyorsun?”
“Öyle olmalı! Daha başka türlü hikmetini de sormadan bu teklifime pek iyi demeli.”
“Acayip! Size bu istibdat fikri ne zamandan beri geldi?”
“Bu sabahtan beri! Sana yalnız şu kadarcığını söyleyeyim ki Ahmet Mithat Efendi’nin Mihnetkeşân hikâyesi gerçekten pek eksik, pek kısa imiş!”
“Canım, sana ne oldu, Allah’ını seversen! Meraktan çatlayacağım.”
“Ben de merakımdan çatlayacağım için çatlamayayım diye bu geceyi de burada geçirmek lazımdır, diyorum.”
“İyi ya! Bana da işten haber ver ki beraber kalalım, eğlenelim.”
“Sen hikâye, roman falan merakında mısın?”
“Pek o kadar düşkünü değilsem de gene severim.”
“Bir hikâyenin en çok meraka dokunacak yerine geldiğin zaman alt bölümü kesilirse?”
“Doğrusu insan merak eder.”
“Öyleyse, bu muvakkat zifafhaneler hikâyesinde her gün gelin olan şu kızların âdeta cariyeler gibi satın alınıp satıldığını işitirsen merak etmez misin?”
“Satın alınıp satılmak mı? Amma yaptın ha! O nasıl şey?”
“Nasıl şey olduğunu ben anladım mı ya? İşte buraları gerçek bir roman olup tam şu meraklı yerinde de hikâyenin alt bölümü kesildi.”
“Kızlardan soralım.”
“Önce bu alışverişi kendisi haber verdiği hâlde, bilemem neden korktu, sonradan büsbütün inkâra başladı. Kızları anaları, babaları satmakta imiş. Elbette bu lanet işi ortaya getiren birçok hâl var ki onları anlamalıyız. Dünyaya geldiğimize, dünyada yaşadığımıza göre dünyanın bu gibi hâllerini öğrenmeyecek olursak neye yarar? Fakat bunları her hâlde dört başlı bir yöntemini bulup öğrenmeli; zira adam aldatmaya mahsus olan bu yerlerde insan biraz tedbirsiz davranacak olursa alacağı haberler yalandan ibaret olur. Bu arada sizin karının hamama gitmiş olması gibi…”
“Vay, bizim karı hamama gitmedi mi? Yoksa bir başka müşteri ile…”
“Kaldır ayağını, üstüne bastın!”
“Ne? Bu ne halt etmek? Kabul etmem!”
“Eee, bakalım şimdi bir rezalet çıkarabilirsen sayarım seni!.. Şimdi müşterisi gidince hamamdan gelir. Hiç renk vermemeli de bu acayip yerlerin kendilerine mahsus hâlleri üzerinde öğreneceklerimizi öğrenmeliyiz.”
“Pek iyi. Reyinden hiç ayrılmayacağım.”
“Şimdi sen buradan kalkarsın. Doğruca bizim sarraf Ohannes’e gidersin. Benim orada hazır param vardır. Sana bir pusula veririm, beş altın alıp gelirsin, ötesini ben düzene korum.”
İki arkadaş böyle Fransızca konuşurlarken, Kalyopi, acaba ne söyleşiyorlar diye merak ile şaşkın şaşkın yüzlerine bakıyordu. Lakırdı bittikten sonra efendiler cigaralarını tazeleyerek gene sohbete başladılar. Bir aralık Ahmet’in üçüncü, Hulûsi’nin ikinci kahvesi olmak üzere birer kahve daha ısmarlandı. Nihayet saatin beşe yaklaşmasıyla ve bu zamana kadar Hulûsi’nin karısı Agavni dahi hamamdan(!) gelmiş bulunmasıyla iki kadın ve iki erkekten ibaret olan cemiyette, Ahmet Efendi dedi ki:
“Kızlar, biz ne düşünüyoruz, biliyor musunuz?”
Agavni:
“Ne düşünüyorsunuz, beyim? Bu gece pek rahatsız oldunuz da onu mu düşünüyorsunuz?”
Ahmet:
“Tersine… Bu gece burada kalmayı düşünüyoruz; ama sizin bir engeliniz yoksa kalacağız.”
Kalyopi:
“Bizim ne engelimiz olur?”
Agavni:
“Anlamazsın bre… Sanki dostlarımız, falanlarımız var da geleceklerse, demek istiyor.” (Ahmet’e) “Yok, beyim, yok! Şimdi bu züğürtlükte öyle dost tutuşacak adamlar da yok!”
Ahmet:
“Öyleyse, arkadaşım gidecek, para getirecek. Ben burada kalacağım. Bugün akşam ve gece de sabaha kadar beraberiz.”
Kalyopi:
“Oh, pek iyi olur.”
Agavni:
“Vallahi, pek iyi olur; bir eğleniriz, bir eğleniriz ki…”
Verilen karar üzerine Hulûsi Efendi, Ahmet’in sarrafa yazdığı pusulayı aldı, çıktı, gitti.
4
Ahmet Efendi Kalyopi ile yalnız kalınca, kızcağız sanki müşterisinin geceyi yalnız geçirmiş olmasındaki eksikliği gidermek için bazı istek alametleri ve keyif başlangıçları göstermeye başlamışsa da bu soğuk cilveler Ahmet Efendi’nin buz gibi donmuş kalmış olan yüreğini ısıtamadı.
Kız dedi ki:
“Akşam yalnız yattığınız gibi bu akşam da yalnız yatmak için mi burada kalmayı tertip ettiniz?”
“Senin için bu hâl fena mıdır?”
“Yoksa akşam beni beğenmediniz de bu akşam başka bir karı mı çıkaracaksınız, kocacığım?”
“Hayır, bu akşam da seni çıkaracağım; fakat rica ederim ki bana ‘Kocacığım!’ deme! Zavallı kız, ‘kocacığım’ demenin ne demek olduğunu bilerek mi söylüyorsun?”
“Bizim gibi günahkârlar için ‘kocacığım’ denecek müşterilerimizden başka kim olabilir? Fakat mademki bu akşam da beni çıkaracaksınız niçin…”
“Dedim ya, işte… Senin için en iyi müşteri benim gibi müşterilerdir. Rahat edersin. Baksana vücuduna! Kim bilir, buraya gelen herifler sizi ne kadar hırpalarlar!”
“Ah, öyle ya! ‘Parasını verdim!’ diyorlar.”
“O hâlde bir müşteri ile yatmaya neden heves ediyorsun?”
“Müşteriyi tutmak için, başka türlü olur mu?”
“Anlayamadım.”
“Kendimi