REFİ EFENDİ: Çeyizi ne yapacağız? Çok şükür, bende hepsi var.
K. KADIN: Hay Allah sizden razı olsun! Zavallı kızcağız yengesinin elinde pek rahatsız… O buraya kocaya değil cennete düşecek. Kurulu düzen bir konağın bir hanımı olacak. Siz onu bağrınıza basarsınız, o da size dört el ile sarılır. Bu kız, zadegândan bir aile kızıdır. “Fıtratzadeler” derler, her hâllerini sordurup öğrenebilirsiniz. Çok şükür Rabb’ime gizli kapaklı bir işimiz yok.
REFİ EFENDİ: Şu andaki hâlimi size nasıl tarif edeyim bilmem ki? Amansız bir tarafımdan kapana yakalanmış gibiyim… Fakat inceden inceye düşünmem icap eden birçok şeyler var… Son bir söz söyleyemiyorum. Şimdilik sizden bir şey rica edeceğim.
K. KADIN: Estağfurullah emredersiniz.
REFİ EFENDİ: Bu resmi birkaç gün bende bırakır mısınız?
K. KADIN: (bir zaman düşünerek) Öyle bir şey emrediyorsunuz ki cariyenizce yapılmasına imkân yok.
REFİ EFENDİ: (titrek bir sesle) Neden efendim?
K. KADIN: Çünkü kızın sizinle evlenmenizden olacak saadetine hizmet edebilmek için ben bu tasviri albümden çalıp da getirdim. Bu hırsızlığım meydana çıkarsa iyi olmaz… Dayısıyla yengesi pek huysuz insanlardır. Kız oğlan kızın resmini namahrem erkeklere götürmüşsün diye başıma korkunç bir namus meselesi çıkarırlar. Sonra büyük bir derde uğrarım.
REFİ EFENDİ: (mahzun) Sizi böyle bir tehlikede bırakmak istemem. Pek büyük bir kederle bu mazeretinizi kabul ediyorum.
SELİME: Ne konuştular? Neye karar verdiler? Anlayabildin mi?
AYŞE KADIN: Duyurmamak için pek yavaş, âdeta fısıl fısıl konuşuyorlar. Galiba her şey olup bitti. Kılavuz karı işi pişirdi… Kurtardı…
ANİKA: Acaba kız evinden damadın fotografisini görmek istemeyecekler mi? Bir fotoğrafçı bulsam da efendinin başında takke ile döşekteki hâlini çektirsem… Bu resimlerden bir tanesini kız evine gönderir, ötekilerini de yadigâr olarak saklamak için aramızda bölüşürdük. Çünkü efendiyi artık elimizden kaçırıyoruz.
SELİME: Süphanallah Rabb’imin hikmetine payan yoktur! Biz efendiyi ölecek zannederken bakınız o şimdi evleniyor.
AYŞE KADIN: Efendiyi elimizden alıyorlar. Biz buna bir çare aramayıp da böyle kaz gibi duracak mıyız? Bu işin pot yerleri çok olmalı, efendiye çakmak istedikleri kadın kim bilir ne kumaştır? Bu işi bozmak için iki tarafın da fenalıklarını meydana çıkarmaya uğraşalım.
K. KADIN: Müsaade buyurursanız artık gideyim. Son bir emriniz?
REFİ EFENDİ: (büyük bir keder ile) Son sözümü iki güne kadar size bildiririm.
K. KADIN: Emrinizi beklerim (kendi kendine) Bu iş oldu bitti… İhtiyarın her tarafı sapır sapır titriyor, resim âdeta büyü gibi tesir etti. (aşikâr) Hüdaya emanet olunuz.
Dokuzuncu Sahne
KILAVUZ KADIN, AYŞE KADIN, SELİME, ANİKA
K. KADIN: (kendi kendine) A, bu karıların üçü de kapının önünde bizi dinliyorlarmış!
AYŞE KADIN: (kılavuza doğru ilerleyerek) Baksanıza hanım, bizim efendiyi evlendiriyorsunuz galiba?..
K. KADIN: Kendisi evlenmek istiyor da beni çağırtmış.
AYŞE KADIN: Kendisi istiyor, siz yapıyorsunuz… Her ne ise işte böyle bir şey oluyor. Fakat her şeyin bir yolu erkânı, şartı şurtu vardır.
K. KADIN: Evlenmenin yolu erkânı ne imiş? Siz evlenme teşrifatçısı mısınız?
AYŞE KADIN: Siz bu efendiyi tanıyor musunuz?
K. KADIN: Hayır, bugün gördüm.
AYŞE KADIN: Böyle evlenme meselesinde kızın da erkeğin de hâl ve şanını yedi komşudan sorarlar. İslamlıkta, memleketimizde âdet budur. Bu efendinin gizli, aşikâre, içten içe her hâlini komşulardan çok biz biliriz. Bu derdi çekilmez ihtiyara verip de hangi bigünah kızcağızın başını ateşlere yakacaksın?.. Hanım, Allah’tan kork! Bu dünyanın üstü varsa altı da vardır.
ANİKA: A, doğrusu huysuzluğu çekilmez.
SELİME: Borç boğaza çıkmış…
ANİKA: Sabahlara kadar öksürük, tıksırık…
AYŞE KADIN: Zavallı taze… Buraya tükrük hokkası mı dökmeye gelecek?
SELİME: Söylemesi ayıptır hanım, aptes ördeği karyolanın altında, havruzu da kapının arkasında durur. Kaç kere ayağımız takıldı da devrildi.
AYŞE KADIN: Geceleri odanın içi o kadar ağır kokar ki insan iki gece beraber kalsa bu ihtiyar kokusundan mutlak verem olur gider.
SELİME: Hanım bizi kötü kötü söyletmeyiniz, gençliğinde uğradığı erkekçe hastalıkların izleri hâlâ sürüp gidiyor. Kirli çamaşırları muşambaya döner. El sürülmez, inanmazsanız göstereyim.
ANİKA: Ya o uykudaki horultusu? Sanki sığır boğazlıyorlar zannedersiniz.
SELİME: Başında gece külahıyla bostan korkuluğu gibi bir hâl alır. Ara sıra nerede olduğumu şaşırarak yanına “Destur tu… Tu…” diye okur üfler de öyle girerim.
AYŞE KADIN: İşte bugün bir parça gördünüz ya, ara sıra öyle siniri tutar ki eline ne geçerse insanın kafasına fırlatır.
ANİKA: Ya çorapları, mendilleri ele alınmaz… Öf! Aman öf!..
SELİME: Öksürürken bazı donuna kaçırır… Sıska mıdır nedir? Gece yarısı kalkar, üç dört kaşık yemek yedikten sonra yine yatar…
AYŞE KADIN: Ya kızdığı vakit savurduğu küfürler… İnsanda ne din bırakır ne iman…
ANİKA: Ya hasisliği, şu eve geldik geleli bin bela ile aldığımız aylıklardan başka on para bir hediyesine, mürüvvetine nail olduğumuzu bilmiyoruz.
SELİME: Kira arabalarından geldi diye ikide bir de böceklenir… Sürürler, civalar paklayıncaya kadar neler çekeriz.
AYŞE KADIN: Tuzlu balgam çeker… Tekmil vücudu çiçek hastalığından yeni kalkmış çocuklar gibi pul pul, kabuk kabuktur.
K. KADIN: (iki elini havaya kaldırarak) Mademki efendiniz bu kadar akar kokar, bitli, uyuz adam imiş de burada ne duruyorsunuz? İstanbul’da başka kapı kalmadı mı? Sizi bu eve bağlayan ne?
ÜÇÜ BİRDEN: Ne yapalım, fıkaralık belası, geçinme dünyası bu… Aylığımızı biraz fazla veriyor da onun için burayı bırakamıyoruz…
K. KADIN: Zavallı adamın hem ekmeğini yiyip hem de kendisini bu kadar yermek insanlığa yaraşır mı?
AYŞE KADIN: Biz kimseyi yermiyoruz. Allah için doğru söylüyoruz. Bu ihtiyarın ne mal olduğunu anlamadan, dinlemeden, birkaç lira kılavuzluk ücreti için el âlemin kızlarının canlarını yakmak da sana yakışır mı hanım?
K.