Bu terbiye hususunda karı ile kocanın muhalefetleri öyle bir dereceyi buldu ki bir aralık Polini, Julie için alınmış olan şekerlemeleri filanları çocuğa yedirmeyip gizlice tekrar satmaya kadar da vardı. Jean ise bunu haber alınca artık satın aldığı nefis yiyecekleri, kızına kendi eliyle yedirmeye mecbur oldu.
Julie’den başka bunların çocukları olmadığına hayret etmemelidir. Daha işin başlangıcında çocuk terbiyesi emrinde karı ile koca arasında vukua gelen ihtilaflar Polini’yi çocuk doğurmaktan bezdirdi.
Kadın kısmı istemezse çocuk doğurmaz. Hele her şeyi bilen bir Fransız karısı! Hele her şey bilinen Paris’te!
Acaba şu karı ile kocanın hangisi haklıydı?
Evvela Polini haklıydı. Zira çocuk eğitimine ve terbiyesine başlandığından beri para sandığına bir para gönderilemez olmuştu. Nasıl gönderilsin? Kendisi işten vazgeçmiş. Karar verilen tasarrufu da Julie’nin kibarca olan iaşe ve terbiyesi men eylemiş. Gerçi henüz para sandığından para çıkarıldığı yoksa da Julie’ye yeni elbiseler alınmasından Julie’nin devam eylediği mektep müdire ve muallimelerine sene başı hediyeler verilmesinden filandan dolayı bazı yüklüce masraflar edilmesi üzerine şuraya buraya biraz borç dahi birikmişti. Jean bu borçlardan korkmuyor, ürkmüyor ama Polini işin daha ilerisini düşünerek korkuyor, ürküyordu. Zira borçları vermek için maişetçe daha ziyade iktisatlı yaşantıyı benimsemeli ve birçok mahrumiyetlere de katlanmalıydı. Jean ise bunu da iltizam istemiyordur. Şüphe yok ki bir zaman sonra borç defteri daha da kabaracak!
İkincisi, Jean dahi haklıydı. Zira o zamanlar Fransa’da kadın eğitimi tamamen erkeklerin elinden alınmak isteniyordu. Bu şekilde onlardan alınıp tamamen kadınlara devredilmesi için çalışmalar yapılıyor ve kadınlar buna teşvik de ediliyordu. Bu konuda kanuni değişiklikler de yapılıyordu. Bir kadın öğretmene yılda beş bin franga kadar maaş verildiği gibi öğretmenlik diplomasını alan kızlar tabiatıyla diğerlerinden daha iyi bir eğitim de aldıkları için, bu durum tüm babaların dikkatinden kaçmıyordu. Pek fakir kızı olduğu hâlde sadece öğretmenlik şerefinden dolayı pek kibar ve zengin olan adamların eşleri olma şerefine erenlerin sayıları da az değildi. Kendi kızı için de böyle bir şeref arzu etmekte Jean Depres haklı görülmez mi? Ee, kızı bir zengin ve kibar karısı olursa, bunların maişetlerinden habersiz bulunmak bir noksanlık sayılmaz mı?
Bu karı ile kocanın hangisinin haklı olduğunu okuyucularımız düşünsün, dursunlar. Biz hikâyemize devam edelim. Yani bu hikâyede bol bol mülahazalar serdeder bir filozof olmayalım da yalnız vukuatı nakleder bir yazar olalım. O filozofluk vazifesini de okuyucularımız ifa eylesinler. Hangi ciheti tercih lazım geleceğini kendileri düşünsünler.
Julie Depres’in ilkokul tahsili pek yolunda gitti. Zira daha dört yaşındayken pederi kızını okutup yazdırmaya gayret ediyordu. Tedrisin bu kadarına değil, daha ilerisine bile Jean’ın iktidarı vardı. Artık, gökyüzünde parlak parlak görülen şeylerin sadece parlayan cisimler olmayıp birer küre, birer dünya olduklarını da biliyordu. Dünya yalnız Fransa ile Almanya’dan ibaret değildi. Bir Osmanlı memleketi, bir Mısır vesaire devletlerin de bulunduğunu öğrenmişti. Zira Fransızların Mısır’a, Kırım’a gittiklerinden hem haberi olmuş, hem de buna dair bazı şeyler okumuştu. Bir varyosçu amele için malumatın bu derecesi az mıdır? Bildikleri şeyleri kızına hikâye ede ede kızın kulağını gereği gibi doldurmuştu.
Hatta Jean Depres’in filozof yönü bile vardı. Papaz takımını sevmezdi. Voltaire mezhebine tabi olanları seviyordu. Hürriyet taraftarıydı. “Ben dinsizim!” dediği zaman âdeta mağrur görünüyordu. Gerçi dinin ne olduğunu bilmediği gibi, dinsizliğin ne olduğunu da hiç bilmiyordu. Ama Jean Depres değil, bu davada bulunan sair binlerce, yüz binlerce, milyonlarca insanlar için bile bu davada bulunmak için bir şey bilmek lazım gelir mi? Hiçbir şey bilmedikten sonraysa “Dinsizim!” demekle “Dindarım!” demenin de farkı olamaz.
Dolayısıyla Jean Depres’in bildiği kadar şeyler Julie’nin ilk talimi, ilk irşadı için büyük faydalar sağladığından kızın ilk bilgileri pek parlak olarak husule geldi. Mükâfatlandırılma konusunda, Julie her ananın, her babanın kıskanmasına sebep oluyordu. Hâl ve şanınca Depres ailesinden pek zengin ve kibar olan familyalar kendi kızlarını, “Demircinin kızı kadar da olamadın!” diye hırpalıyorlardı. Bunları Jean işittikçe koltuklarına karpuz sığışmış kadar koltukları kabarıp karısına:
“Gördün mü Polini, gördün mü? Ama daha bu yaşta bu kadar olan kızın ileride ne olacağını da düşünmeli!” diye serzenişlerde bulunuyordu.
Fakat zannetmeyiniz ki Jean’ın bu serzenişleri cevapsız kalıyordu. Heyhat! Polini dahi Jean’a cevaben:
“Evet! Orası öyle ama kazancımız masraflarımıza kifayet etmesi şöyle dursun, dişimizden tırnağımızdan arttırarak para sandığına verdiğimiz paraların da dörtte biri alındı, borçlara verildi. Hâlâ da bir miktar borcumuz vardır!” diyordu. Bu kısa sözün hükmünün ne kadar büyük olduğunu düşünmelidir. Bunu Jean dahi düşünüyordu. Zevcesine bunun için de bir cevap bulup vermeye çalışıyordu ama bulamıyordu.
Nihayet bir gün o cevabı buldu. Verdi. Dedi ki:
“Ziyanı yok, ziyanı yok! Şimdi Julie için ne sarf ediyorsak onu masraf saymamalı. Yine tasarruf, yine biriktirme saymalı. Zira o paraları kızda topluyoruz demektir. Faizi de işliyor. O faiz ise Julie’nin yükselmesidir. Julie tahsilini tamamladıktan sonra bizden aldığını ziyadesiyle bize verecektir. İhtiyarlığımızda Julie sayesinde çok nimetlere nail olup refaha ereceğiz!”
Bu cevap bir hayli zamana kadar Polini’yi susturmaya kifayet eyledi. Julie’nin tahsiline de başlandı. Fakat artık pederinin malumatı kıza yardıma vesile olamıyordu. Bilakis pederi fenni konulara ait olarak şimdiye kadar ne hatır ve hayalinden geçmiş, ne rüyada görülmüş olmayan şeyler varsa, kızından duydukça büyük bir hayretle:
“Aman ya Rab! Biz ne eşekmişiz! Dünyada ne kadar malumat varmış da haberimiz yokmuş. Sen ütü yapmaktan ben varyos vurmaktan başka bir şey öğrenmemişiz.” diye kızını alkışlayıp kendi karısını aşağılamaya başlayınca şu hâl Polini’nin gayretine dokunarak kızı aleyhine âdeta bir kıskançlık bile peyda eyliyordu.
Bereket versin ki Julie pek iyi bir kızdı. Kalbi saf, insafı galip bir yavrucak. On iki yaşını geçmiş ve artık lise mektebinde aklını, olayları kavrama gücünü arttırmış olduğu cihetle validesinin husumetlerine karşı kendini müdafaa iktidarından mahrum değil idiyse de o müdafaayı insafına yediremeyerek daima validesinin şefkatli kucağına ve merhametine sığınıyor ve babasının gıyabında:
“Sen ona bakma anneciğim! O ne söylerse söylesin. Ben yine senin terbiyenden geçmiş ve her zaman iftihar edeceğin biricik evladınım.” derdi. Gerçi bu iltica Polini’nin husumetini tamamıyla def ve izale edemezse de daha ziyade artmasını ve kızına dünyayı zindan etmesini olsun men ediyordu. Zira Polini, pek akıllı ve ileri görüşlü bir kadın olmakla beraber pek de inatçı ve hırçın olup zihninden karar verdiği bir şeyi dünya bir araya gelse onu vazgeçirtemezdi.
Julie, lise tahsilini bitirdi. Bunda da ilk mektepteki gibi başarısında bir düşme olmadı. Kırk beş mevcutlu bir sınıfta dördüncü oldu. Az değil ya? Hele sesi de güzel. Müzik dersinde de başarılı. Ne güzel resimler yapıyor. Ne güzel el işleri öğrenmiş.
Bunların