İnsan evladı işte böyledir. Genellikle kendi dertlerine ağlarken başkalarının dertleri ortaya atılınca hemen kendi dertlerini unutup onlara derhâl gülmeye başlarlar. Yalnız aşklarından dolayı dertli olan kızlarda bu hâl görülmekle kalmaz. Daha pek çok mühim şeylerde de bu hüküm kendisini gösterir. Hatta insan kendi derdine çare bulmaktan ne kadar tatmin olabilirse, başkalarının da o derde iştirakle giriftar olmuş bulunmalarını görmekten tatminleri öncekinden daha ziyade olur.
Kura askerlerinin gitmeleri mart ayına tevafuk ettiğinden Josephine kendi kendisine demişti ki:
“Zengin olacakmış! Hem de benim için zengin olacakmış. Öyleyse bari o gelinceye kadar ben onun için zengin olayım da o da görsün!”
Derhâl haber verelim ki Josephine zengin bir kız değildi. İhtiyar bir validesiyle ufak bir de kız kardeşi var idiyse de kardeşi başka bir evde ve evli olduğundan validesini beslemek dahi Josephine’in gayretine kalmıştı.
Josephine mahsul idrakine yevmiyeyle gider, çorap yamar, terzilik eder hangi iş çıkarsa yapar ve âdeta ekmeğini taştan çıkarır. Hamarat bir kız olduğundan, o zamana kadar kazancıyla, başka analı babalı, hâli vakti yerinde olan kızlardan daha güzel giyinip kuşanmakta ve daha rahat yaşamaktayken bu defa bir de zengin olmak azmine düşmüştü.
Köylü neyle zengin olur? Mevcut nakit parasını faize vererek bu şekilde gelirler elde ederek değil ya? Kalemiyle, fırçasıyla akıl ve zekâsıyla zengin olmak da bunlara nasip olmamıştır. Hiç şüphe yoktur ki köylünün zengin olması ya tarla ya kümes veyahut ahırla mümkün olur. Josephine ahır tedarik edecek kadar sermaye sahibi olmadığından çalıdan çırpıdan tedarik ettiği kümesinden tavuk, kaz ve ördek yetiştirmeyi gözüne kestirdiği gibi evi civarında bulunan bahçesinde de muktedir olabileceği sebzeleri ekmekten asla usanmayacak bir bahçıvan olmayı kararlaştırdı. Geceleriyse çorap veyahut dikişle vakit geçirirdi. Bu suretle kazancını artırmanın yolunu bulduğu gibi masrafını da her taraftan kısarak sevgilisi askerden gelinceye kadar en az bir iki inekle yedi sekiz keçi tedarikine kadar varmayı kararlaştırmıştı.
Kızın bu azmini nasıl kazandığını uzun uzadıya tafsil etmeyeceğiz. Köylülük hâlinin bu suretlerini tafsilden okuyucularımız belki de hiç lezzet almazlar. Alsalar bile zaten hikâyemizin tertibi bu gibi tafsilata müsait değildir. Fakat şunu okuyucularımızın nazarıdikkatlerine arz edeceğiz ki azimde ciddiyet ve kuvvet hususunda kadınlar daima erkeklere galiptirler. Erkekler hiçbir vakitte kadınlar kadar azim sahibi olamazlar. Bin hâl olur ki onlara bu azimlerini unutturur. Kadınlar ise kendi nefislerine elbette erkeklerden ziyade hâkim olduklarından göze aldırdıkları işi mutlaka tamamlarlar. Josephine ise kızlar arasında en ziyade azminde kuvvetli olan bir kadındır.
Salpetre askere gittikten üç ay sonra pederine bir mektubu geldi. İçinde bir de Josephine’e mektup vardı. Hâlbuki gerek babasının ve gerekse sevgilisinin mektupları bizim Yeni Cami’deki mektupçulara bedel Avrupa’da “ecrivain puplic”1 dedikleri mektupçuların hazır litografya ile yazılmış oldukları onar paralık mektuplardandı ki yalnız isim yerleri açık olan yerlere isimleri yazıp gönderirler. Bu mektuplardan babalara ve validelere olanların mealleri yalnız sıhhat temini ve afiyetten ibarettir. Sevdalılara gönderilenlerde ise ömrünün son gününe kadar sevdadan ayrılmayacağına ve asla hıyanet etmeyeceğine dair teminat da vardır. Bu durumda asker hastaneden mektup gönderse bile yine anasına babasına sıhhat ve afiyetini temin eder. Asker bu arada bir aşçı çamaşırcı filan ile sevda işini ilerletse bile yine de eski sevdalısına muhabbetini temin etmeye çalışır. Zira lazım olan şey yalnız memlekete bir mektup göndermektir. İçinde ne olduğu o kadar ehemmiyet götürmez. Bak şu mektup hususunda bizim askerler Fransa’ya galiptirler. Zira Mehmetçikler, hısım akrabadan, konudan komşudan başka bütün köy ahalisine ve civar köylerdeki dostlara da selamlar yazdırarak hele hâl ve hatır sormaya gelince koca öküzün, sarı ineğin, topal kısrağın bile hâl ve hatırını sormasını yazıcı efendiye emrederler. Hem de Fransa’da on paraya bir mektup satın aldığı hâlde bizim Mehmetçikler yirmi para verirler.
Altıncı ay Salpetre’den gelen mektup öyle basmakalıp olmayıp da kendi yazısıyla olursa beğenir misiniz? Evet! Alaylarda askerleri tedris ederler. Bunlardan dirayetli ve çalışkan olanlar bayağı ileri giderler. Bizim genç Salpetre hepsinden daha dirayetli ve bahusus çalışkan olduğundan altı ay zarfında yazı yazmayı öğrenmişti. Gerçi imlasında pek çok yanlışları var idiyse de zaten köyde mektubu okuyanların yanlışları daha ziyade olduğundan Salpetre’in hatalarının farkında da olamazlardı.
Bu defa genç Salpetre’in sevgilisine yazdığı mektup hakikaten her okuyana tesir edecek bir surettedir. Askerlikten bahsederek her nefer, askerlik aleyhine bir fikir beyan etmiş olduğu hâlde Salpetre aksine askerliği pek ziyade beğenmişti. “Askerlik insanı insan edecek bir mekteptir!” diyor ve “Josephine’im sana daha terbiyeli bir arkadaş olmak için işte çalışıp okumak ve yazmak bile tahsil ediyorum.” diye övünüyordu.
Josephine bu sözü işitince kendisi de tahsile mecbur olmaz mı? Hiç o gayretli kızcağız, bu müsabakada da sevgilisinden aşağıda kalır mı? Salpetre zengin olmak arzusunda bulunduğunu görünce servet cihetinden kocasına layık bir kadın olmaya karar vermişse, Salpetre askerde terbiye ve tahsil görerek köye eğitimli ve edepli bir adam olduğu hâlde gelince kendisini bu cihetten de kocasına layık bir kız göstermek gayreti, zavallı Josephine için bu his zengin olmak gayretini de geçti.
Bu mektubun cevabını köy papazına yazdırdı. Fakat aşka dair hiçbir şey söylemediği hâlde ertesi günden itibaren papazdan birer ders almaya başladı. Diğer üçüncü ayda sevgilisinden mektup geldiğinde onu kendi kendine okuyup yazdırdığı cevapta da “Şimdilik mektubunuzu kendim okudum!” diye bir işaret verdi. Ondan sonra ise imla yanlışları müstesna olmak şartıyla sevgilisiyle doğrudan doğruya kendi el yazısıyla haberleşmekten başka Salpetre’in babası tarafından yazılan mektupları da Jozefine yazar oldu.
Bu haber de köyde yayılınca, kızlar ve hatta delikanlılar bile Jozefine’i bir kat daha küçümsemeye başladılar. “Josephine okuyup yazıyormuş. Kim bilir ne kadar büyük bir kadın olacak. Monsieur Salpetre de askerde okuma yazma öğrenmiş. Yarın bir miralay Salpetre olur da Josephine de Madame La Colortelle olursa görürsünüz!” diye kahkahaları ayyuka çıkarıyorlardı.
Evet! Eğitim meselesi henüz Avrupa’da da böyledir. Orta Çağ Avrupa’sında okumak yazmak ve bir mektuba imza bile koymak ayıp karşılanırdı. Şimdilerde ise şehirliler, eğitim hakkındaki fikirlerini değiştirmişler ve eğitim öğretime pek çok ehemmiyet vermişlerse de köylüler hâlâ eğitim öğretimi ayıp görerek ve küçümseyerek: “Kalem tutan parmaklar kazma kürek tutamazlar. Hâlbuki yaşamak için kalem değil kazma kürek sallamalıdır.” sözünü güya büyük bir hikmet olmak üzere söylerler. Bu sebeptendir ki Avrupa hükûmetleri eğitimi en alt seviyedeki adamlara kadar yaymak için teşviklerin bir faydasını göremeyince çocukların talim ve terbiyesini mecburiyet altına almışlar ve evlatlarını belli bir yaşa kadar mektebe göndermeyen babalara ceza vermeye kadar mecbur olmuşlardır. Ama köylüler için eski kafayı terk etmek yalnız bizim buralarda değil; Avrupa’da da en güç işlerden sayılmıştır.
Salpetre gideli iki sene oldu. Fakat “Mektuplaşmak ulaşmanın yarısıdır.” sözü gereğince bizim âşıklar yazıştıkları mektuplarla bayağı hasretlerini gideriyorlardı. Dolayısıyla Josephine kendisini o kadar bahtiyar buluyordu ki tarife sığmaz. Diğer kızların çoğu eski sevgililerini unutarak