Türk cemiyetinin “boy” şeklini bulmak için tarih bize rehberlik edemez; bu hususta kavmiyata (etnografya) ve seyahatnamelere müracaat etmemiz lazımdır. Bazı eski iller vardır ki bugün boylara inhilal etmiştir. İnhilalden doğan bu boyları tetkik edersek tekâmülden evvelki boylar hakkında da bir fikir edinmiş oluruz. Mesela Harizm ülkesindeki Türkmenler, bugün müstakil boylar hâlinde yaşıyorlar. Misal olarak bunlardan “Teke Boyu”nu tetkik edelim:
“Teke Boyu” da öteki Harizm ve İran boyları gibi, “taife”lerden, “taife”ler “tire”lerden mürekkeptir. Tekelilerde hâkimiyet “boy meclisi”nde, yani “halk meclisi”ndedir. Her fert bu meclisin azasındandır. Bu meclis, bir han, yani bir “tudun” intihap eder. Fakat han, halkı memnun edemezse istifaya mecburdur. Hanın maiyetine gençlerden kırk yiğit verilir. (Korkut Ata Kitabı gösteriyor ki eski Oğuzlarda da her boy beyinin kırk yiğidi vardı.) Bunlar hanın emirlerini infaz ederler. Fakat hanın mali kuvveti, binaenaleyh hazinesi yoktur. Hususi maksatlar için “ihtiyar” namıyla bir “halk mümessili” intihap olunur; ittifak, müsalaha gibi siyasi mukavelelerde elçilik vazifesini bunlar yaparlar.
“Teke”liler üç kısma ayrılmışlardır:
1. Toktamışlar ki Merv Vahası’nın şark kısmındadırlar.
2. Otamışlar ki garp kısmında sakindirler.
3. Beyler ki vahanın şarki müntehasında otururlar.
Bu üç zümrenin üçünde de ayrı ayrı yukarıda zikrettiğimiz teşkilat mevcuttur. Bundan bir müddet evvel “boy hükûmeti”, “saray hükûmeti”ne doğru istihaleye başladı. Demokrasiden kılıçla kazanılmış irsî bir hükümdarlığa doğru yürüdü. Bu yeni idare tarzı, Nur Verdi Han adlı meşhur bir reis ile başlar. Bu Han, Tekelileri Hive ve İran devletleriyle “Sarık=Sarı” aşiretine karşı muzafferiyetlere nail etti. Han, cesur ve kerim idi. Kendilerini hükümdar yapan insanlar enmuzecinden idi. Nüfuzu o kadar büyük idi ki “Ak Kal Tekelileri”nin riyasetini oğlu Mahdum Kulu Han’a verdi; kendisi Merv Vahası’ndaki Tekelilerin riyasetini kazanmaya muvaffak oldu.
Tekelilerde “serdar” namıyla “akın” idare etmesini bilen tabii reisler de var. Bu tabii kumandanlardan biri bir akına karar verdi mi üzerinde ufak bir bayrak bulunan mızrağını otağının önüne diker ve bütün iyi Müslümanları Hazreti Nebi namına sancağı altına davet eder. Silah altına davet pek nadir olarak iyi bir kabul görmez (Çünkü akınlar ekseriyetle Şiiler ve Ruslar aleyhinedir.). Serdar derhâl çadırı altında yüzlerce, hatta binlerce, cenkçiyi kör bir itaatle emrine hazır bulur. Bunlara tecemmu mahallini ve zamanını söyler; fakat hedefi söylemez.
Tekelilerin beyan olunan hâlleri, Hive Türkmenlerinin son derece müsavatçı, demokrat olduklarını gösteriyor. Avrupalı birçok seyyahlara göre, Hive Türkmenleri, dünyanın en demokrat kavmidir. Gaston Richard diyor ki: “Bu kavimde müsavat kemalin son derecesini bulmuştur; çünkü Türkmenlerde ücretle müstahdem hizmetçiler yoktur. Esirler ise pek azdır.”
Türkmenlerin demokratlığı yalnız içinde hizmetçilerin ve esirlerin bulunmamasından ibaret değildir. Tekelilerde gördüğümüz veçhile, Türkmenler âdeta “referandum” usulüyle idare olunur bir cumhuriyettir. Hanın bir cumhur reisi kadar bile nüfuzu yoktur. Çünkü maaşı, tahsisatı yoktur. Hanı intihap ve azleden “halk meclisi”dir. Gaston Richard, Mihailof’’tan nakil ile şöyle diyor: “Kendi isteğiyle ne siyasi reisi ne derece farkı kabul etmeyen bu müsavatçı halkta, efkâr-ı amme, taaddüd-i zevcata gittikçe gayri müsait oluyor. Türkmenlerde büyük bir ekseriyetin yalnız bir karısı vardır ve taaddüt-i zevcatı asla kabul etmezler.”
Hive’deki Türkmenler müstakil boylar hâlinde yaşamakla beraber, aralarındaki eski bir il rabıtasını gösteren bazı ananeler de vardır:
Güya Türkmenlerin hepsi Mangışlamak’tan çıkmışlar. İlk ataları Sun Han ile Esen İli imiş. Sun Han’dan Yomut ile Teke doğmuş, Esen İli’den de Çavdar ile Salur üremiştir.
Er Sarı ile Köklen esasen Bin Kışlak’ta otururlarmış.
Bu rivayete bakılırsa Hive’deki Türkmenlerin vaktiyle iki kola münkasım bulunduğu, binaenaleyh bir “orta il” olduğu anlaşılıyor. O hâlde bugünkü “müstakil boy hayatı” bir inhilal neticesidir.
Türk cemiyetinin ilk devrine çıkacak olursak “boy”u, bir “aşiret”ten ibaret görürüz. Mahmut Kaşgarî’nin beyanına göre, her boyun “çıvı” adlı hususi bir mabudu varmış. İki boy muharebe edecekleri günden evvelki gecede, iki tarafın “çıvı”ları düello ederlermiş. Gece hangi “çıvı” galip gelirse sabahleyin vuku bulacak muharebede mutlaka onun boyu galebe çalarmış. Bundan anlaşılıyor ki “çıvı”lar kendi boylarını akına, kan davasına, teşvik eden “aşiret ilahları” idiler. Bunlardan başka, büyük bir ihtimale göre, her tirenin, her semiyenin bir totemi vardı. Yani semiyenin ismi bir hayvan yahut nebat adı idi. Semiye ile adaş olan bu hayvan yahut nebat, kendi semiyesi tarafından mukaddes tanınırdı. Eti yenilmez, kanı dökülmez, hakkında hürmetsizlikte bulunulmazdı. Eski Türklerin boy devrinde, “totemizm” dininin hâkim olduğu, bazı izlerden anlaşılıyor. Yakutlarda her şamanın bir “eye kila”sı yani bir “maderî totem”i vardır (“Eye”, “ana” demektir. “Kil”, “hayvan” manasınadır.). Bu totemler kurt, ayı, köpek, at öküz gibi hayvanlardır. Hubert’e göre şamanlar, burada semiyelerin yerine kaim olmuşlardır. O hâlde, bu totemler, esasen tirelere aittir. Zaten, totemlerle çıvılar mensup oldukları zümrelerin maşerî vicdanlarının timsallerinden ibaretti. Eski Türkler tarafından bütün içtimai mahiyetlerin bu gibi timsallerle irade olunduğunu ileride göreceğiz. Totemizmin bir izi de bütün zümre isimlerinin hayvan, nebat yahut eşya adları olmasıdır.
“Börtüler” (Kurtlar); “Baş Kurtlar” (Arı Beyleri); “Varsaklar” (Parslar); “Tuhsınlar” (Tosunlar); “Oğuzlar” (Öküzler); “Ak Koyunlular”; “Bağışlar” (Dişi Geyik); “Ala Yund” (At); “Teke”; “Kara Keçi”; “Boz Doğan”; “Develi”; “Araslar” (Arslan). Totemizmin başka izlerini de ileride il bahsinde göreceğiz.
İL 2
“İl” kelimesi, Orhun Kitabesi’nde “devlet” manasınadır. Mahmut Kaşgarî Lügati’nde il kelimesi “sulh” manasını ifade eder. İl kelimesinin bu iki manası, eski Türklerce, “sulh” ile “devlet” arasında bir rabıtanın vücuduna delildir. Filhakika, eski Türklerde il, “sulh dini” adını verebileceğimiz bir din sistemidir. Bu dinle, yeni bir ilah, “il ilahı”, boy ilahlarına galebe çalarak boylar arasında akını, soylar arasında kan davasını nehye başlamıştı. Artık aşiret kavgaları yasaktı. Çıvılar, kendi boylarını, aşiret kavgalarına teşvik etmeyecekti. Bir “sulh dini”ni kabul edenler, “sulh dairesi”ne, “il dairesi”ne girmiş olurdu.
Bu suretle vücuda gelen “il dairesi”nden en eski Türk devleti teşekkül etti. Türklerde “devlet”, bu “il dini” kadar eskidir. Çinliler, merkezî bir devlet kuramıyorlardı. Tsin Türkleri, milattan 245 sene evvel, “il dini”ni oraya sokarak ilk defa Çin’de siyasi bir vahdet vücuda getirdiler. Türkler, bu “sulh dini” sayesinde, Asya’nın her tarafına ve Avrupa’nın şark taraflarına yayılarak oralardaki aşiretleri birleştiriyor, dâhilî sulh esasına müstenit devletler vücuda getiriyorlardı; Çin’de, Afganistan’da, Belücistan’da, Hint’te, Rusya’da, Macaristan’da, Ulahlık’ta, Bulgaristan’da devlet esasını kuran Türklerdi.
Bidayette, bütün Asya ve Şarki Avrupa, kavgacı aşiretler hâlindeydi. Boylar durmaksızın birbirleriyle gazve, soylar durmaksızın kan davasını takip ederler, bundan dolayı savaşlar yaparlar, arada sel gibi kanlar akardı. “İl dini”, bu dökülen kanlara nihayet verdi. Asya’da, Şarki Avrupa’da umumi bir sulh husule getirdi. Türk ilhanları zamanında, Mançurya’dan Macaristan’a kadar, herkes başına altun koyup hür, serbest gezebilirdi.
Bazı bedhahlarımız, Türklerin büyük ilhanlıklar kurmak için, muharebeler