“Sana tam olarak kim olduğumu söyleyemem.” diye cevapladı tuhaf bir sızlanmayla, “Çünkü henüz doğalı birkaç saat oldu ama soyadım kesinlikle Button.”
“Yalancı! Sen bir sahtekârsın!”
Yaşlı adam yorgun bir şekilde hemşireye döndü. “Yeni doğan bir çocuğu karşılamak için güzel bir başlangıç.” diye zayıf bir sesle şikâyet etti. “Ona yanıldığını söyle, olur mu?”
“Yanılıyorsunuz Bay Button.” dedi hemşire ciddi bir şekilde. “Bu sizin çocuğunuz ve bu konuyla alakalı elinizden gelenin en iyisini yapmalısınız. Sizden ricamız onu olabildiğince hızlı bir şekilde eve götürmeniz, mümkünse bugün içinde.”
Bay Button şaşkınlık içinde, “Ev mi?” dedi.
“Evet, onu burada tutamayız. Gördüğünüz gibi bu mümkün değil.”
“Çok mutlu olurum.” diye sızlandı yaşlı adam. “Burası düşük beklentileri olan bir ufaklığı tutmak için iyi bir yer. Bütün bu bağırışlardan ve ağlamalardan dolayı gözümü bile kırpamadım. Yiyecek bir şeyler istedim -burada sesi isyan eden tiz bir tona çıkmıştı- ve bana getire getire bir şişe süt getirdiler!”
Bay Button oğluna yakın bir sandalyeye çöktü ve yüzünü ellerinin arasına aldı. “Aman Tanrı’m!” diye dehşet içinde mırıldandı. “İnsanlar ne der? Ne yapmalıyım?”
“Onu eve götürmeniz gerekiyor.” diye ısrar etti hemşire. “Hem de hemen!”
Keder içindeki adamın gözünün önüne korkunç netlikte bir resim geldi. Bu dehşet verici yaratık yanında yürürken şehirdeki kalabalık sokakları arşınladığı bir resim. “Yapamam, yapamam.” diye inledi.
İnsanlar onu durdurup konuşmak isteyeceklerdi, o zaman ne söyleyecekti? Bu yetmişlik adamı tanıtmak zorunda kalacaktı: “İşte benim oğlum, bu sabah erken saatlerde doğdu.” Sonra yaşlı adam battaniyesine sarınacak, beraber ağır ağır yürüyerek hareketli mağazaları, köle pazarını, -karanlık bir an boyunca Bay Button, içten bir şekilde oğlunun siyahi olmasını ummuştu- lüks evleri ve huzurevini geçeceklerdi.
“Haydi bakalım! Kendinizi toparlayın.” diye komuta verdi hemşire.
“Bana bakın.” dedi yaşlı adam aniden, “Eğer eve bu battaniyeye sarılı şekilde gideceğimi düşünüyorsanız, kesinlikle yanılıyorsunuz.”
“Bebekler battaniyeyle götürülür.”
Yaşlı adam kötü bir hışırtıyla beşiğinden beyaz bir kundak örtüsü çıkardı. “Baksana!” dedi titrek bir sesle. “Benim için hazırladıkları şey bu.”
Hemşire ciddi bir şekilde, “Bebekler her zaman onu giyerler.”
“Pekâlâ.” dedi yaşlı adam, “Bu bebek iki dakika sonra hiçbir şey giymiyor olacak. Bu battaniye kaşındırıyor. Bana en azından bir çarşaf verebilirdiniz.”
“Çıkarma! Çıkarma!” dedi aceleyle Bay Button. Hemşireye döndü, “Ne yapayım şimdi?”
“Şehir merkezine gidin ve oğlunuza kıyafet alın.”
Oğlunun sesi Bay Button’ı koridor boyunca takip etmişti: “Ve bir de baston, baba. Baston istiyorum.”
Bay Button çıkarken dış kapıyı şiddetli bir şekilde çarptı…
2
Bay Button, Chesapeake Kuru Eşyalar Şirketindeki tezgâhtara gergin bir şekilde “Günaydın.” dedi. “Çocuğum için kıyafet almak istiyorum.”
“Çocuğunuz kaç yaşında, efendim?”
Bay Button farkında olmadan, “Yaklaşık altı saatlik.” diye cevap verdi.
“Bebek ürünleri bölümü arkada.”
“Ah, ama istediğimin bu olduğundan pek emin değilim. Şey, o alışılmadık şekilde iri boyutlu bir çocuk. Son derece iri hem de.”
“O bölümde en iri bebeklere göre de ürünler var.”
Bay Button fikrini değiştirerek, “Peki çocuk bölümü nerede?” diye sordu. Tezgâhtarın utanç verici sırrını fark ettiğine emindi.
“Burası.”
“Pekâlâ.“ dedi tereddütle. Oğlunu yetişkin erkek bölümünden giydirme fikri itici gelmişti. Eğer, diyelim ki, büyük boy bir çocuk takımı bulursa o uzun iğrenç sakalı kesebilir, beyaz saçını kahverengiye boyayabilir ve böylece en kötü yanları gizlemeyi başarabilirdi. Böylece en azından kendisine olan saygısını koruyabilir hatta belki Baltimore topluluğundaki namını bile kurtarabilirdi.
Ama hummalı bir araştırma çocuk bölümünde yeni doğan Button’a göre bir takım olmadığını açığa çıkardı. Tabii ki de mağazayı suçladı çünkü böyle durumlarda mağaza suçlanır.
“Oğlum kaç yaşında demiştiniz?” diye merakla sordu tezgâhtar.
“On altı yaşında.”
“Ah, kusura bakmayın. Ben altı saatlik dediniz diye anlamıştım.
Gençler için olan bölümü yandaki koridorda bulabilirsiniz.”
Bay Button acınası bir şekilde döndü. Sonra bir anda durdu ve yüzü aydınlandı. Parmağıyla vitrindeki mankeni işaret etti. “İşte!” diye haykırdı. “Şu takımı alacağım, mankenin üzerinde olanı.”
Tezgâhtar dik dik baktı. “Ama!” diye itiraz etti, “O çocuk takımı değil ki. Daha çok şık partiler için. Kendiniz bile giyebilirsiniz!”
“Paketleyin.” diye ısrar etti gergince. “Onu istiyorum.”
Tezgâhtar şaşkın bir şekilde söyleneni yaptı.
Hastaneye geri dönen Bay Button çocuk odasına gidip paketi oğluna neredeyse fırlattı. “İşte kıyafetlerin.” dedi sinirli bir şekilde.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.