Hüseyin Fellah. Ахмет Мидхат. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-06-8
Скачать книгу
ramak kalmıştı.

      Artık olanca cesaretini değil, kendisinde olmayan cesareti dahi bulup buluşturmak ve derip devşirmek lazım geldi. Paşa Hamamı’ndan Yamalı Hamam’a kadar hanımın yürüyüşüne ve hareketine birisi dikkat edecek olsaydı sarhoş olması gibi bir suizanda bulunmayacak olsa bile, mutlaka saralı olduğundan asla şüphesi kalmazdı.

      Yamalı Hamam’ı da geçti. Karabaş Camisi yanından bu isimde olan mahalleye sapıp nihayet esirci Trabzonlu Mehmet Ağa’nın önceden tanımış ve öğrenmiş olduğu evinin kapısını çaldı.

      Laz Mehmet Ali’nin zevcesi bulunan ve kendi hanesinde misafir kaldığı gece hanıma ziyadesiyle ikram etmiş olan bir Kabartay karısı pencereden bakarak hanımı layığıyla tanıdıktan sonra ne dese beğenirsiniz? Bakınız ne dedi:

      Kabartay: “Kimdir o?”

      Hanım: “Açsanıza hanım! Benim.”

      Kabartay: “Siz kimsiniz?”

      Hanım: “Allah Allah, a kardeş benim kim olduğumu görmüyor musunuz? İşte Şehlevend’in validesi!”

      Kabartay: “Nasıl Şehlevend?”

      Hanım: “Canım gelininizi de mi unuttunuz?”

      Kabartay: “Biz öyle Şehlevend filan tanımayız hanım! Ne oğlumuz vardır ne de gelinimiz. Yoksa yanlış yere gelmiş olmayasınız?”

      Hanım: “Üstüme iyilik sağlık! Esirci Mehmet Ali Ağa’nın hanesi bu değil midir?”

      Kabartay: “Ha! Anladım kardeşim! Yine yanlışsınız ya! Bu hane Mehmet Ali Ağa’nın değildi. Mehmet Ali Ağa burada kiracı idi. Çıktı. Nereye gittiğini bilemeyiz. Ondan sonra biz taşındık.”

      Hanım: “Niçin böyle söylüyorsunuz a kardeşim? Ben sizi tanımıyor muyum sanki?”

      Kabartay: “Sen bizi tanıyorsan hanım, biz seni tanımıyoruz.” diye cumbadan çekildi. Ondan sonra kadıncağız her ne söylediyse güya yalnız cumbaya söylüyormuş oldu. Cumba insana cevap mı verir?

      İşte biçare Şehlevend’in biçare validesi Laz’ın kapısından bir ayrılış ayrıldı ama bu ayrılış bütün ümitlerinden ayrılmak demek olduğu için, karıcığın ne hâle girmiş olduğu ancak düşünce sahiplerinin mülahazalarına muhtaç kalır.

      Kabartay karısının hısımlığa akrabalığa sığmayan bu muamelesini neye yoracağını ve yeniden düşmekte olduğu felaketten kaçmak için hangi yola gideceğini bilemeyerek ve özellikle bir daha Kılıç Ali Paşa Camisi önünden geçmeye yüreğinde kuvvet bulamayarak kapı içinden geçip Galata yolunu tuttu. Niyeti Karaköy İskelesi’ne gelip de oradan bir kayığa binerek Yemiş’e çıkmak idi. Tam Sandıkçılar Çarşısı’na gelince Laz Mehmet Ali’yi bir çilingir dükkânında yine kendisi gibi bir Laz çilingir ile konuşmakta görmesin mi?

      Bu aralık damadını ve hatta doğrudan doğruya kızını görmüş kadar memnun olmuş idiyse de yukarıda geçen Kabartay karısının muamelesi hatırına gelince güya yine o kadını görmüş gibi derin bir ızdırap hissetti. Hiddetinden, ızdırabından, hayretinden titreye titreye Laz’ın karşısına varıp boğula boğula söze başladı.

      Hanım: “A Mehmet Ali Ağa! Mısır’dan geldin de bir kere gelip hâlimi sormadın. Böyle hısımlık akrabalık mı olur?”

      Laz: “Nasıl Mısır’dan?” (yanındaki Laz’a hitaben) “Hemşehrim, ben bu yakında Mısır’a gittim mi?”

      Hemşehrisi: “Yok! Sen üç seneden beri İstanbul’dan dışarıya çıktın mı?”

      Hanım: “Canım kızımı gelin götürmedin mi?”

      Laz: “Haa!.. Onu mu soruyorsun? Şehlevend’i değil mi? Ben onu kendim gelin götürmedim hanım, gönderdim. Fakat sağlık selametle göndermemiş olaydım…”

      Hanım: (heyecanla) “Sakın bir dirliksizlik olmasın! Kızımdan kâğıt da aldığım yok!”

      Laz: “Hayır! Onların dirlikleri düzenlikleri pek yerinde. Lakin o oğlum olacak katırla bozuştuk. Selamı sabahı kestik. Dört aydır bir mektup aldığım yok.”

      Hanım: (biraz nefesi genişleyerek) “Niçin böyle uygunsuzluklar oluyor a kardaş! Baba ile oğul arasında…”

      Laz: “Öyle oğul yere geçsin! Adı batsın! Hem Allah’ı severseniz hanım, bir daha bana o melunun sözünü etmeyiniz! Damadınıza mektup mu yazacaksınız, ne yapacaksınız, hasılı ne edecek iseniz kendiniz ediniz.”

      Hanım: (tam bir utangaçlıkla, yavaşça) “Canım harçlığım da kalmadığından…”

      Laz: (hiddetle, telaşla) “Dedim ya işte, ben bir şeye karışmam! Katırın ismini bile ağzıma almam. Yeminim var ay efendim, yeminim var! Ağzımdan fena sözler çıktı. Şartım var!”

      Hanım: “Güzel ama a Mehmet Ali Ağa! Ben mektup yazsam bile kimle göndereyim! Geleni gideni bilmem.”

      Laz: “Sen mektup yazacak olursan getir bu dükkâna bırak. Ben giden olursa gönderirim. İşte bildiğim de söyleyeceğim de bu kadar.”

      Hanım: “Hem siz evden çıkmışsınız. Şimdi nerede olduğunuzu da bilmiyorum ki!”

      Laz: “Kasımpaşa’da dere üzerinde bir yerde oturmaktayız. Gelip kime sorsanız evimizi gösterebilir.”

      Mehmet Ali, bu sözleri o kadar müdafaakârane bir surette hiddetle, telaşla söyledi ki kadıncağız, korkusundan ne söyleyeceğini de şaşırdı. Nihayet son sözünü de bitirdikten sonra aldı başını yürüyüverdi. İki eli böğründe kalan kadıncağız, bir müddet donup kaldıktan sonra çilingir Laz’ın, “Hanım bugün Mehmet Ali Ağa’nın pek hiddetli bir günüdür. Boşuna bekleme.” demesi üzerine zaten Kabartay karısının muamelesi ve Laz Mehmet Ali’nin dahi “Kasımpaşa’da oturuyoruz.” diye açıkça yalan söylemesi, kadının emniyet ve itikadını bütün bütün ihlal etmiş olduğundan, artık göz pınarlarına birikmiş kalmış olan yaşları yaşmağına içirerek, içini çekerek, boynunu bükerek, mahzun ve meyus Karaköy İskelesi’ne vardı.

      İkinci Kısım

      Şehlevend’in annesi Karaköy İskelesi’ne geldiği zaman yaşlıca bir kayıkçıya “Aman kayıkçı, beni Yemiş İskelesi’ne çıkar.” diyerek âdeta sersem bir hâlle kayığa atlamıştı. Hâlbuki kayıkçı henüz avare etmeden, bir de tersane adamlarından üstü başı temiz bir ağa gelip “Kayıkçı, beni de şu brike bırakıver.” diye kayığın kıçına atladı. Gerçekten Yağkapanı önünde bir Osmanlı brik gemisi demirli olup etrafına üşüşmüş bulunan kayıklardan, geminin henüz yeni taşradan gelmiş olduğu anlaşılıyordu.

      Hatta kayıkçı, durumu tersaneliden izah etmesini dahi istedi ve “Bu gemi Gemlik’te idi. Bu sabah geldi. İçinde bir dostum var da onu görmeye gidiyorum.” cevabını aldı.

      Üç beş dakikada gemiye vardılar. Malum olmalıdır ki o asırda tersanenin kürek ile çektirilen gemilerini temaşa için yaklaşmak, insana hoş gelir bir şey değildi. Çünkü müebbet veya muvakkat suretiyle verilmiş cezalar için kürek çivileri hizasına çakılmış ve “altta yok, üstte yok” tabirinin gerçek niteliğini taşıyan kürek suçlularının esef verici hâlleri insana rikkat verirdi.

      Ya her yüzden biçare, her yüzden felaketzede olan kadıncağızın, bu yüzden dahi herkesten ziyade muzdarip olacağı hesap edilemez mi?

      Şehlevend’i gelin gitmekten mene çalıştığı esnada hani ya bir Ömer ismini yâd etmişti. Bu isim hatırınızda mıdır? Çocuğun ölüme bedel küreğe konulmuş olduğunu ve hâlbuki bu felakete