Dorian Gray’in Portresi. Оскар Уайльд. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Оскар Уайльд
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-00-6
Скачать книгу
l şeyler yaratandır. Sanatı öne çıkarmak ve sanatçıyı gizlemektir sanatın amacı. Eleştirmen, güzel şeylerin kendisinde bıraktığı intibayı farklı bir surete veya yeni bir cisme dönüştürebilendir.

      Eleştirilerin -en evlasından en bayağı olanına kadar- her biçimi otobiyografik tarzdadır. Güzel şeylerde çirkin manalar bulanlar, cazibeden nasibini alamamış, pespaye kişilerdir. Bu tutum bir hatadır.

      Güzel şeylerde güzel manalar bulanlar, irfan sahibi kişilerdir. Bunlar umut vadederler. Bu kişiler güzel şeylerde sadece güzelliği gören seçkin kişilerdir.

      Ahlaki veya gayriahlaki kitap diye bir şey yoktur. İyi yazılmış veya kötü yazılmış kitaplar vardır. Konu bundan ibarettir.

      On dokuzuncu yüzyıldaki realizme yönelik nefret, Caliban’ın aynada kendi suretini görmemesinden duyduğu nefretin aynısıdır.

      On dokuzuncu yüzyıldaki romantizme yönelik nefret ise Caliban’ın aynada kendi suretini görmemesinden duyduğu nefretin aynısıdır.

      İnsanın ahlaki yaşantısı sanatçının ana fikrinin bir kısmını teşkil eder; ancak sanatın ahlakı, kusurlu araçların kusursuz biçimde kullanılmasından müteşekkildir. Hiçbir sanatçının herhangi bir şeyi ispat etmek gibi bir arzusu yoktur. Özünde doğru olan şeyler bile ispat edilebilir. Hiçbir sanatçı ahlakiliği kayıran görüşlere sahip değildir. Bir sanatçının ahlakiliği kayıran görüşlere sahip olması, mazur görülemez bir üslup yanılgısıdır. Marazi sanatçı yoktur. Sanatçı dilediği her şeyi ifade edebilir. Düşünce ve dil sanatçı için sanat yaratmakta kullanılan araçlardır. Günah ve erdemler sanatçının sanat yaratmakta kullanacağı malzemelerdir. Biçim bağlamında, tüm sanatların cinsi müzisyenin sanatı gibidir. Hissiyat bağlamında ise emsal, aktörün hüneridir. Tüm sanatlar aynı anda hem dış yüz hem de semboldür. Dış yüzün ardını irdeleyenler, kendi kendilerini riske atarlar. Aynı şekilde, sembolü okumaya çalışanlar da kendilerini riske atarlar. Sanat aslında izleyeni yansıtır, hayatı değil. Bir sanat eseri hakkındaki fikir ayrılıkları, bu eserin yeni, karmaşık ve canlı olduğunun işaretidir. Eleştirmenler ihtilaf hâlinde ise sanatçı kendisi ile uyum içindedir. Ürününe hayranlık duymadığı sürece, faydalı bir ürün ortaya koyan kişiyi mazur görebiliriz. Faydasız bir ürün meydana getirmeyi mazur görmeyi mümkün kılan tek bahane ise bu ürüne karşı yoğun bir hayranlık beslenmesidir.

      Tüm sanatlar ziyadesiyle faydasızdır.

OSCAR WILDE

      1. BÖLÜM

      Güllerin yoğun kokusu atölyeyi doldurmuştu, hafif bir yaz rüzgârı bahçedeki ağaçların arasında kıpırdadıkça leylakların şiddetli ve hoş kokusu ve pembe çiçekler açan akasyanın çok daha zarif rayihaları açık kapıdan girerek içeriye ulaşıyordu.

      Lord Henry Wotton, üzerine uzandığı, küçük Acem kilimleriyle örtülü divanın köşesinde oturmuş, âdeti olduğu üzere arka arkaya sigara içerken titrek dalları alevlenen bir güzelliğin yükünü zar zor taşıyormuş gibi görünen sarısalkım ağacının bal tadında ve rengindeki hoş çiçeklerinin parıltılarını görebiliyordu. Bazen de büyük pencerenin önüne çekilmiş, ham ipekten uzunca bir perde boyunca, havada uçuşan kuşların masalsı gölgelerinin oluşturduğu şöyle bir Japon havası estirerek, ona hareket etmesi mümkün olmayan bir sanat türü aracılığıyla hızın ve devinimin sunduğu hissi aktarmaya çalışan Tokyo’daki soluk ve yeşilimsi suratlı ressamları hatırlatan o görüntüyü yakalıyordu. Uzun süredir biçilmemiş otlar arasında yol alan veya perişan hanımelilerinin altın sarısı uzantıları etrafında tekdüze bir ısrarla uçuşan arıların kasvetli uğultusu sükûneti daha da arttırıyordu. Londra’nın boğuk uğultusu, uzaklardaki bir orgdan gelen kalın bir notanın melodisine benziyordu.

      Odanın tam ortasında, dik duran bir tuval sehpasına yerleştirilmiş, olağanüstü güzelliğe sahip genç bir adamın tablosu duruyordu ve onun biraz önünde ise tabloyu resmeden sanatçının ta kendisi -Basil Hallward- oturuyordu. Sanatçı birkaç sene evvel aniden ortalıktan kaybolduğunda halk arasında bir telaş ve birçok tuhaf söylenti peyda olmuştu.

      Muazzam bir hünerle sanatına döktüğü zarif ve alımlı surete bakarken ressamın yüzünde memnuniyetten kaynaklanan bir tebessüm belirdi ve orada kaldı. Fakat ressam, birden ayaklandı, gözlerini kapattı ve sanki uyanmaktan korktuğu ender bir rüyayı zihninin içinde hapsetmeye çalışıyormuş gibi parmaklarını göz kapaklarının üzerine koydu.

      “Bu senin en iyi işin Basil, şimdiye kadar yaptığın en muhteşem şey.” dedi Lord Henry baygın bir şekilde. “Önümüzdeki yıl bunu mutlaka Grosvenor’a1 göndermelisin. Akademi ziyadesiyle büyük ve bayağı. Oraya ne zaman gitsem ya insanlarla dolup taştığı için resimlere bakamıyorum -bu bir rezalet- ya da o kadar çok resim oluyor ki insanları görmeye fırsat bulamıyorum; bu daha da kötü. Cidden, bu resmi göndermen gereken tek yer Grosvenor.”

      Ressam, tuhaf bir şekilde başını geriye savurarak -Oxford’dayken bu hareketi arkadaşlarını güldürürdü- “Bana kalırsa resmi hiçbir yere göndermemeliyim.” diye cevap verdi. “Hayır, hiçbir yere göndermeyeceğim onu.”

      Lord Henry kaşlarını kaldırdı ve bolca afyon kattığı sigarasından kıvrım kıvrım çıkan, mavimsi ve tuhaf halkaların arasından şaşkın bir ifadeyle ressama baktı. “Hiçbir yere göndermeyecek misin? Ah canım arkadaşım, neden? Bir sebebin var mı? Siz ressamlar ne kadar tuhaf adamlarsınız?! Bu hayatta yaptığınız her şeyi itibar kazanmak için yapıyorsunuz. Ve itibar elde ettiğinizde ise bu itibarı sanki üstünüzden atmak istiyorsunuz. Bu tutumunuz çok gülünç, nitekim dünyada insanların bahislerine konu olmaktan daha kötü bir şey varsa o da hiçbir bahse konu olmamaktır. Bunun gibi bir portre İngiltere’deki tüm gençleri geride bırakmanı ve tüm ihtiyarları da kıskandırmanı sağlayabilir; tabii ihtiyarlar hâlâ bir şeyler hissedebiliyorlarsa.”

      “Bana güleceğini biliyorum.” dedi. “Ancak resmi gerçekten sergileyemem. Ona kendimden çok fazla şey kattım.”

      Lord Henry divanın üstünde gerindi ve güldü.

      “Evet, güleceğini biliyordum ama bu böyle, aynen söylediğim gibi.”

      “Kendinden çok fazla şey mi kattın?! İnanamıyorum sana Basil. Bu kadar kibirli olduğunu bilmezdim ve ben, o kaba, sert yüzün ve kömür karası saçlarınla senin ve sanki fildişi ile gül yapraklarından yaratılmış bu genç Adonis’in arasında herhangi bir benzerlik göremiyorum. Dinle, sevgili Basil; o bir Narkissos, öte yandan senin yüzünde bilgelik taşıyan bir ifade yok diyemem. Fakat güzellik, yani gerçek güzellik bilgeliğin başladığı yerde son bulur. Bilgelik başlı başına bir mübalağadır, yüzlerdeki ahengi yok eder. Her kim oturup düşünmeye başlasa anında yekpare bir burun veya alın hâline gelir veya bir çirkinlik abidesine dönüşür. Bilgelikle başarı kazanmış meslek erbaplarına bir bak. Ne karda çirkinler! Tabii ki, kilisedekiler hariç. Ama ne var ki, kilisedekiler de düşünmezler. Bir papaz, on sekiz yaşında bir çocukken kendisine anlatılanları, seksen yaşında anlatmaya devam eder ve bunun doğal bir sonucu olarak, her daim kusursuz bir letafete sahiptir. Bu, ismini bir türlü benimle paylaşmadığın ancak resmi beni benden alan gizemli genç arkadaşın hiç düşünmüyor. Bundan adım gibi eminim. Kışın çiçeklerden mahrum kaldığımızda, yazın zihinlerimizi serinletmeye ihtiyaç duyduğumuzda yanımızda olması gereken, akılsız ve güzel bir yaratık o. Kendini methetme Basil, ona bir nebze olsun benzemiyorsun.”

      Sanatçı “Beni anlamıyorsun Harry.” diye cevap verdi. “Tabii ki ona benzemiyorum. Bunun farkındayım. Açıkçası, ona benzemek beni kahrederdi. Sen istediğin kadar omuzlarını silkebilirsin. Sana doğruyu söylüyorum. Bedensel ve zihinsel tüm üstünlükler, musibeti; tarih boyunca kralların tereddütlü adımlarını izleyip duran bir musibeti peşinden sürükler. İnsanın hemcinsleri arasında sivrilmemesi daha iyidir. Çirkinler ve aptallar, bu dünyanın sefasını sürerler. Rahatlarını bozmadan, ağızları açık bir şekilde dönen oyunları izlerler. Zafere dair hiçbir şey bilmiyor olabilirler ama aynı zamanda yenilgiden de haberdar değildirler. Hepimizin aslında yaşaması gerektiği gibi yaşarlar; rahatsız edilmeden, sivrilmeden ve huzurlarını hiç bozmadan. Ne başkalarına eziyet verirler ne de yaban ellerin hoyratlığına maruz kalırlar. Senin statün ve servetin Harry, benim -eh değer her ne ise-aklım ve sanatım, Dorian Gray’in güzelliği… Hepimiz Tanrı’nın bize bahşettiği şeylerin cefasını ziyadesiyle çekeceğiz.”

      “Dorian


<p>1</p>

19. yüzyılda özellikle deneysel sanat eserlerini sergilediği için eleştirilere maruz kalan sanat akademisi. (ç.n.)