Tembel Ahmet, bir gün evin bahçesinde hava almak istedi. Annesi onu arkasına alarak bahçeye götürdü. Sultan hanım, kaynanasına dedi ki: “Sen onu bahçeye götürdün oradan getirmek de bana düşer.” Kaynanası: “Ah sen onu nasıl getirebilirsin?” demesiyle, “Kocam değil mi? Elbette getiririm.” dedi ve hemen mutfağa koştu, ateşli bir odun alarak Tembel Ahmet’in yanına gitti: “Sen hiç utanmaz mısın? Annen seni bahçeye sırtında getirip götürüyor. Daha ne zamana kadar evde kalacaksın! Haydi, git, çalış. Para kazan! Sen de bir adam ol. Yoksa bu odunla sana âlâ bir ziyafet çekerim.” dedi. Tembel Ahmet, bu hâli görünce korkusundan sokağa fırladı, çarşıya gitti. Orada onun bunun eşyasını taşımaya başladı. Akşama kadar beş on kuruş kazandı. Akşam olunca eve geldi. Yavaşça kapıyı çaldı; “Tak tak!”
Annesi: “Kim o?”
Tembel Ahmet: “Benim, Tembel Ahmet!”
“Gir içeri!”
“Hanım evde mi?”
“Evde!”
“Odun elinde mi?”
“Elinde!”
“Öyle ise içeri gelemem. Al bu parayı, ben yine kazanmaya gidiyorum.”
Annesi her ne yaptıysa Tembel Ahmet içeri girmedi. Ertesi gün yine beş on kuruş kazanarak akşam kapıya geldi, “Tak tak!”
“Kim o?”
“Benim, Tembel Ahmet!”
“İçeri gelsene oğlum!”
“Hanım evde mi?”
“Evde!”
“Odun elinde mi?”
“Elinde!”
“Öyle ise içeri gelemem. Al bu parayı, ben yine kazanmaya gidiyorum.”
Ertesi gün, bir tüccar, Tembel Ahmet’e beş yüz kuruş verdi. “Bu parayı harçlık olarak ailene bırak! Seni kervanbaşı tayin ediyorum. Benimle beraber Bağdat’a gideceksin. Hayvan başına sana yüz kuruş vereceğim.” dedi. Tembel Ahmet teklifi kabul etti. Beş yüz kuruşu alarak eve geldi.
“Kim o?”
“Benim, Tembel Ahmet!”
“İçeri gelsene oğlum!”
“Hanım evde mi?”
“Evde değil!”
“Odun elinde mi?”
“Elinde değil!”
“Al bu beş yüz kuruşu; ben ticaret için Bağdat’a gidiyorum.”
“Oğlum içeri gel de biraz yüzünü göreyim.”
“Hanım evdedir, gelemem. Allah’a ısmarladık!”
Tembel Ahmet kervan ile beraber yola çıktı.
Kervan, bir gün, ıssız, ağaçsız, susuz bir çöle vardı. Araya araya, tepeler arasında gizli bir kuyu buldular. Tüccar, Tembel Ahmet’e kova ile kuyuya inmesini ve orada kovayı su ile doldurmasını emretti. Bu işin ücreti olarak hayvan başına bir lira alınacaktı. Tembel Ahmet kuyuya indi, kovayı su ile doldurdu. Kervan halkı kovayı yukarı çektikçe hayvanlara su veriyorlardı. Hayvanlar suyu bitirince tekrar kovayı sallıyorlardı. Tembel Ahmet onu yeniden dolduruyordu fakat Tembel Ahmet yalnız bu işle meşgul değildi. Kuyunun içinde bir kapı gördü. Bu kapıdan içeriye girince kendisini bir köşk içinde buldu. Bu köşkte kara gözlü bir kız oturmuş, mahzun mahzun düşünüyordu. Kara gözlü kız, Tembel Ahmet’i görünce: “Aman Allah aşkına olsun! Beni bu kuyudan kurtar!” diye yalvarmaya başladı. Tembel Ahmet: “Şimdi seni çıkarırsam dışarıdaki arkadaşlarım belki sana bir fenalık ederler. Daha birkaç gün sabret. İlk uğradığımız şehirde kervandan ayrılarak iki at ve bir ip merdivenle buraya geleceğim, seni kurtaracağım.” dedi. Kız, kendisini unutmasın diye yüzüğünü parmağından çıkararak Tembel Ahmet’in parmağına taktı. Tembel Ahmet, köşkün bahçesine çıkınca orada, yemişleri narlardan farksız suni nar ağaçları gördü. Tembel Ahmet, tabii sandığı bu narlardan kopararak omzundaki heybesinin iki gözünü doldurdu ve kıza veda ederek kuyudan çıktı. Yolda kendi memleketine giden bir kervana rastladı. Bu kervanın içinde eski bir arkadaşını gördü. Heybeyi bu arkadaşına teslim ederek evine gönderdi.
Bir gün akşama doğru Tembel Ahmet’in evinde karısıyla annesi konuşuyorlardı. Kapı çalındı, “Tembel Ahmet size gönderdi.” diye içeriye narlarla dolu bir heybe verildi. Küçük sultan: “Ne güzel narlar!” diyerek heybeyi kilere götürdü. Bir gece gelin hanım, kaynanasına: “Bu güzel narlardan bir tanesini keselim de yiyelim.” dedi. Bir nar getirerek kesti. Narın yapma olduğunu, içinin inci, elmas, yakut ve zümrüt dolu olduğunu gördüler. “Bu narları saklayalım.” dedi. Ertesi gün kestikleri nardan çıkan mücevherleri sattılar. Bunun parasıyla padişahın sarayına karşı güzel bir saray yaptırdılar. İçinde tekke gibi bütün yolcuların ve turistlerin misafir edileceğini, âlâ yemekler verileceğini ilan ettiler. Padişah, vezirine: “Bu sarayın sahibini bilmek istiyorum. Kıyafetimizi değiştirerek oraya gidelim. Bir çorba içelim. Belki sahiplerini de görürüz.” dedi. Derviş kıyafetine girerek yeni saraya geldiler. Oradaki adamlardan hiçbirini tanıyamadılar.
Tembel Ahmet’in kervanı Bağdat’a ulaşınca tüccar, ona altın bir tepsi verdi. “Bu tepsiyi Musul padişahına götürürsen sana çok bahşiş verecektir.” dedi. Tembel Ahmet Musul’a giderek tepsiyi padişaha takdim etti. Padişah, Tembel Ahmet’in parmağındaki yüzüğü görünce dört seneden beri kayıp olan kızının yüzüğü olduğunu anladı. Padişah, yüzüğün ne suretle eline geçtiğini sordu. Tembel Ahmet kuyu macerasını anlattı. Padişah: “O benim kızımdır. Sizin memleketin veliahdına nişanlıdır. Bir gün kızım ortadan kayboldu. Çok aradık bulamadık. Nişanlısı da uğradığı felaketten çıldırdı. Şimdi kızımı kuyudan kurtarırsan hem benden hem kendi padişahından çok hediyelere sahip olursun.” dedi. Tembel Ahmet’e beş on araba ile bir tabur asker verdi. Tembel Ahmet, kuyunun yanına gelince içine indi. Kara gözlü sultanın bütün eşyasını dışarı çıkardıktan sonra sultana dedi ki: “Şimdi sen de çıkmaya hazırlan! Fakat önce ben çıkacağım çünkü sen daha evvel çıkarsan beni burada bırakıp gitmeleri ihtimali var!” Tembel Ahmet kuyudan çıktıktan sonra sultanı da çıkardı. Musul’a babasının yanına götürdü. Kız, babasıyla annesiyle görüştükten sonra nişanlısının yanına gitmek istedi. Tembel Ahmet, nişanlısının eniştesi olduğunu, kendisi de memleketine gitmek üzere olduğundan beraber gidebileceklerini söyledi. Sultan memnuniyetle gitmeye razı oldu.
Kafile, şehre bir saat mesafedeki bir köye ulaşınca Tembel Ahmet: “Siz burada kuracağımız çadırda bekleyiniz. Ben gidip geldiğinizi haber vereyim.” dedi. Tembel Ahmet kulübesinin kapısına geldi. Sultan hanım, Tembel Ahmet gelince tanıyabilsin diye kulübeyi yıktırmamıştı. Tembel Ahmet kapıyı çaldı, “Tak tak!”.
“Tak, tak!”
“Kim o?”
“Benim, Tembel Ahmet!”
“İçeriye gelsene!”
“Hanım evde mi?”
“Evde!”
“Odun elinde mi?”
“Elinde değil!”
Tembel Ahmet içeri girdi. Bir de ne görsün, evlerinin içi muhteşem bir saray olmuş. Karısı, gönderdiği narların mücevheratla dolu olduğunu, yalnız bir tanesini satmakla bir saray yaptırdıklarını anlattı. Tembel Ahmet dedi ki: “Bu narların perisini de getirdim. Dört seneden beri deli olan kardeşin bu periyi görünce