1860 yılında Meclis-i Vala’da alınan bir kararla, İstanbul mahkemesinde tekkeler ile ilgili müstakil bir memur bulundurulması, kayıt defterlerinin iki suret halinde düzenlenip birini Şeyhülislamlık, diğerinin de Şehremanetinde saklanması, kaydı olmayan kişilerin tekkelere kabul edilmemesi ve tekkelerdeki usul dışı uygulamalardan şeyhlerin sorumlu tutulacağı kararlaştırılmıştır.62 Bu kararlar neticesinde tekkelerin giriş çıkışları kontrol altına alınmıştır. Yeniçeri Ocağı’nın kapanmasına da dinî gerekçeler gösterilmiş ve bu kesimin şeriata aykırı davranışları öne çıkartılmıştır. Bu durum II. Mahmut’un kapatma fermanında; “(…) işbu taife-i yeniçeriyan, şer’-i şerife mugayir ve küfre müncer olacak, istihlal-i muharremat ve terk-i savm ü salat ve Hülefa-i Raşidin hazretlerine küfretmek gibi hakaretlere cesaret ederek birtakım saf iman sahiplerini cehaletlerinden ötürü cadde-i müstakimden ayırarak delalet yoluna saptırmışlardır.”63
Osmanlının yenileşme sürecinde idareciler, bazen yapmış oldukları icraatlarda tarikat önderlerinin desteğini almışlardır. Tekkelerin halkın nabzını elinde tutan kişi ve kuruluşlar olduğunu dikkate alarak bazı teşebbüslerine bu kesimi ortak etmeye çalışmışlardır. “II. Mahmut’un resminin, Selimiye Kışlasına asılması için yapılan merasimde, bütün vezir ve emirler attan inerek resmi hürmet dolu bir eda içinde alıp hazırlanan yere koydular. Kurbanlar kesildi. Sonra Hz. Hüdâî Şeyhi tarafından duaya, meşâyih-i Sünbüliyye’den meşhur Yunus Efendi, Fatiha diyerek yirmi bir pare top atılmış ve resmin önünde merasim geçit töreni düzenlenmiştir.”64
II. Mahmut döneminde bazen tekkeler potansiyel tehlike olarak görülmüş ve buna karşı bazı tedbirler alınmıştır. “1828 senesinin Nisan ayının ilk haftasında, İstanbul’da bulunan meşhur Halidi halifelerini bir gecede aniden toplatarak kayık ile Kartal’a oradan da Sivas’a sürmüştür.”65 Bektaşiliğin ilgasından sonra bu tarikatın ileri gelenlerinden Kınacı Baba, İstanbul Ağasızade ve Salih Efendi idam edilmişlerdir. Ayrıca bu tarikattan kopan veznedarı Aziz, Haremeyn veznedarı Arif, Balıkçı Yokuşzade Raşid adındaki şahıslar hapse konmuştur.66
İstanbul’daki bütün Bektaşi tekkelerinde bulunan şeyh ve dervişler toplanmış Şeyhülislamlık tarafından akidelerine yönelik sorgulamaya tabi tutulmuş ve neticede bir kısmı sürgüne gönderilmiştir.67
II. Mahmut döneminde, devlet idaresinde ve toplum hayatına dair yapılan yeniliklere tarikat çevrelerinden tepkiler de gelmiştir.68
Tekkelerde bulunan tarikat mensuplarına II. Mahmut ve Abdülmecit dönemlerinde maaş sayılabilecek mahiyette maddi yardımlarda bulunulmuştur. Bu uygulamadan önce, tekke şeyhlerinin ihtiyaçları vakıf gelirlerinden karşılanmakta idi. Şeyhler görev yapmış oldukları dergâhın vakfiyesinde belirlenen miktarlarda ücret alır ve bu durum tayin beratlarında da belirtilirdi. II. Mahmut döneminde ise padişahın emri ile Mevlevi tarikatına mensup şeyhlere verilmek üzere Konya mukataasından yılda 1500 kuruş verilmesi ve İstanbul’da yaşayanlara da maaş tahsisi emredilmiştir. Abdülmecit döneminde de bazı tekke ve mensuplarına “vezayif” adıyla maaş verildiği bilinmektedir.69
Fakat bu dönemde tekkelere yapılan maddi desteklerin daha çok Mevlevi tarikatına yönelik olduğu görülmektedir.
“Abdülmecit döneminde de 1276/1859 yılında bazı tekke ve tekke mensuplarına ‘vezâif’ adıyla maaş verildiği görülmektedir. Örneğin, Mevlevihaneye 150, Abdullah Efendi Dergâhı’na 250, Hikmet Efendi Dergâhı’na 50, Üftade Dergâhı’na 50, Muradiye Şeyhi Şâzeli Efendi’ye 50, Özbekler Şeyhi Ahmet Şah’a 100, Narlı Şeyhi Efendi’ye 50, Tarik-i Kadiriyye’den Ahmet Dede’ye 30, Şeyh Safiyyuddin Efendi’ye 50, Ali Derviş Hüseyin’e 30, Gar-ı Aşıkan zaviyedarına 15, Fincanî Baba’ya 50, Morali Şeyh Bedrettin Efendi’ye 100, Şeyh Hüseyin Efendi’ye 30, Seferi Şeyhi’ne 10 kuruş maaş bağlanması Tanzimat’tan sonra da maaş tahsisatının devam ettiğini göstermektedir.”70
“Bir defasında, Yenikapı Mevlevihanesi’ne ziyaret için gelen II. Mahmut’a, dervişler tarafından, tekkelerdeki normal faaliyeti aksatacak derecede özel bir karşılama merasimi yapılır. Tekkelerin tavrına yakışmayan bu nevi hareketlerden sıkılan Şeyh Abdülbaki Dede (1236/1820), bir fırsatını kollayarak durumu padişaha arz etmek ister. Yine böyle bir ziyaret dönüşü, Mukabele-i Şerîfe’nin bitimini müteakip, memnuniyetini izhar etmek üzere şeyhin yanına gelen padişah, gark olduğu manevi zevkten dolayı şeyhe teşekkür eder. O da bu fırsatın geldiğine inanarak padişaha, “Ne olur efendim, bir daha, böyle bu dergâha gelmeyin.” dediğinde ummadığı ve beklemediği bu sözler karşısında irkilen ve şaşkına dönen padişah, birden kendini toparlayarak, “Şeyhim, beni bab-ı Mevlâna’dan mı kovuyorsunuz?” deyince, Şeyh Abdülbakî Dede, “Hayır devletlum. Bu kapıdan kimse kovulamaz. Lakin siz geliyorsunuz, giderken de dervişlere para dağıtıyor, hediyeler veriyorsunuz. Bu durum onları, derviş yerine, dünyaperest yapıyor. Sizden istirhamım, bir daha bu dergâha, Sultan Mahmut olarak değil, Mahmut Efendi olarak gelin. Hatta her zaman buyurun gelin”71
Meclis-i Meşâyih’in Kuruluş Nedenleri
Meşihat makamına bağlı Meclis-i Meşâyih adında bir kurumun kurulmasındaki amaç, nizamname maddelerinde belirtilmiştir. Kurumun ilk nizamnamesinde belirtilen gerekçeler; tekke ve zaviyeleri idare etmek, boşalan postnişinlik görevine ehil kişileri seçerek atamak, dergâhlarda uygunsuz davranışları engelleyerek dine ve tarikat gereklerine uygun faaliyetler yapılmasını sağlamak şeklinde sıralamak mümkündür. 72
1891 yılında tadilen yazılan Meclis-i Meşâyih Nizamnamesi’nin 16. maddesinde de kurumdan benzer beklentilerin olduğu yazılmıştır.
Kurumun 1918 yılında yayımlanmış olan nizamnamesinde de meclis encümeninin, tekkelerde ilmî, dinî ve İslam ümmetinin faydasına icraatların yapılmasını temine çalışmakla yükümlü olduğu ifade edilmiştir.73
19. asrın sonlarına doğru kurulmuş olan bu müessese, tekke ve dergâhları yönetmekte ve bu yapılar ile Şeyhülislamlık ve Evkaf Nezareti arasında aracılık görevini yapmayı üstlenmiştir. Kurumun kuruluş amacı ile ilgili yaygın kanaat Tanzimat sonrası devlet idaresinin her alanda yeniden tesisi çerçevesinde kurulduğudur.74 Daha önce belli ölçüde bağımsızlığa sahip olan tekkeler, 19. yüzyıl ortalarına doğru bürokraside gelişen merkeziyetçi harekete paralel olarak devlet denetimi altına alınmaya başlamıştır.75
Meclis-i Meşâyih’in kurulmasıyla, tekkeler imtiyaz ve muafiyetlerini kaybetmişlerdir.76 Meclis-i Meşâyih’in kuruluşu ve tekkelerin kontrol altına alınma süreci, II. Mahmut ile başlayan tanzim ve ıslah çalışmalarının bir neticesidir. Devletin, tekkelerin yönetim ve denetimini kontrol altına almasının bir amacı da tasavvufi düşüncelerin gelişmesi ve yayılmasına da katkı sağlamaktır. Fakat bazı araştırmacılara göre, “Meclis-i Meşâyih’le tekkeler ve tekke şeyhleri düzeltilmeye çalışılmıştır.”77
Meclis-i Meşâyih, XIX. yüzyılda toplumun her kesiminde görülen