Kapıya varınca çocuk mumu yere bıraktı, iyi geceler dilemek üzere bize döndü, öpeyim diye yüzünü bana uzattı. Sonra da yaşlı adama koştu, o da kızı kolları arasına alıp Tanrı’dan iyilikler diledi.
Alçak sesle:
– Güzel güzel uyu, Nell, dedi. Yatağını melekler korusun. Sakın dualarını unutma, tatlım benim.
Çocuk heyecanla:
– Hayır, unutmam! dedi. Dualar beni öylesine mutlu ediyor ki!
– İşte bu güzel! Öyle olduğunu biliyorum; öyle olmalı. Tanrı seni yüzlerce defa korusun. Sabahleyin erkenden gelirim.
Çocuk:
– Kapıyı iki kere çalmayacaksın ama diye atıldı. Zil beni bir rüyanın ortasındayken bile uyandırıyor.
Böylece ayrıldılar. Çocuk kepenkli kapıyı açtı, (oğlanın gitmeden önce kepengi indirdiğini duymuştum) binlerce defa kulaklarımda çınlayan, sevgi dolu, duru bir sesle “güle güle” deyip, biz çıkıncaya kadar kapıyı açık tuttu. Kapı yavaşça kapanıp içeriden sürgülenirken yaşlı adam da bir an durdu; bu iş yapılınca da, rahatlayıp, ağır adımlarla yoluna koyuldu. Sokağın köşesinde durdu. Yüzünde tasalı bir ifadeyle bana bakıp yollarımızın enikonu değişik yönlerde olduğunu, benden ayrılmasının gerektiğini söyledi. Ben konuşacaktım ama adam görünüşünden umulmayacak bir çeviklikle uzaklaşıverdi. İki, üç kere de sanki onu hâlâ seyredip etmediğimi ya da uzaktan onu izlemediğime iyice kanaat getirmek istiyormuş gibi arkasına baktığını gördüm. Gecenin karanlığı onun kaybolmasını kolaylaştırdı, çok geçmeden göremez oldum.
Onun beni bıraktığı yerde durmuş kalmıştım. Hiçbir yana gitmek istemiyordum; orada niye oyalandığımı da bilmiyordum. Az önce geçtiğimiz sokağa baktım, bir süre sonra da adımlarımı o yana yönelttim. Kapının önünden geçtim, bir daha geçtim, kapıda durup dinledim: Dört bir yan mezar gibi karanlık, sessizdi.
Yine de oralarda gezindim; bir türlü uzaklaşamıyordum. Çocuğun başına gelebilecek felaketleri, yangınları, soygunları, hatta cinayeti düşünüyordum. Sanki oraya arkamı döner dönmez bir kötülük olacakmış gibi bir duygu vardı içimde. Sokakta bir kapının ya da bir pencerenin kapanması beni bir kere daha antikacının evinin önüne getirdi. Yolu geçtim, sesin oradan gelmediğine kendimi inandırmak için eve baktım. Hayır, orası deminki gibi kapkaranlık, hayatsızdı.
Yoldan geçen bir iki kişi vardı; sokak kasvetli, üzgündü; eh, ben de aşağı yukarı öyleydim. Tiyatrolardan çıkan birkaç kişi telaşla yürüyordu; ara sıra da evlerine doğru sallana sallana giden bir iki gürültücü sarhoşla çatışmamak için yana çekildiğim oluyordu. Yalnız, bu engeller pek sık ortaya çıkmadığı gibi, çok geçmeden de arkası kesildi. Saatler biri vurdu. Ben hâlâ ileri geri gidip geliyor, her defasında da bunun sonuncu olduğunu kendimevadediyordum, her defasında da yeni bir mazeret bulup sözümden dönüyordum.
Yaşlı adamın söylediklerini düşündükçe gördüklerime, duyduklarıma da inancım azalıyordu. Adamın gece ortadan kayboluşunun hiç de iyi bir amaç taşımadığını da kuvvetle tahmin ediyordum. Ben gerçekleri ancak saf bir çocuktan öğrenmiştim: Üstelik, o zaman, yaşlı adam da orada bulunduğu hâlde, benim açıkça görülen şaşkınlığımı da sezmesine rağmen, garip bir esrar havasına bürünmüş, mesele hakkında bir tek açıklayıcı kelime söylememişti. Bu düşünceler, adamın perişan yüzü, dalgın tavırları, huzursuz, kaygılı bakışları sonradan daha da kuvvetle canlandı elbette. Adamın çocuğa karşı gösterdiği sevginin çok kötü bir niyetle ilişkisi de olabilirdi. Zaten o sevgi de kendi başına, inanılmaz bir aykırılık örneğiydi; yoksa, çocuğu nasıl böyle bırakabilirdi ki? Adam hakkında kötü düşünceler beslemeye hazır olduğum hâlde çocuğa karşı beslediği sevginin gerçekliğinden yine de şüphe etmedim. Aramızda geçenleri, kızın adını söylerken sesinin aldığı edayı hatırlayınca bu düşünceyi kabul edemedim.
Çocuk benim soruma karşılık:
– Burada kalacağım elbette. Hep öyle yaparım, demişti.
Adamı gece vakti, üstelik her gece, evden uzaklaştıran neydi? Yıllar yılı büyük şehirlerde yapılan karanlık, gizli işler hakkında dinlemiş olduğum ne kadar hikâye varsa hepsini hatırladım. Bunların birçoğu pek korkunç şeyler olmakla birlikte, çözmeye çalıştıkça karışan şu esrarlı duruma uyacak birini bulamadım.
Bunlarla, hep aynı sonuca ulaşan daha bir sürü düşünceyle dolu bir hâlde iki saat daha sokakta gezindim durdum. En sonunda, adamakıllı bir yağmur yağmaya başladı; ondan sonra da, başlangıçtaki ilgim hiç azalmadığı hâlde, yorgunluktan bitkin düşüp, karşıma çıkan ilk arabaya bindim, eve geldim. Ocakta ateş keyifli yanıyor, lamba parlak bir ışık saçıyordu; saatim de beni o eski alışılmışhavasıyla buyur etti. Her şey sakin, sıcak, neşeliydi; geride bıraktığım o kasvetin, karanlığın tam tersi. Koltuğuma oturdum, çocuğun, geniş yastığına yaslanıp, yatakta yatışını gözlerimin önünde canlandırdım: Meleklerin dışında, yapayalnız, koruyucusuz, kimsesiz; ama rahat uyuyordu. Öyle körpe, öyle saf, öyle de narin, periye benzer bir yaratıktı ki o uzun kasvetli geceleri böylesine uygunsuz bir yerde geçirmek ona hiç yaraşmıyordu.
Ancak düşüncelerle varılması gereken kanılara dış etkenlerin yardımıyla varmaya kendimizi pek alıştırmışızdır; hem, böyle, gözle görülen küçük yardımlar da olmasa bunların birçoğunun farkına bile varmayız. O antikacının mahzeninde bir yığın inanılmaz şeyler görmeseydim bu tek konu da beni böylesine etkiler miydi, pek bilemiyorum. Çocukla birlikte bunlar da kafamın içini doldurup çevresini sarınca çocuğun durumu açıkça gözlerimin önüne seriliverdi. Hafızamı zorlamadan, çocuğun hayalini, çevresini saran bütün o yabancı, cinsinin, yaşının hiç de zevkine uymayan garip şeylerle birlikte görüvermiştim. Hayalimi güçlendirmeye yarayan unsurlar bulunmasaydı da kızcağızı görünüşünde hiçbir fevkaladelik olmayan herhangi bir çocuk gibi düşünmek zorunda kalsaydım, hiç şüphesiz ki onun garipliğinden, yalnızlığından daha az etkilenirdim. Ne var ki, bu hâliyle bir çeşit kinayeli hikâye içinde yaşar gibiydi, çevresindeki o garip şekillerle de beni öylesine ilgilendirmişti ki, önceden de belirttiğim gibi, ne yaparsam yapayım onu aklımdan çıkaramıyordum.
Odanın içinde huzursuz bir hâlde dolanıp durduktan sonra:
– İleride onun bir yığın garip dostlar arasında yapayalnız yaşayışını görmek pek garip olacak, dedim. Kalabalığın arasında tek saf, körpe yaratık o kalacak. Şeyi de öğrenmek hoş olacak…
Düşüncelerimin burasında kendimi toparladım, çünkü konu beni büyük bir hızla uzağa götürüyordu, daha şimdiden pek de girmek istemediğim bir bölgeye girmek üzereydim. Bunun aylakça hayal kurmaktan ibaret olduğuna kendimi inandırdım, yatağıma yatıp unutmayı kararlaştırdım.
Yine de bütün gece, uyanıkken de uykunun içinde de aynı düşünceler zihnimi kurcaladı, aynı hayaller beynimdeki yerlerini bir türlü bırakmadı. Gözlerimin önünde hep eski karanlık ürkütücü odalar, öldürücü hortlak sessizliği içindeki zırhlar, toz, pas, tahta kurtları… İşte bütün bu ıvır zıvırın, döküntünün, çirkinliğin ortasında o güzel çocuğun