Hz. Ömer, İslam fıkhı tarihinde önemli bir yere sahiptir. Hz. Muhammed’in çevresinde oluşan meclislerde ileri sürdüğü isabetli görüşleri nedeniyle Hz. Muhammed tarafından iltifatla karşılanmıştır. Yirmiye yakın meselede vahyin onun görüşlerine uygun biçimde gelmesi nedeniyle kendisi için “muvâfakâtü Ömer” tabiri kullanılmıştır. Böylece Allah’ın hükümlerinin ruhunu kavrama konusundaki özelliği vurgulanmak istenmiştir.
Fıkıh tarihinde en çok fetva veren yedi sahabeden biri olarak bilinen Hz. Ömer, bir konu hakkında yargı yürütürken önce Kur’an’a, sonra sünnete, ardından da kendi görüşüne başvururdu. Hz. Ömer, sünneti ikinci hüküm kaynağı olarak kabul edip hüküm yürütmede sünnete başvurmasına rağmen çok sayıda hadis rivayet edilmesine taraftar olmamış, değişik bölgelere gönderdiği irşat heyetlerine, Kur’an eğitimine öncelik verip çok fazla hadis rivayet etmemelerini telkin etmiş ve bu arada çok hadis rivayet eden bazı sahabileri de uyarmıştır. Onun bu davranışı, hadis rivayeti konusunda kötü niyetli kişilerin hadis uydurma teşebbüslerini önlemek, Kur’an eğitiminin yerleşmesini sağlamak ve Kur’an ile sünnetin birbirine karıştırılmasını önlemek gibi gerekçelerle açıklanmıştır. Hz. Ömer çoğu fıkhi konularla ilgili olmak üzere beş yüzün üzerinde hadis rivayet etmiştir. Hz. Ömer’in rivayet ettiği hadisleri Ebu Bekir, “En-Neccâd Müsnedü Ömer b. el-Hattâb” ve İbn Şeybe, “Müsnedü emîri’l- mü’minîn Ömer b. el-Hattâb” adlarıyla bir araya getirmiştir.
Kur’an ve sünnette hükmü bulunmayan yeni konuları İslam fıkhında rey denilen ilke uyarınca kendi görüşüne başvurarak hükme bağlayan Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eş’arî’ye ve Kâdî Şüreyh’e gönderdiği mektuplarda onları da kendi görüşleriyle karar oluşturmaya teşvik etmiştir. O devirde rey, kitap ve sünnette hükmü açıklanmayan meselelerin naslardan çıkarılan prensipler ışığında çözüme kavuşturulması anlamında kullanılıyordu. Reye verdiği önem sebebiyle Hz. Ömer’in “ehl-i rey’’ adıyla bilinen fıkıh ekolünün oluşmasında çok etkili olduğu kabul edilir. Irak’ta ortaya çıkan bu ekole Hz. Ömer’in etkisi, onun en yakın müşavirlerinden Hz. Ali ve Abdullah b. Mes’ud vasıtasıyla olmuştur.
Onun, Kur’an ve sünnette hüküm bulamadığı konularda Hz. Ebu Bekir’in görüşüne başvurduğu, bununla birlikte her zaman onunla aynı görüşü paylaşmadığı bilinmektedir. Nitekim Hz. Ebu Bekir, kendisinden sonra halife olacak kişiyi veliaht tayin etmek suretiyle belirlemeyi uygun gördüğü hâlde Hz. Ömer halife olacak kişinin seçimini şura meclisine bırakmıştır. Hz. Ömer’in başta Hz. Ali olmak üzere, Osman, Abdurrahman b. Avf, Muâz b. Cebel, Übey b. Kâ’b ve Zeyd b. Sabit gibi sahabenin ileri gelenlerinden oluşan bir istişare meclisi bulunmaktaydı. Şura içtihadı yoluyla ortaya çıkan ihtilafsız hükümler bütün Müslümanların uyduğu kurallar olarak kabul görmüştür. Kendi görüşü ile ulaştığı kararlardan gerektiği zaman dönmekten çekinmeyen Hz. Ömer bu konuyu Ebu Musa el- Eş’arî’ye gönderdiği mektupta şöyle ifade etmiştir:
“Bugün verdiğin, daha sonra tekrar düşünüp yanlış olduğunu anladığın bir hüküm seni hakka dönmekten alıkoymasın.”
Fıkıh tarihinde ehl-i rey yanında, ehl-i hadis adı verilen ekolün gelişiminde de Hz. Ömer’in katkısı olmuştur. Sahabe nesli müctehitlerinin başında Hz. Ömer bulunduğu için onun hem kendi döneminde hem de sonraki dönemlerde yaşayan farklı ekollere mensup müctehitler üzerindeki tesirleri derin olmuştur. Bazı fakih sahabiler, Hz. Ebu Bekir ile Ömer’in ittifak ettiği görüşleri diğer sahabilerin görüşlerine tercih etmiştir. Fıkıh usulünde de Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in görüşlerinin hüccet olup olmadığı üzerinde durulmuş ve farklı görüşler ortaya konmuştur.
Teravih Namazı Onun Döneminde Camide Kılınmaya Başlandı
635 yılında Mescid-i Nebevi’de ilk defa cemaatle teravih namazı kılınmasını emreden de Hz. Ömer olmuştur. Namaz için kadın ve erkeklere iki ayrı imam tayin etmiştir. Mescid-i Haram’ı da çevredeki bazı evleri istimlak ederek genişletmiş, etrafını göğüs hizasında bir duvarla çevirtmiş, meşalelerle aydınlatmış ve bazı rivayetlere göre sel sularının Kâbe’nin duvarına kadar sürüklediği Makam-ı İbrahim’i eski yerine koydurtmuştur.
638 yılında yaptığı umre sırasında Mekke-Medine arasındaki su kaynaklarında misafirhane yapmak, yeni kuyular açmak ve mevcutları temizlemek isteyen kabilelere, hac ve umre yolcularının öncelikle faydalanmaları şartıyla izin vermiş, Şam-Hicaz arasında da benzer tedbirleri almıştır. Medine’de bir misafirhane yaptırmış, ayrıca Kufe-Hire arasındaki bir konağın misafirhane olarak kullanılmasını istemiştir.
Aynı dönemde çocukların eğitimi için öğretmenler görevlendirmiş ve çocuklara Kur’an-ı Kerim, okuma yazma ve Arap dilinin kurallarının yanında, ensab bilgisi, şiir, darbımesel, yüzme, binicilik ve atıcılığın öğretilmesini istemiş, bu konuda valilere emirler göndermiştir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim öğrenen çocuklara beytülmaldan maaş bağlamıştır. Onun döneminde eğitim öğretim hizmeti açısından köle veya hür ayrımcılığı yapılmamıştır.
O dönemde Müslüman olmayanların inançlarına saygı gösterilmiş, Mecusilerin ateşgedeleri, Hristiyanların kiliseleri, Yahudilerin havraları korunmuştur. Diğer taraftan Hz. Ömer, Müslüman olmayanların uyacakları bazı esasları da belirlemiştir. Buna göre gayrimüslimlerin bellerine, kilise rahiplerinin taktıkları kuşak gibi zünnar takmaları, başlarına çizgili başlık giymeleri emredilmiştir. Müslümanlar ile gayrimüslimlerin sokakta ayırt edilmesi için bu zorunluluk getirilmiştir.
HZ. OSMAN (644-656)
577 yılında Taif’te doğdu. Emevi Kabilesi’ne mensuptur. Babası Affan, Mekke’nin en zengin tüccarlarındandı.
O da Mekkeli birçok genç gibi ticaretle gençlik yıllarında tanıştı. Babasının da zenginliği nedeniyle işlerini büyüterek Mekke’nin sayılı zenginleri arasına girdi. Hz. Ebu Bekir’in daveti ile İslam inancını benimseyen ilk on Müslüman’dan biri oldu. Mekke’nin ileri gelenlerinden olması nedeniyle onun İslam’a geçmesi Mekke’de büyük yankı uyandırdı. Onun Müslümanlığı benimsemesine, tıpkı Hz. Muhammed’in amcası Ebu Leheb gibi amcası Hakem b. Ebü’l-Âs karşı çıktı. Ellerini bağlayıp eski inancına dönene kadar çözmeyeceğini söyleyen amcasına kararlılıkla direndi. Sonunda amcası ellerini çözmek zorunda kaldı. Annesi de aynı şekilde onun Müslüman olmasından büyük rahatsızlık duydu. Annesinin uğraşları da sonuç vermedi. İnancında sebat eden Hz. Osman, 615 yılında Hz. Muhammed’in kızı Rukiyye ile evlendi ve aynı yıl eşiyle birlikte Habeşistan’a hicret etti. Habeşistan’da bir yıl kalan Hz. Osman, daha sonra Medine’ye hicret etti.
Sahip olduğu mal varlığını İslam’ın yayılması için harcayan Hz. Osman, Medine’ye hicret ettikten sonra muhacirlerin ev sahibi olmaları için maddi yardımlarda bulundu. Hz. Muhammed, Medine döneminde onu, evinde misafir kaldığı ensardan Evs b. Sabit ile kardeş ilan etti ve Medine’de muhacirlere ev yapmaları için yer tahsis ettiğinde ona Mescid-i Nebevi’nin, kendisinin girip çıktığı kapısının karşısına düşen arsayı