HİLAFET
Allah’ın insanlara gönderdiği son peygamber olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ölümünden sonra Müslümanların dinî liderliğini yapmış kişiler halife olarak adlandırılmıştır. “Birini temsilen yerine geçmek, bir kimseden sonra gelip onun yerini almak” anlamına gelen halifelik, İslam tarihinin en çok tartışılan kavramlarındandır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatının ardından halifelik kavramı üzerine başlayan tartışmalar, günümüzde de devam etmektedir. Tartışmanın nedeni, kavrama yüklenen anlamlardır.
Halifelik, sekiz döneme ayrılmıştır. Birinci dönem, Dört Halife ve Hz. Hasan Dönemi’dir. Diğer dönemler de halifelerin bulunduğu devletleri kapsayan yedi dönemdir.
Toplam 132 Halife Bulunmaktadır
İlk halife Hz. Ebu Bekir, son halife İkinci Abdülmecit’tir. Halifelik Türkiye Cumhuriyeti tarafından 1924 yılında kaldırılmıştır.
Lider, önder veya imam da denilen halifeye, Hz. Ömer döneminden itibaren “emîr-ül müminin”; halifelik makamına da namaz kıldıran imamın makamından ayırt etmek için “büyük imamlık” anlamında “imamet-i kübra” denilmiştir.
Hadislerde hilafet kavramıyla birlikte lider, yönetici, önder, devlet başkanı anlamlarında halife, imam, emîr sıfatlarının da yer aldığı görülür. Değişik kaynaklarda yer alan hadislerde, yönetimi adil devlet başkanları övülmüş, kıyamet günü Allah tarafından gölgelendirilmek suretiyle mükâfatlandırılacakları belirtilmiş ve kötü devlet başkanları eleştirilmiştir. Devlet başkanı, halkından sorumlu kılınmış ve yönettiği kişilerin ağırlığını taşıdığı ifade edilmiştir.
Müslüman toplumlarda devlet başkanlığına hilafet denmesi, halifenin -risalet görevi hariç- Hz. Peygamber’in yerine geçerek onun dünyevi otoritesini temsil etmesi, yeryüzünde dinin hükümlerini uygulamak, dünya işlerini düzene sokmak üzere Allah’ın yeryüzündeki hâkimiyetini veya bütün müminlere ait olan hilafet ve yetkiyi temsil etmesi gibi sebeplerle açıklanır. Dolayısıyla bu makamdaki kişiye “halifetül Resulullah” da denilmiştir. İlk dönemlerden itibaren halifenin “halifetullah” diye anılması eğilimlerine rastlanırsa da halifeye âdeta ilahi bir yetki ve vekâlet atfeden böyle bir adlandırma, İslam âlimleri tarafından hiç kullanılmadığı gibi kamuoyunda da kabul görmemiştir.
Hz. Muhammed (s.a.v.), sadece vahdet inancını tebliğ etmemiş, aynı zamanda bir devlet kurmuştur. Bu nedenle bir devrimci gibi hareket etmiş ve İslam’ı tebliğ ettiği insanlar için bir düzen oluşturmuştur. Onların hukuki sorunlarını çözmüş, ahlaki bakımından onlara örnek olmuş, siyasi birliğin tamamlanmasından sonra devlet başkanlığı ve ordu komutanlığı görevlerini üstlenmiştir. Bu nedenle Müslümanlar, devlet başkanlığına ilişkin teorik bilgileri ve pratik uygulamalarında Hz. Muhammed’i (s.a.v.) esas almışlardır. Bir kısım İslam bilginleri, toplumun adli ve idari işlerini görmekle yükümlü gördükleri devlet başkanına dinî bir kimlik atfetmişlerdir. Devlet başkanından, adaletli olması, işlerini danışma usulüyle görmesi, İslam’ın emir ve yasaklarına uygun davranması beklenmiştir. Bu beklentilere ilişkin örnekler, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) uygulamalarından alınmıştır.
Halifeliğe ilişkin ilk tartışmalar, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) henüz hayata gözlerini kapadığı günlerde başlamıştır. Tartışmanın başlangıcı halife seçiminin yöntemi üzerine olmuştur.
Hz. Muhammed (s.a.v.) vefat ettiğinde devlet başkanı olarak onun uygulamaları dışında, Arap toplumunun deneyimlediği mutlakiyetçi yönetim örnekleri vardı. Toplumun ileri gelenlerinin bir araya gelerek içlerinden en uygun kişiyi devlet başkanı seçmesi, dönemin çok ilerisinde bir uygulama idi. Emîr-ül müminin denilen halifenin yönetimini halkın tanıması, İslam’ın kaidelerini çiğnemesi durumunda görevinden azledilmesi, daha önce örneği görülmemiş bir uygulamaydı. Kişisel olarak Allah’a karşı sorumlu olsa da toplum, halifeye ilahi bir güç atfetmiyordu. Devlet başkanının yetkileri, dönemine göre son derece sınırlı idi. Demokratik standartları yüksek olan bu sistemde, layık olan kişinin göreve getirilmesi esas alınıyordu. Halifenin hakkı üstün tutması, adalete uygun yönetmesi, olmazsa olmaz şartlardandı. Haksızlıklara karşı ilk önce halife sorumlu görülüyordu.
Halife seçimi, İslam hukukçuları arasında her zaman tartışma konusu olmuştur. İslam kamu hukuku doktrinine göre, toplumun en bilgili, faziletli, saygın ve yetenekli kişisinin halife olması ve böyle kişilerin halife olmasını sağlayacak tedbirlerin alınması gerekiyordu. Halifenin danışma yoluyla, Müslümanların bilgili, seçkin ve saygın temsilcilerinden oluşan kurul tarafından seçilmesi yöntemi üzerinde özellikle durulmuştur.
İslam hukukçuları, kendi dönemlerinin siyasi ve toplumsal yapısından hareketle, Dört Halife ve Hz. Hasan Dönemi’nin uygulamalarını dikkate alarak halifenin hak ve yetkileri, görevleri, görev süresi ve azli, danışma meclisi ile ilişkileri, devletin temel organları ve yapısı gibi konularda görüşlerini oluşturmuşlardır.
Halifeye “Allah’ın halifesi” veya “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” denmesi esasında bir illüzyon idi. Halifelerin “peygamberin halifesi”, “imam”, “müminlerin emîri” vb. diye anılmaları, egemenliğin kaynağının ümmet olduğunu vurgulama amacını taşıyordu. Bundan dolayı İslam düşüncesinde devlet başkanının mutlak bir yetkisi yoktur. Dört Halife ve Hz. Hasan Dönemi’nden sonra devlet başkanlığı görevini üstlenen yöneticilere mutlak yetki öngören yönetim biçimleri, İslam’ın öngördüğü yönetim biçimleri değildir.
Egemenlik yetkisinin kim veya kimler tarafından nasıl kullanılacağı tarih boyunca tartışılan bir konu olmuştur. Müslümanların tek bir devlet veya yöneticinin bayrağı altında birleşmeleri, her toplumun kendi imkânları ölçüsünde, kendi siyasi ve sosyal şartları içinde karar vereceği bir husustur.
Halife kavramı, ilk defa Hz. Ebu Bekir’den sonra kullanılmaya başlansa da daha sonraki pratikler çerçevesinde hilafet kavramı ve kurumunda, tarihin akışı içinde birbirinden çok farklı uygulamalara tanıklık etmiştir.
İlk Halife Nasıl Seçildi?
Hz. Muhammed (s.a.v.), kendinden sonra kimin devlet başkanlığı görevini üstleneceğine ilişkin bir işaret vermemiştir. Ona rağmen, onun bazı davranışları üzerine yapılan yorumlar kendisinden sonra yerine kimin geçeceği tartışmalarını başlatmıştır. Bu tartışmalar henüz Hz. Muhammed (s.a.v.) toprağa verilmeden başlamıştır. Yapılan tartışmalarda yer yer kabile ve akrabalık bağları öne geçmiştir. İlk tartışma halifenin ensardan mı muhacirlerden mi olacağı üzerine gerçekleşmiştir. Ensardan bazıları Sakifetü Beni Saide’de toplanarak Hazrec kabilesi başkanı Sa’d b. Ubade’ye biat etmek istediler. Ancak ilk Müslümanlardan ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hicret sırasında yol arkadaşı olan Hz. Ebu Bekir, yapılan toplantıyı haber alıp, Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı da yanına alarak toplantının yapıldığı yere giderek toplantının seyrini değiştirdi. Yapılan tartışmalarda Medine kökenli sahabeler, Müslümanların en zor günlerinde kendilerinin onlara nasıl sahip çıktıklarını öne sürerken Mekke kökenli sahabeler, Kureyş kabilesinin Araplar arasındaki nüfuz ve otoritesini gerekçe gösterdiler. Haşimî sülalesinden olan sahabeler ise Hz. Muhammed (s.a.v.) ile akrabalık bağının esas alınmasını istediler.
Yapılan tartışmalardan sonra Hz. Ebu Bekir’e biat edildi. Belli sayıdaki sahabe tarafından Hz. Ebu Bekir’e yapılan bu biate “özel biat” anlamına gelen “el-beyatü’l-hassa” denilmektedir. Daha sonra Mescid-i Nebevi’ye giden Hz. Ebu Bekir’e burada bütün Medineliler biat ettiler ve buna da “halk biati” anlamına gelen “el-beyatü’l-amme” adı verildi. Sa’d b. Ubade, Hz. Ebu Bekir’e ömrü boyunca biat etmedi fakat aleyhinde de herhangi bir faaliyette de bulunmadı.
Sakifetü Beni Saide’de toplantı sürerken Hz. Peygamber’in cenazesinin yıkanmasıyla meşgul olduğu için görüşmelere katılamayan ve Hz. Fatıma’nın vefatına kadar da bu işle ilgilenmeyen Hz. Ali başta olmak üzere Abbas, Zübeyr b. Avvam, Utbe b. Ebu Leheb, Ebu Zer El Gıfari, Ammar b. Yasir, Übey b. Kâ’b ve Selman-ı Farisi gibi sahabeler, Hz. Ebu Bekir’e daha sonra biat ettiler.
İlk halife seçiminde uygulanan yöntem, daha sonraki dönemlerde göreve getirilen halifenin kamuoyu nezdinde meşruiyet kazanabilmesinin şartı ve gerekçesi olarak görülmüştür.
Tarihsel