Tom Sawyer´ın Maceraları. Марк Твен. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Марк Твен
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-605-121-976-9
Скачать книгу
dudakları titremeye başlamıştı. Yatağın başına geldiği vakit nefes nefese, “Hey, Tom, Tom!” diye bağırdı, “N’oldun?”

      “Ah teyzeciğim. Ben şey…”

      “N’oldun, yavrum. Söylesene çocuğum…”

      “Ah, teyzeciğim, nasırlı parmağım mahvoldu.”

      İhtiyar kadın bir iskemleye çöküp evvela güldü, sonra biraz ağladı, daha sonra gülerken ağlamaya başladı. Böylece kendine gelmişti.

      “Tom, beni nasıl telaşa düşürdün… Artık bu saçmalığı bırak da çık şu yataktan…”

      İniltiler kesildi, parmaktaki ağrı da sona erdi. Tom biraz aptallaşmıştı.

      “Vallahi, Polly Teyze bana ölüyorum gibi geldi, o kadar çok ağrıyordu ki dişimin acısını unuttum.”

      “Sahi dişin mi ağrıyordu?… Peki ne oldu dişine bakalım?”

      “Bir tanesi sallanıyor, hem de pek fena ağrıyor.”

      “Hadi, hadi… Gene inlemeye başlama sakın. Ağzını aç. Şey, dişin gerçekten sallanıyor ama bu yüzden ölmezsin. Mary bana bir parça ibrişimle mutfaktan yanan bir kömür parçası getir.”

      “Ayy, n’olur teyzeciğim, dişimi sakın çekme. Artık acımıyor. Acısa da dayanırım ağrısına. N’olur yapma teyzeciğim. Evde kalıp derslerimi kaçırmak istemiyorum.”

      “İstemiyorsun değil mi? Demek bütün bu gürültü patırtı okula gitmeyip balık avlamak içindi ha?… Ah Tom, Tom, seni bu kadar sevdiğim hâlde karşılık olarak benim yaşlı kalbimi kırmak için elinden gelen şeytanlığı yapmaktan çekinmiyorsun.”

      Bu esnada diş aletleri hazırlanmıştı. Yaşlı kadın, ibrişimin bir ucunu dikkatle Tom’un dişine bağladı, öbür ucunu da karyolanın demirine… Sonra kömür parçasını hızla çocuğun yüzüne doğru fırlattı. Şimdi diş, karyolanın baş ucunda sallanıyordu…

      Fakat çekilen acıların mutlaka bir mükâfatı vardır. Kahvaltıdan sonra Tom, okula giderken yolda karşılaştığı çocukların hepsi onu kıskanmıştı.

      Çünkü üst çenesinde, dişten kalan boşluk gayet güzel bir şekilde tükürmesine yarıyordu. Böylece etrafına bir hayli meraklı topladı; hatta parmağını kestiği için şimdiye kadar hep el üstünde tutulan ve herkesten saygı gören çocuk bile artık kendini bir kenara bırakılmış hissediyordu. Yüreğine işlemişti, sahte bir hoşnutsuzlukla Tom gibi tükürmenin mühim bir şey olmadığını söyledi; fakat başka bir çocuk hemen atılıp “Caart kaba kâğıt!” diye takılınca zaferi elden gitmiş bir kahraman gibi oradan uzaklaştı.

      Tom biraz sonra kasabanın küçük serserisi Huckleberry Finn’e rastladı. Huckleberry Finn, kasabanın en sarhoş adamının oğluydu. Kasabadaki annelerin hepsi ondan yaka silker, korkarlardı; çünkü tembel, laf anlamaz, asi bir çocuktu. Bundan başka bütün çocuklar Huckleberry’ye hayrandılar, onun gibi yaşamaya can atarlardı. Tom da bütün kasaba çocukları gibi ona hayrandı ama onunla asla konuşmamak hususunda da kat’i emirler almıştı. Onun için de fırsat buldukça Huckleberry ile beraber oyun oynardı. Her zaman eskimiş büyük adam elbiseleri giyerdi Huckleberry. Canı istediği zaman gelir, istediği zaman da çıkar giderdi. Güzel havalarda evlerin kapılarının önünde durur, yağmurlu havalarda da çatı altlarına sığınırdı. Okula ya da kiliseye gitmek zorunda değildi; herhangi birine “efendim” diye itaat etme derdi de yoktu. Ne zaman canı istese, nereyi beğenirse orada balık tutup yüzebilirdi, işine uygun geldiği kadar da kalabilirdi…

      Kimse onu dövüşmekten menedemiyordu. Geceleri de istediği kadar oturabilirdi. İlkbaharda ayakkabısız dolaşmaya başlayan ilk çocuk daima Huckleberry olurdu, sonbaharda da en geç ayakkabı giyen gene oydu. Ne yıkanmak ne de temiz elbiseler giymek zorunluluğu vardı. Küfür etmeyi gayet güzel beceriyordu.

      Yani kısacası bir çocuğa hayatın tadını çıkartacak her şeye sahipti. St. Pittisburgh’daki çocuklar Huckleberry hakkında böyle düşünüyorlardı.

      Tom, romantik serseriyi selamladı: “Merhaba, Huckleberry.”

      “Sana da merhaba, nasıl beğendin mi?”

      “O ne o elinde tuttuğun?”

      “Kedi ölüsü!”

      “Göster bakayım, Huck. Ooo, epeyce sertmiş… Nereden buldun?”

      “Bir çocuktan aldım.”

      “Ne verdin?”

      “Mavi bir biletle fakirler evinden aldığım bir keseyi.”

      “Mavi bileti nereden buldun?”

      “İki hafta önce Ben Rogers’tan bir çember sopasına karşılık olarak almıştım.”

      “Şey, kedi ölüsü ne işe yarar?”

      “Ne işe mi yarar? Nasırları geçirir.”

      Tom okula geldiği zaman geç kalmamak için bütün gücünü kullanan kimselere özgü bir tavır takınmıştı. Şapkasını hemen vestiyere atıp iş güç sahibi bir insan gibi telaşla yerine oturdu.

      Geniş iskemlesine kurulmuş olan hocanın, çocukların bir ağızdan çıkan ninniden farksız mırıltılarını dinlerken hafifçe içi geçmişti. Seslerin birden kesilmesi onu da uyandırdı.

      “Thomas Sawyer.”

      Tom, ismi tam telaffuz edildiği vakit mutlaka kendisini bir belanın beklediğini bilirdi.

      “Efendim!”

      “Buraya gel! Şimdi söyle bakalım, neden her zamanki gibi geç kaldın?”

      Tom bir yalanla kendini kurtarmaya çalışacaktı ki gözleri kız öğrencilerin bulunduğu yana kaydı. Orası hem rahat hem de daha güzeldi.

      Derhal:

      “Yolda durup Huckleberry Finn’le konuştum,” dedi.

      Hocanın nabzı bir saniye durur gibi oldu, şaşkın şaşkın etrafına baktı. Öğrenciler de bu çocuğun aklını kaybetmiş olmasından şüphelenmişlerdi.

      “Ne yaptım dedin?”

      “Yolda Huckleberry Finn’le konuştum.”

      Kelimelerde bir yanlışlık yoktu.

      “Thomas Sawyer, bu, şimdiye kadar dinlediğim itirafların en müthişi… Bu kabahatin karşılığı öyle basit ve hafif bir ceza olmayacak. Çıkar ceketini.”

      Hocanın kolu yoruluncaya kadar sopa, Tom’un sırtına inip kalktı. Sonra ikinci bir emir duyuldu:

      “Şimdi de gidip kızların yanına otur da aklın başına gelsin, bakalım…”

      Tom’un istediği olmuştu nihayet…

      5

      KORSANLIĞA DOĞRU

      Tom sık bir ormana girdi. Okuldan, arkadaşlarından kaçıyordu. Havanın sıcaklığı kuşları bile susturmuştu. Tabiat, iyice susmuştu; yalnız zaman zaman uzaktan bir ağaçkakanın düzenli tık tıkları duyuluyordu; bu da sessizliği ve kasvetli havayı bir kat daha arttırıyordu. Tom’un kederi de boyuna çoğalıyordu. Dirsekleri dizinin üstünde, elleriyle çenesini kavrayarak bir köşeye oturdu. Hayatın, en güzel zamanlarında bile insana dert verdiğini düşünüyordu Tom…

      Geçenlerde kurtulan Jimmy Lodges’ı kıskanıyordu doğrusu; ebediyen mezarda yatıp ağaçların arasından gelen rüzgârın fısıltılarını dinleyerek hayale dalmak, hiçbir şeye üzülmeden, aldırış etmeden uyuklamak herhâlde güzel bir şeydir, diye düşünüyordu. Şu anda Tom da arkasını dönüp kaybolsa acaba sonuç ne olurdu?