Sürpik: Bir erkek kaç kadın alabilir?
Behzat: Dört tane derler. Lakin serveti, sıhhati, ihtiyacı olursa istediği kadar…
Sürpik: Mesela on tane…
Behzat: Seksen tane, yüz tane…
Sürpik: Oh, korkunç…
Behzat: Fakat, tekrar ediyorum, bu mecburi değil. Birçok Türk, ama birçok zengin ve kuvvetli Türk vardır ki bütün hayatlarında bir kadınla iktifa etmişlerdir.
Sürpik: Ama bir kadın ile ölünceye kadar yaşamaları da mecburi değil?
Behzat: Evet değil…
Sürpik: İstedikleri vakit zevcelerinden ayrılabilirler.
Behzat: Ayrılabilirler.
Sürpik: Zevcelerini boşamadan tekrar diğer bir kadınla izdivaç edebilirler?
Behzat: Edebilirler.
Sürpik: Bıraktıkları zevcelerini yine canları isterse tekrar alabilirler?
Behzat: Alabilirler. Fakat bunda bazı şartlar var!
Sürpik: Ne gibi?
Behzat: Mesela “hülle” şartı…
Sürpik: “Hülle” ne?
Behzat: Pek iyi bilmiyorum. Galiba bir Türk üç defa zevcesini boşarsa tekrar alamaz. Şu şartla ki hiç olmazsa bir gece, zevcesi başka bir erkekle izdivaç edecek, sonra ondan boşanacak, tekrar eski zevcine varacak.
Sürpik: Oh, işte bir nevi poliandri…
Behzat: Fakat bu pek nadirdir! Şayet böyle bir şey olsa şeri hile yaparlar. Mesela mutlaka başka bir erkeğe varması icap eden kadını gayet ihtiyar bir adama nikâh ederler ve bu mecburi izdivaç tabiatıyla gayet Eflatuni kalır yahut… müta nikâh…3 Hasılı birçok hile… İyi bilmiyorum ama icabında bir horoza bile nikâh kıyarlarmış…
Sürpik: Latifeyi bırakın, azizim. Bu dehşetli serbesti! Gayet zayıf kayıtlarla! Âdeta civil mariage…4 Aşkta daima kaybeden, izdivaçta daima ilk ihtiyarlayan kadındır. Eğer erkek dehşetli bir rabıta ile birkaç sene sonra güzelliği solan kadına bağlanmazsa sadakat azabına tahammül edemez. Hemen onu terk eder. Ve yerine gayet genç ve taze bir kız alır.
Behzat: Ah, sevilen bir kadın hiç terk edilebilir mi?
Sürpik: Bakınız, işte “edebiyat” yapıyorsunuz. Sevmek! Sakın ezelî bir aşktan, ölümle nihayet bulan manevi, ruhi bir aşktan bahsetmek masumiyetini tecrübe etmeye kalkmayınız! Aşk… Bir hiç, bir ihtiras, geçici bir buhran… Öyle bir buhran ki neticesi mutlak nefret ve yorgunluktur! Ve izdivaçla aşkı kim karıştırırsa, bir görürse mutlaka meyus olur. İzdivaç: Kadın için, bir erkeğin fena kokularına, kabalıklarına, huşunetlerine tahammül etmekten; erkek için, solmuş ve yıkılmış bir kadının sırnaşıklıklarına, münasebetsizliklerine, asabiyetlerine aldırmamaktan ibarettir! İki vücudu bu mütekabil azaba mahkûm edecek bir bağ, bir zincir vardır ki o da izdivaçtır. Ailelerin, içtimai menfaatlerin, küfvî mutabakatların sigortası bu zincirdir. Hâlbuki o kadar zayıf ki… Bir… Bir pamuk ipliği… Hayır, hayır, ben asla sizinle, bir Türk’le izdivaç edemem. Bütün hayatımı, bütün istikbalimi kayıtsız, şartsız, bir erkeğin keyfine feda edemem…
Behzat: Mübalağa ediyorsunuz, niçin?
Sürpik: Metresiniz olsam beni yine bu arzu ile seveceksiniz. İhtimal birkaç tatlı sene geçireceğiz.
Behzat: Fakat…
Sürpik: Fakatı yok. Pamuk ipliği! Azizim. Mesela ben ha sizin metresiniz olmuşum; ha zevceniz… İkisi de bir…
Behzat: Mübalağa ediyorsunuz, niçin?
Sürpik: Metresiniz olsam beni yine bu arzu ile seveceksiniz. İhtimal birkaç tatlı sene geçireceğiz. Sonra… Mutlaka evvelki ihtiras, evvelki arzu sönecek. Ve beni terk edeceksiniz. Hayır, demeyiniz. Bu ezelî bir romandır ki hiçbir kelimesi değişmez. Sizin zevceniz olsam yine aynı roman… Birkaç sene sonra beni bırakacaksınız, diğer bir aşka koşacaksınız.
Behzat: Asla…
Sürpik: Çünkü bırakmamaya mecbur değilsiniz. Bırakmak hakkına maliksiniz. Bıktıktan sonra beni bırakmazsanız bu ancak marazi bir merhamet hissinden başka bir şey değildir! Ve bir hisse de hiçbir vakit bir hak, bir kanun, bir mecburiyet kadar itimat olunamaz. İşte muhakemenin neticesi: Ben mutlaka bir Hristiyan’a varacağım. Çünkü Hristiyanlarda izdivaç ağır, kavi, kırılmaz bir zincirdir! Beni ancak ölümle bağlayacak. Terk edilmek, bedbaht olmak korkusundan uzak yaşayacağım…
(Bu esnada, dimdik, sahte ve acemi bir aktör, doğru tavırlı genç bir uşak girer. Matmazel Bagdeseryan’a eğilir.)
Uşak: Mösyö Hamparsun Rupenyan!
Sürpik: Buyursun.
(Uşak çıkar.)
Behzat: Bu kim?
Sürpik: Tuhaf tesadüf! Yakında nişanlanacağımı ümit ettiğim bir adam. Kayserili gayet zengin bir yağ tüccarının yegâne oğlu… Durunuz, size takdim edeyim.
Behzat: (Bozularak, asabi) Hayır, hayır, istemem. Bana müsaade ediniz.
Sürpik: Lakin darılmış gibi hareket ediyorsunuz.
Behzat: Asla… Müsaadenizle…
Sürpik: Fakat yine geliniz, yüksek sesle muhakemeler yapalım. Yani açık düşünelim. Bugün nihayete kadar devam edip neticemi size de kabul ve tasdik ettiremediğim için çok müteessifim. Geliniz ha… Yakında…
Behzat: Yakında…
(Behzat eğilir, nazik bir reveransla Matmazel Bagdeseryan’ı selamlar. Tam çıkacağı vakit Hamparsun Rupenyan girmiş bulunur. İki erkek birbirlerini selamlarlar. Behzat asabi bir istical ile çıkar. Rupenyan ayakta duran Matmazel Bagdeseryan’ın elini sıkar.)
2
Rupenyan: Nasılsınız, azizem?
Sürpik: İyiyim! Oturunuz! İşte bir haftadır gelmiyorsunuz. Niçin?
Rupenyan: Memleketten birkaç hemşehrimiz gelmişti. Onları yerleştirmekle meşguldüm.
Sürpik: (Gülerek) Muazzez meşguliyet.
Rupenyan: Bana takdim etmediğiniz bu zat kimdi?
Sürpik: Şimdi çıkan bey mi? Bir genç Türk! Avrupa’da tahsil etmiş bir mühendis… Geçen kış tanışmıştık. Şimdi en samimi dostlarımızdan.
Rupenyan: Tanımıyorum. Ben hiç görmemişim.
Sürpik: Tanımazsınız. Takdim edemediğime teessüf ederim. Ah bilseniz onunla ne garip şeylerden bahsettik!
Rupenyan: Nelerden bahsettiniz?
Sürpik: İzdivaç ve nikâhtan bahsettik.
Rupenyan: Hakikaten garip!
Sürpik: Tekrar anladım ki Türklerin dini gayet