Antonom Petroviç bir yandan pantolonunu çekerken, bir yandan da etrafa güvensiz gözlerle bakar, sonra fısıldardı bir sır verircesine: “Henüz bilmiyorum Afanas Kirfloviç. Bekleyelim biraz, çok geçmeden öğreniriz. Bu gece yeni bir iktidar geldi çünkü. Eğer Yahudileri soymaya girişirlerse Petliyura’nın adamları demektir. Gelenler eğer ‘yoldaş’sa iki kelime söyler söylemez hemen farkına varılır. Ben de pencereden gözleyip durmaktaydım senin gibi. Malum ya, başımıza bela gelmesin diye duvara fotoğraf asmak lazım, öyle de çabuk geliveriyor ki! Geçen gün bizim Gerasim şaşırmış iyice ve o günkü iktidar sahibinin kim olduğuna bakmadan, yaranmak için tutmuş Lenin’in portresini asmış duvara. Çok geçmeden üç asker damlamaz mı evine. Hem de üç Petliyurovza, düşünün siz artık gerisini… Resmi görür görmez ağızları köpük saçarak çökmüşler üzerine zavallının, eşek sudan gelinceye kadar kırbaçlamışlar. ‘Gösteririz biz sana dünyanın kaç bucak olduğunu!’ diye gürlüyorlarmış, ‘Şeytanın uşağı seni, pis komünist! Derini yüzelim de öğren hanyayı konyayı!’ Bağırmış, çırpınmış zavallıcık derdini anlatabilmek için, ama fayda etmemiş!”
İşte tam bu sırada silahlı çeteler belirir sokakta ve yurttaş penceresini kapayıp kabuğuna dönerdi. Zaman kötüydü. Petliyura’nın hizmetindeki pogromcuların sarı-mavi bayrağına boğuk bir kinle bakıyordu işçiler. Bu önü alınmaz şovenizm dalgası karşısında âcizdiler. Ama Javtoblatnikilerle çarpışan kızıl birlikler şehre, bir çelik bıçağın bir ağaç gövdesine saplandığı gibi dalınca canlanmışlardı. Kardeş bayrağının kırmızısı dalgalandı belediye binasının üstünde bir iki gün, sonra yeniden yola koyuldu birlikler ve karanlık günler başladı yeniden.
Zadneprovsk Alayı’nın “medarıiftiharı, güzeller güzeli” Albay Golubof rakipsiz olarak saltanat sürmekteydi şehirde, iki bin hayduttan meydana gelen alay, muzaffer bir edayla, daha bir gün önce Şepetovka’ya girmişti. Başlarında pan-albay ilerliyordu. Damızlık bir aygıra binmişti ve ılık nisan güneşine rağmen bir Kafkas burkası20 geçirmişti sırtına. Başında, çilek rengi kitiza ile süslü bir zaporoğ şapkası vardı, üzerinde de gümüş kakmalı kılıçla hançerin süslediği bir çerkaska.21
Yakışıklı adamdı Albay Golubof. Kara kaşlı, soluk yüzlüydü ve durmadan kafayı tütsülediği için hafifçe sararmıştı. Tekrar tekrar okuduğu kitaplardan dolayı Zaporojetz22 olmaya özeniyordu şimdi, bunu da bir taşra tiyatrosunun oyuncuları kadar başarabiliyordu ancak. Daima dişlerinin arasında tuttuğu bir liyulka23 sayesinde zevahiri kurtarmaktaydı. İhtilalden önce pancar çiftliklerinde tarım mühendisiydi ama ağamız usanmıştı bu renksiz hayattan! Ayrıca silik bir mühendisle koca bir ataman arasında dağlar kadar fark vardı. İşte bu düşünceyle gelip memleketi kaplayan çamura gırtlağına kadar dalmıştı tarımcımız!
Şehrin tek tiyatrosu, yeni gelenler şerefine verilecek dev bir tören için süslenip hazırlanmıştı. Petliyura’ya bağlı bütün entelijansiya24 oradaydı: Ukraynalı öğretmenler takımı, papazın iki kızı, güzel Anya ile küçüğü Dina, Kont Potozki’nin eski hizmetkârları, kendine volni kazatsvo adını yakıştıran bütün burjuva yığını, devrimci sosyalist kalıntıları ve bunlar gibi değersiz kişiler… Rengârenk incilerle süslü, göz alıcı mahallî elbiselerine bürünmüş olan bayan öğretmenlerin, popovnaların25 meçsanoçkilerin26 etrafını, ancak eski tablolarda rastlayabileceğimiz zaporogların kılığına girmiş olan starşina takımı almıştı.
Ama bir tatsızlık çıkmakta gecikmedi. Elektirik yoktu. Derhâl albaya haber verildi. Teşrif ederek bu şenliği şereflendirme niyetindeydi oysa albayım. Çağırdı yaveri Korunci Palyanitza’yı, önem vermezmiş gibi ama hâkim bir sesle, “Bana ışık lazım.” dedi, “İstersen geber ama hallet!”
“Emredersiniz pan-albayım!”
Hiç de geberme niyetinde değildi Korunci Palyanitza, başının çaresine baktı. İki saat geçmemişti ki Pavka, iki Petliyurovetz’in arasında santrale götürülmekteydi. Aynı şekilde bir montörle bir de makinist getirdiler çok geçmeden. Yaver durumu özetledi: Işık meselesi akşam yediye kadar halledilmediği takdirde üçü de asılacaktı. Tabii söylenen saatte ışıklar yandı.
Şenliğin gürültüsü ayyuka çıktığı vakit göründü albay. Sevgilisi vardı kolunda. İri göğüslü, saçları buğday renkli bir kızdı bu, Golubof’un evlerinde kaldığı zengin büfe patronunun kızı. İl merkezinde okumuştu liseyi… Sahnenin tam karşısındaki şeref koltuklarına kurumla yerleştiler ve albayın işaretiyle perde açıldı. Temsil sırasında, Palyanitza’nın müsadere yoluyla sağlamış olduğu samogonlar27 içildi. Öyle ki perde kapandığında bütün starşinalar çakırkeyifti.
“Şimdi de artık dans edelim.” dedi yaver, hazır bulunanların alkışları arasında.
Asalet sahiplerini korumakla görevli askerlerin, iskemleleri balo düzenine uygun şekilde sıralayabilmesi için salon boşaltıldı. Yarım saat sonra da her yerin altı üstüne gelmişti. Yüzlerinden sanki alev fışkıran starşinalar, her türlü kontrolü kaybetmiş ve en tehlikeli gopak28 figürlerini yapmaya girişmişlerdi. Memleketin namlı güzelleri de katılmıştı onlara. Eski tiyatronun duvarları titremekteydi. Aynı anda, şehrin öbür ucundaki değirmenin yanında silahlı atlılar belirmişti aniden. Petliyurovza nöbetçileri, mitralyözlerini endişeyle gelenlerin üzerine diktiler. Keskin bir ses çınlattı geceyi:
“Durun! Kim var orada?”
Karanlığın içinden iki silüet sıyrıldı ve kaim bir ses:
“Ben Ataman Pavliyuk!” diye homurdandı.
Pavliyuk, ışıklar içinde pırıl pırıl parlayan ve içinden neşeli gürültülerin yükseldiği tiyatronun önüne gelince durdu. “Oh, oh…” dedi, “Eğlence varmış burada… Öyle değil mi, essaul?29 İnelim hele biz de bu fırsat kaçırılmaz. Bir iki piliç de biz buluruz elbet. Çığlıklarını işitmiyor musun yoksa! Şşiiişşt!.. Sen adamlara göz kulak ol Staleşko. Biz küçük bir mola vereceğiz burada. Muhafızlarım benimle gelsin!”
Girişte, iki silahlı Petliyurovetz tarafından yolları kesildi: “Davetiyeniz?”
Şöyle baştan aşağı, tiksintiyle süzdü adamları Pavliyuk, sonra da bir omuz darbesiyle iterek içeri daldı. Atlarını bağlamış olan muhafızları da onu takip ettiler.
Başta dev yapılı Pavliyuk olmak üzere yeni gelenler göze batmakta gecikmediler. Mavzeri ve şaravarisinden30 sarkan el bombasıyla bütün bakışları derhâl üzerine çeken Pavliyuk’un kim olduğu herkesin kafasını kurcalamaya başlamıştı.
“Kimdir, tanıyor musunuz?” diye fısıldaşıyordu insanlar.
Dans etmekte olan çiftler arasında, bir subayın kolunda Popovna eteklerini cüretle savurup döndükçe bacaklarını saran nefis bir ipek pantolonu hayranlık içinde seyrediyordu askerler. Pavliyuk kalabalığa dalmış ve dans edenlerin arasına girmişti. Popovna’nın bacaklarına doğru kaydı istek dolu bakışları, çatlamış dudaklarını yalayarak sahneye yaklaştı ve