“Sanırım Diana ile bütün gece konuşacaksınız.” dedi Marilla alaycı bir tavırla kızlar yukarı çıkarken. Marilla kendine ihanet ettikten sonra hep alaycı bir hâle bürünürdü.
“Evet.” dedi Anne neşeyle. “Ama önce Davy’i yatıracağım. Bunun için ısrar ediyor.”
“Tabii ki.” dedi Davy koridordan ilerledikleri sırada. “Dualarımı edeceğim birini istiyorum. Tek başına dua etmenin eğlencesi yok.”
“Tek başına dua etmiyorsun Davy. Tanrı seni hep duyuyor.”
“Ama ben onu göremiyorum.” diye itiraz etti Davy. “Görebileceğim birine dua etmek istiyorum. Bayan Lynde’e ya da Marilla’ya da dua edemem!”
Davy gri gece fanilasını kuşandığı zaman dua etmeye başlamak için pek de acele ediyor gibi değildi. Anne’in karşısında duruyor, ayaklarını birbirine sürtüyordu. Kararsız gibi bir hâli vardı.
“Gel canım, hadi diz çök.” dedi Anne.
Davy başını Anne’in kucağına gömdü. Ama diz çökmedi.
“Anne!” dedi bastırılmış bir sesle. “Dua etmek gelmiyor içimden. Tam bir haftadır hem de. Dün gece ya da evvelsi gece de dua etmedim.”
“Peki neden Davy?” diye sordu Anne nazikçe.
“Eğer söylersem kızmayacaksın ama tamam mı?” dedi Davy yalvarırcasına.
Gri fanilalı yavruyu kucağına alan Anne, başını koluyla sardı.
“Sen bana bir şeyler söylediğinde hiç kızdım mı Davy?”
“Hayııır… Sen hiç kızmazsın. Ama üzüleceksin ki bu daha kötü. Sana bunu anlattığımda çok üzüleceksin Anne ve sanırsam benden utanacaksın.”
“Yaramazlık mı yaptın Davy? Ondan mı dua etmiyorsun?”
“Hayır, yaramazlık yapmadım yani henüz yapmadım. Ama yapmak istiyorum.”
“Ne yapmak istiyorsun peki Davy?”
“Kötü bir kelime söylemek istiyorum Anne.” diye söyleyiverdi Davy çaresizce. “Bay Harrison’ın işçisinin geçen hafta söylediğini duydum. O zamandan beri ben de hep o kelimeyi söylemek istiyorum. Dua ederken bile.”
“O zaman söyle Davy.”
Davy kızarmış yüzünü hayretle kaldırdı.
“Ama Anne bu çok kötü bir kelime.”
“Söyle!”
Davy bir kez daha kuşkucu bir bakışla baktı. Sonra alçak bir sesle o korkunç kelimeyi söyledi. Bir sonraki dakika başıyla Anne’e sokuldu.
“Bu kelimeyi bir daha asla söylemeyeceğim Anne, asla. Asla bir daha söylemek istemiyorum. Kötü olduğunu biliyordum ama bu kadar kötü olduğunu bilmiyordum. Böyle olacağını düşünmüyordum.”
“Bu kelimeyi bir daha söylemek isteyeceğini hatta düşüneceğini zannetmiyorum Davy. Yerinde olsam Bay Harrison’ın işçisiyle fazla vakit geçirmezdim.”
“Çok deli savaş çığlıkları atabiliyor.” dedi Davy biraz pişman olarak.
“Ama zihninin kötü kelimelerle dolmasını istemezsin öyle değil mi Davy? Zihnini zehirleyip içindeki bütün uslu ve erkeksi şeyleri defedecek kelimeleri konuşmak ister miydin?”
“Hayır.” dedi Davy derin bir tefekkür hâliyle.
“O zaman bu kelimeleri kullanan insanlara uyma. Peki, şimdi dua edecek gibi hissediyor musun kendini?”
“Tabii ki.” dedi Davy hevesle diz çökerek. “Şimdi dualarımı rahatça edebilirim. Şimdi, ‘uyanmadan önce ölürsem’ demekten korkmuyorum. Ama bu kelimeyi söylemek isterken korkuyordum.”
Anne ve Diana muhtemelen o gece içlerinde olan her şeyi birbirlerine döktüler. Ancak bu paylaşımların kaydı tutulmadı. Kahvaltı zamanı geldiğinde ikisi de taptazeydi ve ışıltılı gözlerle bakıyorlardı dünyaya. Bu bakışlar sadece, uygunsuz saatler boyunca keyif yapan ve itiraflarda bulunan gençlerin sahip olabileceği türden bakışlardı. O sırada henüz kar yağmaya başlamamıştı. Fakat Diana, evine gitmek üzere kütük köprüden geçtiği sırada rüyasız uykularını uyuyan kahverengi ormanlar ile tarlaların üzerine pır pır kar yağmaya başlamıştı. Kısa süre sonra uzaklardaki yamaçlar sisli şallarını kuşanarak loşluğa gömülmüşlerdi. Soluk benizli sonbahar, puslu gelinliğinin duvağını üzerinden atmış, müstakbel kocası olan kışı bekliyor gibiydi. Böylece bembeyaz bir Noel geçirdiler. Hem de çok keyifli bir Noel’di bu. Öğleden önce Bayan Lavendar ve Paul’un yolladığı mektuplar ve hediyeler ulaştı ellerine. Anne, Green Gables mutfağında neşe ile açtı hepsini. Davy’nin kendinden geçercesine içine çektiği “güzel kokularla” doluydu tamamı.
“Bayan Lavendar ve Bay Irving yeni evlerine yerleşmişler.” dedi Anne. “Eminim Bayan Lavendar çok ama çok mutludur. Mektubunun tonundan anladım bunu. Bir de Dördüncü Charlotta’dan bir not aldım. Boston’u hiç sevmemiş ve çok feci ev hasreti çekiyormuş. Bayan Lavendar ben buradayken bir ara Echo Lodge’a gidip evi havalandırmak için ateş yakmamı ve yastıkların küflenip küflenmediğini kontrol etmemi istiyor. Gelecek hafta Diana ile gideriz diye düşünüyorum. Akşamı da Theodora Dix ile geçiririz. Theodora’yı görmek istiyorum. Bu arada Ludovic Speed hâlâ onu ziyaret ediyor mu?”
“Öyle diyorlar.” dedi Marilla. “Muhtemelen de devam edecek ziyaretlerine. İnsanlar bu görüşmelerin bir yere varacağına dair beklentilerini bıraktılar artık.”
“Theodora’nın yerinde olsaydım onu biraz acele ettirirdim, o kadar.” dedi Bayan Lynde. Bu dediğini yapacağına dair zerre şüphe yoktu kimsenin içinde.
Ayrıca Philippa’nın kendine has el yazısıyla yazdığı bir mektup daha vardı. Alec ve Alonzo’nun söylediklerinden, yaptıklarından onu gördüklerinde nasıl baktıklarından bahsediyordu bol bol.
Ama hangisiyle evleneceğime hâlâ karar veremedim, yazıyordu Phil. Keşke gelsen de benim için karar versen. Birinin vermesi lazım bu kararı. Alec’i gördüğümde kalbim küt küt attı ve şöyle düşündüm: ‘O doğru kişi olabilir.’ Ama sonra Alonzo geldi ve benim kalbim bir kez daha küt küt attı. Yani bu pek bir anlam ifade etmiyor. Gerçi okuduğum romanlara bakacak olursak bunun bir anlamı olmalı. Peki, sana soruyorum Anne: Kalbin hakiki beyaz atlı prensten başka birinin karşısında küt küt atar mıydı? Bende ciddi bir sorun olmalı. Ama muazzam vakit geçiriyorum. Burada olmanı ne kadar da çok isterdim. Bugün kar yağıyor ve içim kıpır kıpır. Yeşil bir Noel geçirmekten çok korkuyordum çünkü onlardan nefret ederim. Hani bazı Noeller yüzyıl boyunca suda kalmış gibi pis gri-kahverengi oluyor ya bazen, işte ona Yeşil Noel diyorlar. Nedenini sorma. Lort Dundreary’nin de dediği gibi, ‘Kimtenin anlayamadığı batı teyler var.’
Peki hiç sokak arabasına binip de ücretini ödeyecek paran olmadığını fark ettiğin oldu mu? Geçen gün benim başıma geldi. Çok korkunçtu. Arabaya bindiğimde cebimde beş sentlik bozuk para vardı. Kabanımın sol cebinde olduğunu zannediyordum. Arabaya oturunca parayı yokladım. Orada değildi. İçim ürperdi resmen. Diğer cebimi de yokladım ama orada da yoktu. Bir kez daha ürperdim. Sonra içindeki küçük cebi yokladım ama hepsi boşunaydı. Aynı anda iki kez ürperdim.