Dimço Kaptan sesini çıkarmadı. Selam verdi, kapıdan çıktı ve yavaş yavaş vazifesinin başına, fırını yaktırmaya yollandı.
Radko yalnız kalınca yine yaverini çağırdı. Ona birçok emir yazdırdı. Muavinine haber gönderdi. Onu da askerlerin, kışlaların emniyet altına alınmasına memur etti. Sonra şapkasını giydi. Kılıcını sürükleyerek sol elini kalçasına götürdü. Dışarı çıktı. Merdivenlerden indi. Koridordaki neferlerin verdiği selamları görmüyordu. Caddeden geçti. Hükûmete girdi. Yaveri çamurlu ve tozlu bir gölge gibi daima arkasından geliyordu. Kumandanın yanına gitti. Serez’in yeni mutasarrıfı, kendisi kadar meşhur Rayef’in yanı sıra, yeni jandarma kumandanı, çete reislerinden Zankof ve Polis Müdürü Lapof da orada idiler. Katliamın programını hep birlikte kararlaştırdılar.
Teşrinievvelin yirmi sekizinde mutasarrıf Rayef, On sekiz yaşından kırk beş yaşına kadar tüm Müslümanlar, akşamüzeri alaturka on buçukta hükûmete müracaatla isimlerini kaydettirsinler. Kaydolmayanlar ceza görecek, diye sokaklara bir ilan yapıştırtacak ve tellal çağırtacaktı. Katliamdan şüphelenmeyen ahali hükûmetin avlusuna ve caddeye toplanacaktı. Toplananların mevcudu dokuz on bini geçince bir silah patlatılacak ve hemen:
“Türkler bir Bulgar zabiti vurdular.” şayiası çıkarılacaktı. Ondan sonra parolayı bilen askerler, jandarmalar, polisler bahçenin içindekileri hep kurşuna dizecekler, sokaktakileri köşelerden çevirip kılıçla, bıçakla mahvedeceklerdi. Çünkü birer birer toplayıp konsoloslar görmesin diye gizli gizli kesmek -vakıa muvafık ise de- başa çıkılacak bir iş değildir. Radko, arkadaşlarıyla bütün kararlarını birleştirdikten sonra durmadı, oradan çıkıp merkez kumandanlığı dairesine dönerken kapıda dimdik, iri bir süvari neferi karşısına geldi. Eli şapkasında:
“Dimço Kaptan’ın yaktırdığı fırına elli tane kadın getirildi.” dedi, “On dakikadır sizi bekliyorum kumandan…”
Radko daima arkasından gelen yaverine döndü, atını istedi. Zaten hayvanlar kumandanlık binasının köşesinde duruyor, önlerine dökülen bir çuval arpayı yiyorlardı. Önüne getirilen ata bir cambaz çevikliğiyle atladı ve süvari neferine:
“Haydi ileri geç… Fırına… Dörtnala…” dedi. Hükûmet Caddesi’nden, Maarif Kahvesi’nin önünden dörtnala geçtiler. Yoldaki eşkıyalar, askerler duruyorlar, pek iyi tanıdıkları Mayor1 Balkaneski’yi selamlıyorlardı. Kapalı Çarşı’dan çıktılar. Bazı dükkânları açık olan caddeden sola saptılar. Süvari neferi büyük bir kapının önünde atını durdurdu. Hemen yere indi.
Daima eli şapkasında:
“Burası, kumandan…” dedi. İçeriden ince iniltilerle karışık acıklı bir uğultu geliyordu. Radko hayvandan atladı ve kapıdan girdi. Bu fırın hiç çarşı fırınlarına benzemiyordu. Genişti. Yüksek tavanları sarıya boyanmıştı. Büyük ve yüksek ocağı ta nihayetinde idi. Üst kısımları açılmış kepenklerden bol bir aydınlık taşıyor ve her tarafı dolduruyordu. Türk kadınları alacalı bir ipek kumaş gibi köşeye birikmişlerdi… Yaşlılarını ayırıyorlardı. On bir tane kırk yaşından büyük kadın çıktı.
Bu yaşlıları kapının arkasına yığdılar. Geriye kalanların içinde on sekiz yaşında kızlar, kundaktaki çocuklarına meme veren genç ve taze analar bulunuyordu. Radko, bunlara gülerek tekrar ve yavaş yavaş:
“Görüyorsunuz be hanımlar!” dedi, “İçerisi sıcak. Size bazı şeyler soracağım. Terlemeyesiniz. Haydi hepiniz esvaplarınızı çıkarınız. Soyununuz. Fistanlarınızı, gömleklerinizi, donlarınızı, çoraplarınızı atınız. Çırçıplak kalınız. Hamama girecekmiş gibi… Ağanızın koynuna girecekmiş gibi… Üzerinizde yalnız saçınız kalsın… Çırçıplak, çırçıbıldak. Haydi, haydi…”
Ömürlerinde kocalarından, babalarından ve kardeşlerinden başka kimseye yüzlerini açmamış olan bu kadınlar bu korkunç emre itaat edemiyorlardı. Komitalar dipçiklerle vuruyorlar, çarşaflarını, yeldirmelerini yırtıyorlar, fakat bir tane olsun soyamıyorlardı. Bu münasebetsiz mukavemete Radko’nun canı sıkıldı. Hiddetlendi. Fırlak ve al yanakları titremeye başladı. Niye yoruluyorlardı? Yorulmaya ne hacet vardı? Mademki fırın yanıyordu. İçlerinden bir tanesini yakınca öbürleri korkacak ve asla karşı gelemeyeceklerdi.
“Durunuz, boşuna uğraşmayınız, vakit geçiyor.” dedi. Ve komitalar kendinden tarafa dönünce ilave etti:
“Soyunmaya razı olmayanlardan bir tane çekin, buraya getirin.”
İzbandut gibi iki iri komita, kümeden tuttukları bir kadını sürüklediler. Radko’nun karşısına getirdiler. Bu, balık etinde, kumral ve genç bir hanımdı. Ancak yirmi yirmi beş yaşlarında tahmin olunabilirdi. Yırtılan yeldirmesinin altından kurşuni yünden yapılmış alafranga esvapları görünüyor ve kucağında kundaklı bir çocuk tutuyordu. Radko bir yıldırım gibi gürledi:
“Eziyet etme be karı!”
Komitalar geriye çekildiler. Masanın önünde yalnız kalan kadın titriyor, hıçkırarak kucağındaki yavrusunu sıkıyor, sıkılan ve ürken çocuk avazı çıktığı kadar bağırarak ağlıyordu. Bu çocuğun gürültüsü Radko’yu büsbütün hiddetlendirdi. Ayağa kalktı. Kadının karşısına giderek sordu:
“Söyle, soyunacak mısın?”
Kadın yere kapandı. Öpmek için ayaklarını tutuyor, gözyaşıyla ıslanmış yüzünü, dağılan saçlarını onun boyasız ve tozlu çizmelerine sürüyordu. Çocuk daha şiddetli haykırıyor, fırının içini gürültüye boğuyordu. Radko dayanamadı. Ani bir hareketle eğildi. Bu susmayan çocuğu anasının kucağından kopardı. Fırına doğru döndü. Gözleri dönen kadın Radko’nun beline sarılıyor:
“Allah’tan kork, Allah’tan kork!..” diye yalvarıyordu. Radko, bu narin kadının başına dehşetli bir yumruk indirdi. Yere devirdi ve:
“Allah benden korksun…” diyerek hâlâ susmayan çocuğu ocağın içine fırlattı. Birden çocuğun sesi kesildi. Fakat fırının içindeki kadınların hepsi birden ağlamaya, bağırmaya başladılar. Evladının alevler içinde kaybolduğunu gören ana yaralanmış dişi bir kaplan süratiyle Radko’nun boğazına atıldı. Zayıf parmaklarıyla onun yakasını yırttı. Komitalar susturmak için kadınların arasına girerek kafalarına, gözlerine vuruyorlar, hepsini al kana boyuyorlardı. Radko kuvvetli kollarıyla boğazına sarılan, kendisini boğmak isteyen bu naif kadını büktü. Altına aldı. Komitalardan üçünü adlarıyla çağırdı. Bunlar yere yatırdıkları kadının esvaplarını, gömleklerini, donunu yırttılar, kopardılar. Çırçıplak bıraktılar. Ve ellerini arkaya bağladılar. Sonra Radko hâlâ soyunmayan kadınlara dönerek zehirli bir sesle:
“Dikkat ediniz be karılar!” diye haykırdı, “Bize boşuna eziyet vermeyin. Laf dinlemeyen idam olunur. Şimdi bakın soyunmayan ve karşı gelen bu kaltağı nasıl pişireceğiz. İbret alınız. Sonra hepiniz böyle olursunuz…”
Bu sesin tüyleri ürperten dehşeti kadınları, hatta komitaları bile buz gibi dondurdu. Dimço Kaptan ocağa bakmıyor, yüzünü kapı tarafına çeviriyordu. Radko, masanın üzerinden bir ustura aldı. Kebap yapılacak kestaneleri nasıl çatlamasın diye yararlarsa o da fırında yakacağı adamın vücudunu öyle yarardı. Yarılmamış bir adam çabuk yanmazdı. Hâlbuki yarılırsa tatlı bir cızırtı çıkararak, çabucak tutuşur, mavi ve sincabi bir buhar bırakarak kül oluverirdi. Bu mavi ve sincabi buhar…