Oysa şimdi ilk defa maceraya gerçek fiyatını, yani tehlikeyle ödemesi gerektiğinde, değerini pintice hesaplamaya başladı. Talih tarafından şımartılmış, ailesi tarafından üstüne titrenmiş, hâli vakti yerinde zenginlikleri sayesinde tüm arzuları yerine getirilmiş olduğundan, bu ilk sıkıntı bile ona çok fazla gelmişti. Ruhsal tasasızlığından ödün vermemek için hiç düşünmeksizin âşığını rahatına feda etmeye hazırdı.
Âşığının hemen öğleden sonra birisiyle gönderdiği cevap, ürkmüş ve asabi duygularla yazılmıştı, çaresizce yalvaran, hem kendisini hem onu suçlayan bu mektup Irene’yi yine bu macerayı bitirme kararında tereddüde düşürmüştü; bu ihtiras kendini beğenmişliğini okşamış ve erkeğin kendinden geçercesine ümitsiz oluşundan etkilenmişti. Âşığı ısrarlı kelimelerle eğer onu bilmeden incitmişse en azından suçunu öğrenebilmek için kısa bir buluşma istiyordu; bu da Irene’yi yeni bir oyun oynamaya, ona biraz daha somurtup, kendisini sebepsiz yere geri çekerek daha da kıymetlendirmeye yönellti. Kendisini şimdi yeni bir heyecanın içinde hissetti ve bu durumda içi soğuk olan bütün insanlarda olduğu gibi, yanmadan tutku ateşiyle sarılmış olmak hoşuna gidiyordu. Bu yüzden erkeği birdenbire yeniden hatırladığı bir pastaneye çağırdı, genç kızken orada bir oyuncu ile buluşmuştu, o zamanlar tasasız ve saygılı gerçekleşen bu randevu şimdi artık çok çocuksu geliyordu. Gülümseyerek garip diye düşündü, geçen evlilik yıllarında küllenmeye başlayan romantizm şimdi yine canlanmaya başlamıştı. Neredeyse dün o kadınla karşılaştığı için sevinecekti, uzun zamandır gerçek bir duyguyu böylesine güçlü ve sarsıcı bir şekilde hissetmemişti ve başka zaman kolayca gevşeyebilen sinirleri o olayı düşündükçe hâlâ geriliyordu.
Olur da yine o kadınla karşılaşırsa onu yanıltmak için bu defa koyu renkli, dikkat çekmeyen bir elbise giydi ve başka bir şapka seçti. Hiçbir şekilde tanınmamak için bir de peçe hazırlamışken birden inadı tuttu ve onu takmaktan vazgeçti. Onun gibi saygıdeğer, tanınmış bir kadın hiç tanımadığı bir kadının korkusundan sokağa çıkamayacak mıydı? Ve o anda tehlike korkusu içinde garip ve cazip bir haz duydu, kavgaya hazırdı, tehlikeli bir karıncalanma hissediyordu, bu duygu tıpkı insanın parmaklarıyla bir hançerin keskin tarafına dokunması veya bir tabancanın içinde sıkıştırılmış ölümün beklediği namlusuna bakması gibiydi. Maceranın ürpertisi onun korunaklı yaşamında değişik bir şeydi, bu duygu onu şimdi bir oyun gibi cezbediyor, sinirlerini çok güzel geriyor ve kanında elektrik kıvılcımları hissettiriyordu.
Sadece sokağa ilk adımı attığında geçici bir korku duydu; sanki dalmadan önce ayak ucuyla suyun kontrol edildiğinde olduğu gibi serin ve asabi bir ürperti hissetti. Ancak bu serinlik sadece bir saniye kadar bedeninin içinden geçer gibi oldu, sonra içi birdenbire nadir bir yaşam coşkusuyla doldu, şimdiye kadar hiç yapmadığı bir biçimde, hafif, güçlü ve esnek adımlarla yürümeye başladı. Neredeyse pastanenin bu kadar yakın olduğuna üzülecekti; zira içinde yürüyüş ritmini bozmadan maceranın gizemli çekimine doğru yürüme isteği vardı. Ancak buluşma için ayırdığı zaman sınırlıydı ve kanında hissettiği hoş bir güven duygusu sevgilisinin onu çoktandır beklemekte olduğunu söylüyordu. İçeriye girdiğinde bir köşede oturan erkeğin heyecanla yerinden fırlaması Irene’nin hem hoşuna gitti hem de onu utandırdı. Erkeği sesini alçaltması konusunda uyarmak zorunda kaldı, zira sorular ve sitemler bir çığ gibi ve heyecanla geliyordu. Onunla görüşmemesinin gerçek sebebine değinmeden belirsiz imalarla genç adamı daha da kışkırttı. Sevgilisinin arzuları karşısında ulaşılamaz kaldı ve bu gizemli ve ani çekilmesinin onu ne kadar tahrik ettiğini hissedip hiçbir vaatte bulunmadı… Ve yarım saatlik hararetli bir sohbetten sonra hiçbir şefkat göstermeden, hatta bunun vaadinde bile bulunmadan sevgilisinden ayrılırken ancak genç kızlık zamanında hissettiği ateşli bir titreşim hissediyordu. İçinde, derinlerde hafif bir kıvılcım ateşe dönüşüp parlamak ve başına kadar yükselmek için rüzgârı bekliyor gibiydi. Sokakta aceleyle yürürken kendisine yönelen her bakışı fark ediyordu; birçok erkeği kendisine baktırma başarısı kendisinde de yüzüne bakma merakı uyandırdığından aniden bir çiçek dükkânının vitrinindeki aynanın önünde durdu ve kırmızı güllerin ve üzerlerinde çiy taneleri bulunan menekşelerin çerçevelediği güzelliğini seyretti. Işıklar saçan yüzüne baktı, genç ve tasasız, yarı açık şehvetli ağzı karşıdan kendisine memnun memnun gülümsüyordu, yola devam ederken de kendisini kanatlanmış gibi hissetti; bedeninde fark ettiği dans etmek veya sallanmak gibi şeyler yaparak zincirlerinden kurtulmak isteği adımlarının her zamanki ritmini değiştirdi. Michael Kilisesi’nin önünden geçerken kendisini eve, küçük ve düzenli dünyasına çağıran saat çanını duyması pek hoşuna gitmedi. Genç kızlık günlerinden beri kendisini hiç bu kadar hafif, tüm algılarını bu kadar canlı hissetmemiş, ne evliliğinin ilk günleri ne de sevgilisinin kucaklamaları bedeninde böyle kıvılcımlar yaratmamıştı; oysa şimdi bu kanında hissettiği nadir ve tatlı sarhoşluğu saatlerin işleyişine uyarak harcayacağı düşüncesi feci şekilde canını sıkıyordu. Yoluna yorgun yorgun devam etti. Evin önüne geldiğinde bir kere daha tereddütle durdu, ateşli havayı, son saatin heyecanını, maceranın zayıflayan son dalgasını göğsünü gererek bir kere daha içinde çekmek istedi.
Birden birisi omzuna dokundu. Dönüp baktı. Nefret ettiği suratı karşısında görüverince “Siz… siz yine ne istiyorsunuz?” diye ölesiye korkup kekeledi ve aynı anda da ağzından çıkan bu tehlikeli sözleri duyduğunda daha da çok korktu. Çünkü bir daha karşılaşacak olursa kadını tanımazlıktan gelmeye, her şeyi inkâr etmeye, şantajcıya karşı koymaya karar vermişti… Ama artık çok geçti.
“Yarım saatten beri burada sizi bekliyorum, Bayan Wagner.”
İsmini duyduğunda Irene irkildi. Bu kadın ismini ve evini biliyordu. Şimdi her şeyi kaybetmiş, çaresizce onun eline düşmüştü. Özenle hazırladığı ve hesapladığı kelimeler dilinin ucundaydı ancak dili uyuşmuştu ve tek bir ses çıkartamayacak güçsüzdü.
“Yarım saattir bekliyorum, Bayan Wagner.”
Kadın sitem edercesine söylediklerini tekrarladı.
“Ne istiyorsunuz… Benden ne istiyorsunuz?..”
“Siz biliyorsunuz, zaten Bayan Wagner.” İsmini duyduğunda Irene yine irkildi. “Benim neden geldiğimi siz çok iyi biliyorsunuz.”
“Onu bir daha hiç görmedim… Beni bırakın… Onu artık hiçbir zaman görmeyeceğim… Hiç…”
Kadın, Irene heyecandan konuşmaya devam edemez hâle gelene kadar istifini bozmadan bekledi. Sonra kendisinden aşağı kademedeki birisine söylüyormuş gibi sertçe “Yalan söylemeyin! Pastaneye kadar arkanızdaydım.” dedi ve Irene’nin geri çekildiğini görünce alaycı bir tavırla ekledi:
“Nasıl olsa işim yok. Çalıştığım yerden çıkarttılar, söylediklerine göre iş azmış ve kötü zamanlar geçiriyormuşuz. Öyleyse bunu değerlendirmek gerek ve bizim gibiler biraz dolaşmaya çıkar… Aynı namuslu kadınlar gibi.”
Bunları Irene’nin kalbine saplanan soğuk bir hainlikle söyledi. Irene kendisini bu bayağılıktaki çıplak hoyratlık karşısında savunmasız hissetti ve kadının yine yüksek sesle konuşmaya başlayacağı veya kocasının o sırada gelebileceği düşüncesiyle korkusu arttı; o zaman her şeyini kaybetmiş olurdu. Aceleyle manşonunu yokladı, gümüş cüzdanın açtı ve eline gelen tüm paraları çıkarttı. Ganimetinden emin, çoktan küstahça uzanmış ele iğrenerek bıraktı.
Ancak bu arsız el, geçen seferki gibi paraları hisseder hissetmez yetinerek kapanmadı,