Ertesi gün tamamen ziyaretlere ayrıldı. Çiçikov, kentin bütün yüksek rütbelilerini ziyaret etmeye koyuldu. Önce tıpkı Çiçikov gibi ne kilolu ne de zayıf olan, boynunda Aziz Anna Nişanı bulunan ve hatta yıldız nişanı almasının an meselesi olduğu söylenen valiye saygılarını sunmak için gitti. Vali çok iyi bir insandı, hatta bazen tül üzerine nakış bile işlerdi. Sonra vali yardımcısına gitti, ardından savcıya, meclis başkanına, emniyet müdürüne, mültezime,5 devlet fabrikalarının müdürlerine… Ne yazık ki dünyadaki bütün nüfuzlu kişileri hatırlamak biraz zordur ancak memnuniyetle söyleyebilirim ki Çiçikov, ziyaretler konusunda olağanüstü bir titizlik gösteriyordu. Hatta sağlık işleri müfettişi ve şehir mimarını bile ziyaret etti.
Sonrasında, başka kimleri ziyaret etmesi gerektiğini düşünerek uzun süre arabasında oturdu. Artık şehirde ziyaret etmediği memur kalmamıştı. Şehrin bütün nüfuzlu kişilerini ustalıkla pohpohlamıştı. Valiye laf arasında şehre girince kendini cennete gelmiş gibi hissettiğini, yolların her yerde kadife gibi olduğunu ve böyle bilge kişileri tayin eden yöneticilerin büyük övgülere layık olduğunu ima etmişti. Emniyet müdürüne şehirdeki polislerle ilgili oldukça gurur okşayıcı laflar etmişti, henüz yalnızca beşinci dereceden devlet memurları olan vali yardımcısı ve meclis başkanına bile iki kere yanlışlıkla “ekselansları” demiş, bu da onların çok hoşuna gitmişti. Bunun sonucunda vali, tam da o, evindeki davete katılmalarını istemiş, öteki memurlardan da kimi yemeğe kimi iskambil oynamaya kimiyse çay içmeye davet etmişti.
Çiçikov, belli ki kendisi hakkında konuşmaktan kaçınıyordu. Eğer konuşursa da belirgin bir alçak gönüllülükle, genel konulardan bahsediyor ve böyle durumlarda biraz edebî konuşuyordu. Bu dünyada önemsiz bir solucan olduğunu, merak edilmeye layık olmadığını, yaşamında birçok şey görüp geçirdiğini, memuriyetinde hakikat uğruna çok şey çektiğini, hatta hayatına kasteden birçok düşmana sahip olduğunu, şimdiyse sonunda huzura kavuşmayı arzulayarak hayatını geçirecek bir yer aradığını ve buraya gelince şehrin ileri gelenlerine saygılarını takdim etmeyi zorunlu bir borç olarak gördüğünü söylüyordu. İşte çok hızlı bir şekilde valinin davetinde kendini göstermekten kaçınmayan şehirdeki yeni kişiyle ilgili öğrenilen her şey bu kadardı. Bu davete hazırlanması iki saatten fazla zamanını almıştı ve kıyafetine daha önce hiç görülmediği kadar çok özenmişti. Yemeğin ardından biraz uyuduktan sonra banyosunun hazırlanmasını buyurdu ve olağanüstü uzun bir süre yanaklarını diliyle içeriden destekleyerek sabunla ovaladı, ardından meyhane görevlisinin omuzundaki havluyu alıp iki defa görevlinin suratına nefesini verdikten sonra kulaklarından başlayarak yüzünün her tarafını havluyla kuruladı. Sonra aynanın karşısında plastronunu taktı, burnundan sarkan iki tel kılı kopardı ve hemen yaban mersini kırmızısı frakını giydi.
Böylece giyindikten sonra arabasına binip alabildiğine geniş bir caddeden gelen cılız aydınlatmaların pencereden bir görünüp bir kaybolan ışıkları arasından geçti. Ne var ki valinin evi sanki balo varmışçasına aydınlatılmıştı. Fenerleri yanan arabalar, giriş kapısının önünde iki jandarma, uzaklardan gelen arabacıların bağrışmaları… Kısacası her şey olması gerektiği gibiydi. Çiçikov salona girince bir anlığına gözlerini kapamak zorunda kalmıştı çünkü mumlardan, lambalardan ve kadınların elbiselerinden gelen parlaklık korkunçtu. Her şey ışıl ışıldı. Siyah fraklar, tıpkı yazın sıcak temmuz vakitlerinde, açık pencerenin önünde ihtiyar kalfa kadının vurup parçalara ayırdığı ışıl ışıl parıldayan beyaz şekerin üstüne konan sinekler gibi kâh tek başına kâh bir küme hâlinde, bir görünüp bir kayboluyordu. Bütün çocuklar kadının etrafına toplanmış, çekici kaldıran sert elinin hareketlerini merakla izliyorlardı ve hafif havanın kaldırdığı sinekler sanki ev sahibi onlarmış gibi cesurca uçuyor, ihtiyarın pek iyi görmemesinden ve güneşin de gözünü rahatsız etmesinden faydalanarak bir sürü hâlinde şekerlere konup havalanıyorlardı. Bolluk ve zenginlik içindeki, adımbaşı her türlü yemeğin bulunduğu yaz mevsiminde şeker parçalarını yemek için değil; yalnızca kendilerini göstermek, üzerinde