Türk Tarihi. Necib Âsım Yazıksız. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Necib Âsım Yazıksız
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-99843-2-2
Скачать книгу
beyanda milletlerin dillerine gıpta verecek kadar zengin olan Türkçede barkan28 olarak adlandırılan dalgalı ve hareketli kum yığınlarıyla kesilmiştir. Mösyö Richthofen burayı sarı toprak (Loess), kumsal, çakıllık ve taşlık bozkırlar diye üç kısma ayırıyor. Bu tasnif kumlu ve balçık çölleri kapsar ki bunları hakkıyla tespit ve sınırlandırma o kadar kolay değildir.

      Bazı yerlerde balçıklı bozkır kumsalları ortaya çıkar, böyle yerlere Türkçede takır denilir.

      Çukur ve oyuk olan su ve çamurun birikinti yerlerine de bataklık (batak) derler. Asya topografya haritalarında kamış ismi ile balçık ve batak kelimesiyle kum ismine birlikte rastlanır. Takır yerler daima ve genel olarak çıplaktır. Mösyö Henri Morez Türkistan Seyahatnamesi’nde: Takır yerler her türlü ziraata uygun değildir. Çünkü bunların toprakları toz tortularıyla beraber veya özellikle özlü balçıktan ibaret olup üstlerine düşen yağmur sularını aşağı tabakalara indirmeyerek buharlaştırdıklarından alt katları bitkilerin gelişimine yeterli gelecek miktarda rutubete sahip olamazlar. Kışın veya baharın yağan yağmurların buhar olup gitmesinden sonra sıcaktan yeryüzü pişerek âdeta cilalı tuğla şekline girer. Üzerinden geçen develerin ayakları kayar ve tesadüfen buraya düşen tohum taneleri bu pişmiş toprak altında çimlenip baş göstermeyi başaramadıkları gibi, feyz almak üzere baş gösterenler de ilkbaharın şiddetli güneşinde kurur gider.

      Akar ve durgun sulardan uzak olup yüzleri tuğla gibi pişmiş takırlardan ve barkan denilen seyyar kum yığınlarından, yeri boğan çakıl ve kumlardan uzak ve bağımsız ovanın sair kısımları ekinlik ve ağaçlık ile örtülüdür.

      Genç ve bakımlı ormanlar, ekinli yerler arasında Kara Kum, Kızıl Kum, takır ve barkan olan yerler kil gibi leke leke görünürler. Orta Asya’da hakikaten “çöl” denilebilecek her tarafı bitkilerden mahrum ve imara elverişsiz, boydan boya boş yer yoktur. Her yerde, her iki havzada “saksaul” bulunur. Bu ağacımsı kaba ot türünden bitki kumsal, üstü nemsiz kurak yerleri sever. Dört metre kadar boy atar. Ağacı baltanın güç işleyeceği kadar sert olduğu hâlde yanlamasına şiddetle vurulduğu gibi kolayca kırılır. Amuderya kenarı Heftrik, Harezm, Merv, Çârcûy arasında çorak bulunur. Kurtlanmaz. Oraların kömürü makbuldür. Saksaul ile birlikte bakliyat, sayvaniye ailesinden ağaçlar ve bitkiler de bulunur. Kazuarina ve okaliptüs denilen ağaçlar da Orta Asya’da bunlardan daha ziyade gölgelik oluyor.

      Bakliyat ailesinden olan bitkilerin işgal ettiği yerlerde çöl az çok uzayıp giden bozkır hâline gelir. Birtakım yerlerde, yani güneş tesirinin çok olduğu, toprağa çokça toz karıştığı yerlerde etli, parlak, genellikle yapraksız fakat kalın ve sulu, başka bitkilerle birlikte bulunmayı sevmeyen, kuvvetli ve tatlı su ile sulanmış, toprak istemeyen birtakım bitkiler yetişmektedir.

      Derelerin ağzında, yağmurlu, büyük hava cereyanlarına elverişli bölgelerde, iki havzanın sınırları üstünde, Baykal’ın doğu, Altay’ın kuzeyinde Balkaş, Aral Hazar gölleri etrafındaki çay ve Orhun, İrtiş, Yedi Irmak, 29 Çu30, Sarı Su, Turgan31 nehirlerinin Yayık (Ural), İdil (Etil), yani Volga’ya Kuban, Kafkas etekleri ve (Don) nehrine kadar Avrupalıların “step”, Çinlilerin “Tsao-ti” Türkler ve Moğolların bu manaya gelen “Kıpçak” ve “Gobi” dedikleri göz alabildiğine kadar boş çayırlı arazi uzanıp gider. Türk ve Moğol lisanları bu ulu yerlerin çayırlarını, iki havzanın içinde, kenarında kuzey boğazları arasında, tayga yani Sibirya ormanında da bulunan her türlü ahval ve görünümü ifade eden kelimelerle dopdoludur. Buraların bir kısmı otlak, bazı yerleri hem kara, hem de suya salıverilen dala32 saksaulluk, togay33 ortalığa saçılmış tuz kristallerinden dolayı, güneş ışınlarında yansımalar ve hayaller meydana getiren yalgın yani serap ve birtakım yerleri de imardan yoksun hakikaten çöldür.

      Bu iklimin bazı bölgeleri de Kırgız keskin ıtrî kokulu çayır manasına gelen ve içinde alacalı atlar otlayan natırdır.34 Hatta arazi şekillerine dayanan ıstılahları tamamlamak için meydan ve deşt gibi Farsça isimlerini bile ahali kullanmaktadır. Şu kitabı yazmak için eserini eleştirdiğimiz Mösyö Leon Cahun: Türk ve Moğolların arazi şekillerini belirlemek için kullandıkları türlü kelime ve ıstılahları karşılayacak kadar Fransızca sözlük geniş değildir diyor. Burada fırtınalar hiçbir engelle karşılaşmaksızın çölü süpürür. Bağırlak denilen kırlangıçlar coşkun rüzgârları ok gibi yararak bir hışıltı ile uçar.

      Batı havzada Tanrı Dağı’na doğru uzun bir meyil ile çıkan vadiler, o dağın zirvesinden şiddetli bir meyil ile batı havzaya inen yamaçlara donmuş araziden akıp gelen sular tüm çöküntü ve canlı maddeler ile toprağı karıştırarak ormanlık bölgelerin siyah zeminini hâsıl eder. Fergana, Yukarı Siriderya tarafları hakkında Nalvikin şöyle diyor: Takriben bin iki yüz yıl evvel sanavber, ardıç, ceviz, dişbudak, kayın, elma, zerdali ağaçları kesintisiz Fergana’yı çevreleyen dağları kaplar ve hatta bu orman orta bölge ırmaklarının kenarına kadar inerdi…

      …Bu orta bölgenin büyük kısmı şam fıstığı, ılgın, döngel, hanımeli vs. fidanlarıyla kaplı idi. Hatta bundan seksen sene evvel bugün büsbütün çıplak ve âdeta çorak yerler olan Namangan şehrinin kuzey tarafındaki yüksek alanın şamfıstığı fidanlığı olduğunu ihtiyarlar hatırlıyorlar.

      Vadinin ortalarını örten gümrah bitkiler arasında pek çok yerlerde, karların erimesinden hâsıl olan sularla dolan kuyular bulunuyordu. Bununla beraber geniş yeşillikler, meralar vardı… Vadinin aşağı tarafları hemen göz alabildiğine bataklıklar, göller, kamışlıklar, çalılıklar ve geniş turangalıklarla (tarafatamarix- ılgın) örtülü idi. 35 Üç yüz otuz üç senesi Buhara ahvalini yazan Türk tarihçi Ebubekir Muhammed Bin Caferü’n Nerşahî vaktiyle bütün Maveraünnehir ikliminin Seyhun Nehri’nin yüksek vadilerine benzediğini rivayet ediyor ve diyor ki: Vaktiyle Buhara, bataklık ve sazlıklı kamış ve ormancıklarla örtülü çukur bir yerdi. Şimdi Semerkant’ın bulunduğu doğu tarafı dağlarının karları eriyerek her yıl ırmak ve dereleri şişirir ve sularını düz yerlere taşırır ve buraları ne ekinci ve ne de bakıcı ve avcıların işine yaramaz bir hâle düşürür idi. İşte bundan dolayı Türkistan içerilerinden birtakım kimse av arkasında geldiler.36 Sonra birleşerek araziyi ektiler ve Tarkamurd, Pervane, Ezvana ve Nur kasabalarını tesis ettiler.37

      Güneyde ve Hind Dağları’nın diğer tarafında, arazi kuvvet kazanır.

      Muazzam Moğol Devleti’nin kurucusu olan zat Sultan Babür, Maveraünnehir ile Hindistan arasında bulunan dağların arka yönünü, yani güney yüzünü kendine mahsus bir surette şöyle tasvir ediyor: Çamlarla örtülü, pınarları bol, yumuşak toprakla örtülü tepeciklerle çevrilidir. Bitkiler, dağlar, dereler tekdüze ve ruh okşayıcıdır. Biraz daha aşağıda da serviler, meşeler, zeytinler, sakızlar… Sert kayalar üzerinde birbirini müteakip uzayıp giden bir hat oluşturan dağcağızlar… Batıda bir demet otsuz dağ başları ve sırtları… Üzerlerinde at koşturulabilir düz dağ tepeleri… Derin, dikine meyilli, geçilmez derelerde akan sular, her yerde dağ tepeleri en güç geçilen yerler olduğu hâlde, burada yamaçlar eteğe yaklaştıkça sarplaşmakta ve etekler ise büsbütün sarp bir hâlde bulunmaktadır… Afganistan’da tepeler az yüksek, toprak kil, sular nadir, bitkiler yok, manzara


<p>28</p>

Barmak, yani varmak mastarından türemiştir.

<p>29</p>

Ruslar buna (Semirçe-Sémirtché) derler.

<p>30</p>

İyi su demek.

<p>31</p>

Toygarlı su demek.

<p>32</p>

Türkçede beyabân, deşt manasınadır. Moğolcanın (dalay), (döngel) kelimesi ise (deniz) demektir.

<p>33</p>

Orman, gabe manasında Türkçe bir kelimedir.

<p>34</p>

Aşaşnıng boyı ay natır Alalı cılkı coşatır, Radloff, C. 3, s. 22

<p>35</p>

Sayılan bitkilere hâlâ ismi “kendbadem” adıyla kasabaya âlem olup kalmış olan badem ağaçlarını ve Bâbür’ün eserinde saydığı birçok bitkiyi, mesela kırmızı kabuklu “ayık otu-ayu otu”, “tabolga”yı “terek” yani (kavak) ağacını ilave etmelidir.

<p>36</p>

Hicrî 6. Yüzyılda Kara Göl’de kuğu kuşları avlanıyordu.

<p>37</p>

Nerşahî burayı Ebu’l Hasan Bin Muhammed Nişâburî’den iktibas etmiştir.