Bu hâle sebep Türklerin uzun süre silahlı göçebelikleri ve yabancı kavimler nezdinde askerî hizmette bulunmalarıdır. Araplar aşiret ve kabile hâlinde göç etmişlerdir. Türkler ise ittifak eden topluluklar, ifrat ehli bireyler, bir sancak altında birleşen topluluklar şeklinde memleketlerini terk etmişlerdir.
Türkler ve Moğollarda bağnazlık etkileri olmamıştır. Araplar, İranlılar ve Slavlarda mevcut dinî tasavvur, Türkler, Moğollar, Mançularda görülmemiştir. Girdikleri mezhepler içinde bunların huzur ve esenliklerine Buda mezhebi pek uygun düşmüştür. Kendileri tabiat ve yaratılış olarak, mizaç olarak Budîliğe yatkındırlar. Bunlardan daha sonra İslâmîyet dairesine girenler Din-i Muhammedî’nin kutsallığını takdir etmiş, canlarını esirgemeden destek vermiş, kılıç çekmiştir.
Asıl Türklerin vasıtasıyla birçok Türkçe yazılan eserlerdeki -ki bütün manzumdur- ifade tarzı, fikrî esası tasavvufa dairdir. Fakat bu hususta eser sahiplerinin hakkıyla incelenmesi lazımdır. Çünkü İranlılardan Türkçe yazanlar çoktur. Tabii hâl ve hissiyatını yazan bir Müslüman Türk’ün eserinde mutlaka tasavvuf düşüncesi ağırlıktadır. Halis Türk şairleri kendi meyil ve yaratılışlarına tercüman oldukları zaman kendilerini tasavvuftan alamazlar.105 Arap ve Acem’i taklit edenlerse onların ilhamlarını anlamayarak eksiklerini çoğaltırlar. Türkler Buda mezhebinden başka diğer din ve mezhepleri yavaş bir şekilde ne şevk ne de nefretle kabul etmişlerdir. Türkler; Mecusî, Mazdekî, Nasturî ve İslâm dinlerini kabul etmişlerdir. Lakin bunlara ait hususları gönül rahatlığı ile kabul edip asker doğalarına uygun görmedikleri zaman hiç oralara girmemişlerdir. Din değiştirmek için yedi batın geçmesini beklemediklerinden Türkler hangi dine kesin girmişlerse samimiyetle uygur (medenî) sıfatına layık bir şekilde değişiklik ve çekişme yapmaksızın kabul etmişlerdir. Zaten gerek uygurluk, gerekse yasa dedikleri idare kanunu da bunu gerektirir. Kabul ettikleri dini de dayandığı delillerle değil, halis niyetlerinden dolayı samimiyet ve ciddiyetle savundular. Teşvik ve zorlamada bulunmadıkları gibi dinî tartışmalara girişmediler. Moğol hükümdarlarından Mengü Kağan adap ve usule uygun bir şekilde anlattırmak üzere Muhammedî ve Budî âlimlerini huzurunda toplar ve başka yerde mücadelelerini men’ eyler idi. Bu dinî sohbetlerden sonra da yeme içme faslı gelirdi.
İran çetesinde bulunan Türkler arasına, -çoğu zaman hükmü geçmeyen- Mazdek inancı, Çin ve Tiyanşan, Pe-Lu batısındakiler içine Nasturî Hristiyanlığı ve sonra İslâmîyet Tiyanşan, Nan-Lu Çin askerî sınırını ve nihayet doğu çetesinde bulunan Moğol ve Mançular arasında Hristiyanlık106 Manilik, sonra İslâmîyet ve Buda mezhebi yayılıp geçerli olmazdan evvel bütün bu kavimlerin kendilerine mahsus eski dinleri vardı ki Mançu ayin kitaplarında ve Çin tarihlerinde kısmen muhafaza olunmuştur. Batıda Çeremişler, kuzey ve doğuda Yakut, Altay Türkleri, Teleütler, Tunguzlar bu mezhepleri birtakım değişikliklere rağmen pek çoğu bozulmaksızın muhafaza etmişlerdir. Bunların esasları Kırgızlar, Sibirya Tatarları ve diğer Müslümanların hikâyeleri, şiirleri ve inançları arasında yaşayagelmişlerdir. Bu eski mezheplerin inançları, sınıfları ve amellerini meydana çıkarmak mümkün değilse de aralarında müşterek olan umumi kaideleri ve estetik zaviyeden bakıldığında dış görünüşleri hakkında bir fikir edinmek mümkündür. Bu mezheplerde en çok dikkati çeken nitelik insanın kendisini çevreleyen âleme çok şefkatli ve merhametli olmasıdır. Yani nazari dinî bilgiye boğulmamış saf bir çoban inanışı hâkimdir.
Eski Çinliler gibi Türkler de: Arz, ağaç, maden, ateş ve sudan ibaret beş unsurun beş kişide tecellisini kabul edip bunları kutsal sayarlardı. Beş kişi de merkezde Kin Han, Sarı Han, doğuda Gök Han, güneyde Kırmızı Han, batıda Ak Han, kuzeyde Kara Han’dır.107 Sonra bu meslek iki soyun tekeline geçti ki bu da Tengri’den (Gök ile Yer) ibarettir. Yeryüzünde Hiung-Nuların hükümdarı, yani Moğol Kağanı, hâlâ Çin imparatorunun sahip bulunduğu “Hükümdar-ı Semavi” unvanı gibi o manada olarak Tengri Kut diye tanınır idi. Beş unsur isimleri on iki hayvan108 adı ile birleşerek, Türk ve Moğollar nezdinde kullanılan altmış yıllık bir astronomik devir vücuda getirmişlerdir. Sıçan demir yılı, öküz demir yılı, pars demir yılı gibi… Yukarı Asya’da bulunan Türklerin mezar taşlarında bile (bunların en son tarihlisi milâdî 1406’ya denk gelir, hicrî: 806) dâhil oldukları mezhebin Selefkus (Silifkeliler) takvimi üzerine kurulmuş olan tarihle beraber kendi eski tarih devirlerini kaydetmişlerdir.
İslâmîyet’in Doğu Türkistan’da yerleşmesinin üstünden asırlar geçtiği hâlde bile Türk tarih usulü kullanılmıştır ki hicrî bin yetmiş dört senesinde meydana getirilen Şecere-i Türkî’de Türk tarihi ve hicrî tarihin hep birlikte kaydedilmiş olması buna bir delildir.109 Dikkate şayan hususlardan olmak üzere şunu da belirtelim ki Litvanya ve Karim (Karaim) denilen Musevî Türkler zamanımıza kadar Yahudi tarihini kısmen kabul ederek hâlâ temmuz-ağustos, eylül-teşrin-i evvel, teşrin-i sâni-kanun-ı evvel aylarına tesadüf eden üç ayın İbranicesi ilul, heşvan, kislev olduğu hâlde eski Türk isimleri olan çürük ay, güz ay, sokun ay (çiğnenmiş ay demek) vb. adlandırmaları kullanıyorlar.
Şu eski mezheplerde en ziyade hürmete şayan olan unsur silah imalatına yarayan madde yani demir idi. Türklerin asılları hakkındaki bütün rivayete demir dâhil olur. Muhtemelen Romalılar Merih kılıcı (L’epée de Mars) tabiriyle, Hunların bir kılıç demiri şeklinde biçimlendirip dua arz ettikleri demiri tarif etmek istemişlerdir. Milâdî altıncı asırda Türkistan’a giden Bizans elçileri sınırda, sınır geçme merasiminde bulunurlar idi. Yani elçilere demir takdim olunur idi. Timur ve Timurtaş gibi eski millî adlar elbette eski bir inanca dayanarak verilmiştir. Hatta Hun kralı Attila’nın ismi bile Macarcada çelik manasına gelen Aczel kelimesinden Atzel şeklinde ve sonra da Attila şekline girmiş ve bu da tamamıyla Türkçenin Timur veya Timurtaş isimlerinin tercüme edilmişidir.
İzlerinden pek çoğu zamanımıza kadar ulaşan anasır-ı hamse inancını yer ile bir “senaiyet-ikilem” teşkil eden Tengri-Tenri yani gök inancı takip etti. Halkın itikadınca (yer) tengri cinler, periler, ifritlere mesken olmakla beraber batıdaki Çeremişler, doğudaki Altaylılar da hâlâ zamanımıza kadar Tengri yani Gök’e kurban takdimi ve ihtiyaçlarını arz ettikleri de görülegelmiştir.110
Ey Gök Tanrı yani Abyaşa
Biri yeşildir, ağaçları yeşertir.
Erzak verirsin!
Tanrı eve bir reis ver
Halk, halk
Töre Tanrısı
Ya Rabb kabul ve inayet et!
Bu dilek gibi nispeten kuvvetli bir inanç Türk ve Moğolların eski akidelerinden olan senaiyeti (düalizm) pek de yok edememiştir. Budizm cismani heveslere kapalı, diyaloğa karşı duran duygusuz ruhlar üzerinde birtakım hisler uyandırmıştır.
Türkler kendi mitolojilerinde etnografyaya ait olan asıllarını muhafaza etmişlerdir. Diğer kavimlerden çok Türklerin eski