Onun yaşadığı dönemde hükümdarlık makamında olan Debşelim, elinde bulundurduğu gücün büyüsüne kapılarak halkına zorbalık hatta eziyet etmeye başladı. Bir bilge olarak bu duruma sessiz kalmak istemeyen Beydeba, maiyeti altındaki öğrencileriyle bir araya gelerek bu duruma bir çözüm aramaya koyuldu. Önce hükümdara yönelttiği sözlü eleştiriler yüzünden idamın eşiğinden kıl payı kurtulan ve uzun bir süre hapsedilen Beydeba, en sonunda Kelile ve Dimne’yi kaleme alarak bu eser üzerinden ahlaki, ailevi ve siyasi terbiyeler verdi.
Sadece kendi döneminde değil, bugün de önemli eserler arasında gösterilen ve pek çok dile çevrilerek dünya edebiyatına kazandırılan Kelile ve Dimne, Beydeba’nın zekâ ve hikmetini yansıttığı on beş ana hikâyeden oluşan ölümsüz bir fabl derlemesidir.
Ömer Rıza Doğrul, 1893 yılında Kahire’de dünyaya geldi. Mehmet Akif Ersoy’un damadıdır. Kahire’de bulunan El-Ezher Üniversitesinden mezun oldu. Daha sonra gazetecilik yapmaya başladı. Balkan Savaşı’ndan sonra ve I. Dünya Savaşı sırasında Kahire’de es-Siyâse gazetesinde edebî makaleler yayımladı. İstanbul’a döndükten sonra Tasvîr-i Efkâr gazetesinde muhabir olarak çalıştı. Türkiye-Mısır ilişkileri hakkındaki bazı yazılarından dolayı 1925’te İstiklal Mahkemesi’nce tutuklandı, bir süre sonra serbest bırakıldı. Türk ve Arap edebiyatları, dinler tarihi ve dinî konularda incelemeler yaptı. İstanbul Radyosu için haber bültenleri hazırladı. 1950 seçimlerinde DP’den Konya milletvekili oldu. Eserleri, Tasvîr-i Efkâr, İkdam, Akşam, Son Posta, Tan ve Cumhuriyet gazetelerinde yer aldı. Telif ve çeviri olmak üzere yüze yakın eseri bulunmaktadır. 1952’de İstanbul’da vefat etti.
Eserleri: Kur’an Nedir, Müslümanlık Nedir, Tanrı Buyruğu, Mehmed Akif Hayatı ve Eserleri, Kanlı Gömlek, Ekber: Bir Türk Dâhisi, Cennet Fedaileri: İslâm Tarihinde Gizli ve Yıkıcı Teşekküller, İslam’ın Özü ve Kur’an’ın Ruhu, Yeryüzündeki Dinlerin Tarihi, İslamiyetin Geliştirdiği Tasavvuf, Hazret-i Rabiatü’l-Adeviyye, İstanbul’da İktidarın Temelleri.
ESER HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ
Bu eser, Şark kafasının yarattığı ölmeyen abideler arasındadır. “Dünyada bu eser ölçüsünde başarılı olan, onun kadar dünya dillerine tercüme olunmak bahtiyarlığı kazanan eserler pek nadirdir.”1
Eserin aslı Sanskrit dili ile yazılmıştır. Batılı bilginler eserin bu dil ile yazılan metnini bulmak için çalışmışlar; Hint kitaplarından Panca Tantra’da ilk beş bölümünü, Mahabharata’da daha sonraki üç bölümünü ve Hitopadeşa’da da iki bölümünü bulmuşlar, bu yüzden metnin eski Fars şekline çevrildiği sırada tek bir eser hâlinde toplanmış olmadığına hükmetmişlerdir. Batılı Bilgin Benfey bu fikirdedir. Doğu bilimciler bu bölümleri bir araya getirerek neşretmişler, bunlardan Doğu Bilimci Hertel ile Batılı Bilgin Kosegarten tarafından yayımlanan nüshalar şöhret kazanmıştır.2
Eserin Beydeba namında bir Hint filozofu tarafından yazılmış olduğu söylenmekte ve onun ismi çeşitli şekillerde tespit olunmaktadır. Batı’da ona Bidbay denildiği gibi Arapçada Bidba ve Bidbah da deniliyor. Kitabın Pehlevî dilinden (eski Farsça) hazırlanmış olan Süryani metninde yazara Biddog ve Bidvog adı verilmiştir. Bu şeklin kökü, Benfey’e göre, Sanskrit dilindeki “Vidyapati” kelimesidir ki ilmin sahibi manasındadır.3
Eserin Yazarı:
Kelile ve Dimne yazarının asıl adı hakkında dikkate değer bir söylenti Sultan Murat Hüdavendigâr çağdaşlarından Mehmet Küşteri adlı bir Türk yazarının Şeceretü’l-Beşer adlı yazmasında göze çarpmaktadır.
Bu Türk yazarına göre Kelile ve Dimne’nin yazarı, miladın birinci asrında Bakü şehrinde doğmuş ve sonradan Hindistan’a gitmiş “Ketku” isminde bir Türk âlimidir.
Türk yazarı diyor ki:
“Ketke b. Huret, Bakü’de doğdu. İsa’nın doğumundan seksen bir yıl sonradır. Musiki ilminin mucidi olup Bafer devrinde yazdığı kitap, bu fende emsalsizliğini ispat eder. Kelile ve Dimne adlı meşhur eser bunundur. Nasihat-El-Külliye adıyla diğer bir eseri Arapçaya çevrildi. Bakü b. Türk evladındandır.”4
Mehmet Küşteri’nin bu anlattığını neye dayanarak yazdığını bilmiyoruz ve onun için bu söylentiyi tenkit için kendimizde yetki görmüyoruz. Kim bilir, belki araştırmalar bu söylentiyi değerlendirecek neticeler verir.
Eserin Pehlevî Diline Tercümesi:
Fakat şüphe götürmez bir hakikat, eserin Hindistan’da yazılmış olduğudur. Miladın 300 senesi sıralarında Vişnu mezhebine bağlı bir Brahman tarafından yazılmış olduğu en kuvvetli ihtimal sayılıyor. Sanskrit dilindeki adı “Kratka Dimnaka”dır.
Hindistan’da yazılan ve Hint hükümdarının hazinesinde saklı olan bu eser, miladın altıncı asrında Pehlevî diline tercüme edilmiş ve bu tercüme Kisra Nuşirevan’ın doktoru Bürzuye (Berzeveyh) tarafından başarılmıştı. Eserin ön sözlerinden biri bu zatın Hindistan’a nasıl gittiğini, eseri nasıl ele geçirdiğini ve nasıl tercüme ettiğini anlattığından bu bahsi burada uzatmaya lüzum görmüyoruz.
Süryanice ve Arapça Tercüme ile Diğer Tercümeler:
Eser, Pehlevî diline naklolunduktan sonra 570 yıllarında eski Süryaniceye çevrilmiş ve bu tercüme metin, Almanca tercümesiyle birlikte 1911’de basılmıştır.
Eserin Arapçaya tercümesi ise sekizinci asrın başlarında Abdullah İbnü’l Mukaffa tarafından başarılmıştır.5
Aslen Firuzabadlı olan bu yazar, Mezdekiliği bırakarak İslamiyet’e girmiş ve Arapçanın en yüksek nesir üstatları arasında yer almıştır. Onun yaptığı tercüme Arap memleketlerinde sık sık basılmaktadır. Bu eseri bütün dünyaya tanıtmaya en çok yardım eden eser bilhassa bu Arapça tercümedir.
İran Edebiyatı Tarihi yazarı Browne’a göre dünyada Kelile ve Dimne’nin aslından yapılan biricik tercüme, Tibet lisanına çevrilmiş olanıdır. Diğer tercümelerin hemen hepsi Arapçadan yapılmış ve bu sayede eser Yunanca, Farsça, Yahudice, Latince, İspanyolca, İtalyanca, Slavca, Türkçe, Almanca, İngilizce, Danca, Felemenkçe ve Fransızcaya geçmiştir. Bu da Abdullah İbnü’l Mukaffa tarafından yapılan tercümenin bu eseri bütün medeniyet âlemine yaymak hususunda yaptığı büyük hizmeti bütün açıklığıyla göstermektedir.
Farsça Tercümeler:
Eserin Pehlevî diline yapılan tercümesi kaybolduğundan daha sonraları bu eser Arapçadan Farsçaya çevrilmiş6 ve ilk tercümeyi Ebü’l-Meali Nasrullah bin Muhammed bin Abdülhamid yaparak Gazneli Behram Şah’a ithaf etmiştir.7
Fakat Fasça tercümelerin en güzelini Hüseyin bin Ali el-Vaizü’l-Kâşifî on beşinci asırda yapmış ve eserine Envar-ı Süheylî ismini vermiştir.8
İyar-ı Danişî ismini taşıyan üçüncü bir tercüme de Hüseyin Vaiz’in tercümesinden iktibas olunmuş, Hindistan’ın Türk-Moğol imparatoru Ekber Şah’a takdim edilmek üzere Ebü’l Fazl tarafından başarılmıştır.9
Envar-ı Süheylî sahibi Hüseyin bin Ali el-Vaiz, Nasrullah’ın daha önce yaptığı çeviriyi sadeleştirmek ve böylece eserin bütün halk tarafından okunmasını temin etmek istemişse de eseri daha geniş ve süslü bir üslup ile yazmaktan kendini alamamış ve eserin aslına sadık kalmaya özenmekle beraber tercümeyi genişletmiş; eseri, Browne’un dediği