“Doğru olarak anlaşıldığında, manevi bilimlerin hakikatleri, insana kendi yaşamı için hakiki bir temel kazandıracak, kendi değerini, onurunu ve kendi özünü tanımasını sağlayacak ve kendisine en büyük yaşam coşkusunu verecektir. Çünkü bu hakikatler kendisini çevresindeki dünya ile bağlantısı hakkında aydınlatır; kendisine en yüksek hedeflerini, kendi gerçek yolunu gösterir. Ve bunu, günümüzün taleplerini karşılayacak biçimde yapar, öyle ki, inanç ve bilgi arasındaki çelişkiye yakalanması gerekmez.”
Bu kitapta ifade edilen düşüncelerden birçoğu ilk başta, anlam itibarıyla şaşırtıcı hatta fantastik görülebilir. Oysa uzay çalışmaları, teknoloji, psikoloji, tıp ve felsefe alanlarındaki modern gelişmeler yaşama ve yaşamın doğasına dair anlayışımızı bütünüyle değiştirirken, bu tür yabancılaşmalar ciddi bir okurun bu kitaba sırt çevirmesi için geçerli bir neden olmamalıdır. Örneğin, “okült” ya “duyuötesi” sözcüğü birçokları için istenmeyen çağrışımlara sahip olsa da, güncel gelişmeler, önceden geleneksel araştırma tarafından yasaklanan bilginin hızla yeniden incelenmesine yol açmaktadır. Atom çağının meydan okuması, bütün bilginin ciddi bir biçimde yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmıştır ve bu bilginin tek bir alanının bile bu işlemin dışında bırakılamayacağı aşikârdır.
Steiner, okuyucunun başlangıçta karşılaşacağı zorlukları öngörmüş olup, bunu şöyle belirtir: “Okuyucu, anlaşılması karanlık ve zor olana tahammül edip, tıpkı yazarın genelde anlaşılabilir bir sunuş tarzı yakalama çabasında olduğu gibi, anlamaya çabalamaya davet edilmektedir. Okuyucu, belirtilen derin gizleri, insanın önemli muammalarını irdelediğinde, okumadaki birçok zorluk da ödüllendirilecektir.”
Öte yandan, Steiner’in manevi bilimleri işleyen bir kitabı tasarlama amacına ilişkin inancından ötürü, bir sorun daha ortaya çıkar. Bu, kitabın içeriğine ters düşen formatıyla ilgilidir. Steiner, manevi bilimler hakkında bir kitabın sadece okuyucuya bilgi iletmek amacıyla mevcut olmadığını defalarca vurgular. Zorlu çabalarla kendi kitaplarını öyle bir biçimde geliştirmiştir ki, okuyucu, sayfalardan bazı bilgiler elde ederken, aynı zamanda kendi içinde bir tür spiritüel yaşam uyanışını da deneyimler. Steiner bu uyanışı “içsel şoklar, gerginlikler ve çözülmeleri deneyimleme” olarak tanımlar. Otobiyografisinde, kendi kitaplarının okuyucularında bu tür bir uyanışı meydana getirme çabasından söz eder: “Her sayfa ile birlikte kendi içsel savaşımın bu doğrultuda olası en yüksek dereceye ulaşması gerektiğini biliyorum. Üsluba gelince, kendi öznel duygularımın cümlelerde saptanabilmesine olanak tanıyacak biçimde betimlemeler yapmıyorum. Yazarken, sıcak ve derin bir duygudan ortaya çıkan kuru ve matematiksel bir üslup kullanıyorum. Ancak bu tür bir biçem, uyandırıcı işlevini görebilir, çünkü okuyucunun kendisi, içinde uyanması için sıcaklık ve duygu yaratmalıdır. Okuyucu edilgen bir biçimde bütünlüğünü korurken, hakikati kurgulayanın duygularının kendisine akmasına izin vermemelidir.” (The Course ofMy Life, s. 330)
Bu kitabın içerdiği denemeler, Steiner’in çalışmaları arasında önemli bir yer tutar. Bunlar, “manevi dünya içinde tümüyle bilinçli bir duruş” olarak tanımladığı manevi algıdan kaynaklanan bir kozmolojinin kendisine ait ilk yazılı ifadeleridir. Otobiyografisinde, 20. yüzyılın ilk yıllarına değinir: “Genelde, manevi dünyanın deneyiminden edinilen bilgiye ilişkin özel ayrıntılar gelişti.” (a.g.e., s. 326, 328). Steiner, çocukluğundan itibaren manevi dünyanın gerçekliğini bildiğini, çünkü bu manevi dünyayı doğrudan deneyimleyebildiğini belirtiyordu. Oysa ancak yaklaşık kırk yıl sonra bu manevi dünya hakkında başkalarına, somut, ayrıntılı bilgi aktarması mümkün oldu.
Buradaki denemelerinde ortaya çıktığı gibi, bu “özel ayrıntılar,” olağanüstü geniş ve büyük bir alana yayılan süreçlere ve olaylara dokunuyordu. Bunlar, insanın tarihöncesine ve tarihin ilk dönemlerine ilişkin temel unsurları da kapsar. Darwin’in Türlerin Kökeni adlı kitabından tam bir yüzyıl sonra ABD’de ilk kez yayımlandığında, insanın kendine ve çevresine yönelik bakış açısını değiştirmeye başlayan bu denemeler, Darwin’in o öncü çalışmasını da aydınlatır ve tamamlar.
Rudolf Steiner, insan ve kozmos arasındaki çözülemez bağın, evrimin temel esası olduğunu göstermiştir. İnsanın, günümüzde tanıdığımız dünyanın gelişmesine katkı sunmasında olduğu gibi, yaptığı herşey evrenin nihai kaderi ile doğrudan bağlantılıdır. Yaratılışın gelecekteki sürecini şekillendirme özgürlüğü insanın ellerindedir. İnsanın, yüce kökenlerine ve günümüzün kendine bağlı özgürlüğüne ulaşmak için ilahi doğrultuda ödediği bedelle izlediği yola dair sahip olduğu bilgi, eğer insan sorumlu bir beşerî varlığa layık bir gelecekte evrimleşecekse, vazgeçilmezdir. Bu kitap, insanlığın geleceğiyle ilgili zorunlu ve ciddi kararların alındığı bir anda özellikle taşıdığı önem nedeniyle şimdi yayımlanmaktadır.
Önsöz
Son yıllardaki bilimsel gelişim sürecini gözlemleyen bir kişi, büyük bir devrimin hazırlık aşamasında olduğumuzdan kuşku duymaz. Bugün bir bilim insanı varoluşun sözde muammalarından söz ettiğinde, bu, kısa bir süre öncesine kıyasla oldukça farklı bir anlamı yansıtır.
19. yüzyılın ortalarında, en cüretkâr kişilerden bazıları, bilimsel maddeciliğin bilimsel araştırmanın yakın tarihteki sonuçlarına aşina kişi için olası tek ilke olduğunu görmüşlerdi. Dönemin şu cesur deyişi ün kazanmıştı: “Düşünceler ile beyin arasındaki ilişki, tıpkı safra ile karaciğer arasındaki ilişkiye benzer.” Bu sözler, Kari Vogt tarafından ifade edilmişti ki, Köhlerglauben und Wissenschaft (Kör İnanç ve Bilim) adlı eserinde ve diğer yazılarında, manevi faaliyet ve ruhun yaşamının, tıpkı bir fizyoloğun ellerin hareketinin saatin mekanizmasından kaynaklandığını açıklamasına benzer bir biçimde, sinir sisteminin ve beynin mekanizmasından ileri geldiğini belirtmeyen her şeyin, modasının geçmiş olduğunu bildirmişti. Bu, Ludwig Buechner’in Kraft und Stoff (Güç ve Madde) adlı eserinin eğitimli geniş çevreler arasında bir bakıma İncil olarak kabul edildiği bir dönemdi. Mükemmel, bağımsız düşünen zihinlerin, o sıralarda bilimsel başarıların etkisinde kalarak bu tür inançlara kapıldığı söylenebilir. Kısa bir süre önce mikroskopta, canlı varlıkların en ufak kısımlarının, hücrelerin sentezi gösterilmişti. Jeoloji, yani yeryüzünün oluşumunu inceleyen bilim dalı, gezegenlerin gelişimini günümüzde de hâlâ geçerliliğini koruyan kurallar kapsamında açıklama noktasına gelmişti. Darwinizm insanın kökenini tamamen doğal bir biçimde açıklamayı vaat etmiş ve eğitimli insanların dünyasında zafer yürüyüşüne öyle uğurlu bir biçimde başlamıştı ki, pek çoğu bunun tüm “eski inançları” alt ettiğini düşünüyordu. Kısa bir süre önce, tüm bunlar oldukça farklı bir görünüme büründü. 1903’teki Bilim İnsanları Kongresi’ndeki Ladenburg gibi maddeci öğretiyi öne süren kişilerde olduğu şekilde, hâlâ bu fikirleri paylaşanların bulunduğu doğrudur; fakat bunlara karşı, bilimsel konular hakkında daha olgun bir düşünce sayesinde çok daha farklı bir kanıya ulaşan diğerlerini de görüyoruz. Örneğin, kısa bir süre önce, Naturwissenschaft und Weltanschauung (Doğa Bilimi ve Dünya Görüşü) başlığını taşıyan bir çalışma yayımlandı.