“Kesinlikle daha ciddi,” diye cevapladı Albay Geraldine; “Bu nedenle arkadaşım Bay Godall’la özel görüşmek istiyorum. Bize beş dakika verir misiniz?”
“Elbette,” diye cevapladı genç adam. “İzninizle, ben çekiliyorum.”
“Çok naziksiniz,” dedi Albay.
İki arkadaş yalnız kalır kalmaz: “Bu sohbetin amacı nedir, Geraldine? Telaşını görüyorum. Oysa ben gayet eminim kararımdan. Bu işin sonuna kadar gitmek istiyorum.”
“Majesteleri,” dedi Albay, yüzü bembeyazdı; “hayatınızın önemini göz önüne almanızı rica ediyorum, sadece arkadaşlarınız değil, halk için de önemini düşünün. ‘Bu akşam olmazsa,’ dedi bu deli adam; ancak bir düşünün, bu akşam telafisi olmayan bir felaket sizi bizden alırsa benim halim ne olur, soruyorum. Ya bu büyük ulusun hali ne olur?”
“Bu işin sonuna kadar gideceğim,” diye tekrarladı Prens kararlı bir sesle, “Senden de soylu bir bey olarak onurun üzerine verdiğin sözü hatırlamanı rica edeceğim. Hiçbir koşul altında, benim özel iznim olmaksızın, dışarı çıkarken seçtiğim tebdili kıyafeti ele vermeyeceksin. Emirlerim bunlardır ve bu emirleri tekrar ediyorum. Şimdi,” diye ekledi, “hesabı istemeni rica ediyorum.”
Albay Geraldine itaatle eğildi; ama kremalı turta dağıtan genç adamı çağırıp garsona direktiflerini verirken yüzü bembeyazdı. Prens, sakin tavrını koruyordu ve intiharı düşünen gence, bir kraliyet sarayı güldürüsü anlattı büyük bir zevk ve neşeyle. Albay’ın yalvaran bakışlarından dikkatlice kaçındı ve her zamankinden daha büyük bir özenle bir puro seçti. Gerçekten de sinirlerine hâkim olabilen tek kişi oydu şimdi.
Hesap ödendi, Prens tüm banknotları şaşkın garsona vermişti. Üçü birden bir faytona atladılar. Çok az ilerlemişlerdi ki fayton epey karanlık bir avlunun önünde durdu. Burada indiler.
Geraldine faytonun ücretini ödedi. Genç adam döndü ve Prens Florizel’e şöyle seslendi:
“Esaretten kaçmak için halen vakit var, Bay Godall. Sizin için de öyle Albay Hammersmith. Bir başka adım atmadan evvel iyice düşünün ve kalbiniz hayır diyorsa işte tam burada yollarımızı ayırabiliriz.”
“Önden buyurun, beyefendi,” dedi Prens. “Tükürdüğünü yalayan biri değilim ben.”
“Sakinliğiniz bana iyi geliyor,” dedi rehberleri. “Bu kapıya gelirken eşlik ettiğim ilk kişi siz değilsiniz; fakat buhran anında bu kadar rahat davranan hiç kimseyi görmemiştim. Birden çok arkadaşım benden önce davrandı ki çok geçmeden onları takip etmem gerektiğini biliyordum. Fakat sizi ilgilendirmiyor bu. Birkaç saniye bekleyin beni burada; tanıştırılmanız için gereken hazırlığı yapıp hemen döneceğim.”
Bu sözlerin ardından genç adam, arkadaşlarına el sallayıp avluya döndü, kapıdan geçti ve gözden kayboldu.
“Bütün aptallıklarımız içinde,” dedi Albay Geraldine alçak sesle, “bu en büyüğü ve en tehlikeli olanı.”
“Kesinlikle aynı fikirdeyim,” diye cevapladı Prens.
“Halen” diye devam etti Albay, “biraz vaktimiz var. Bu fırsattan istifade edip geri çekilmenizi rica ediyorum Majesteleri. Bu adımın sonuçları öyle karanlık ve ağır olacak gibi görünüyor ki şahsıma bahşetme tenezzülünde bulunduğunuz serbestliği zorlamakta haklı buluyorum kendimi.”
“Albay Geraldine korkuyor diye mi düşünmeliyim?” diye sordu Prens purosunu dudaklarından çekerek. Dikkatle arkadaşının gözlerine bakıyordu.
“Kendim için korkmuyorum kesinlikle,” diye cevapladı diğeri gururla; “Majesteleri bundan emin olabilirler.”
“Ben de öyle düşünmüştüm,” diye yanıtladı Prens, keyfi hiç bozulmadan, “ama durumlarımızın ne kadar farklı olduğunu hatırlatmak istemedim,” diye ekledi Geraldine’in özür dilemek üzere olduğunu görünce, “Özrün kabul edildi.”
Bir tırabzana yaslandı ve genç adam dönene kadar sakince purosunu içti.
“Kabulümüz ayarlandı mı?” diye sordu.
“Beni takip edin,” şeklinde bir cevap aldı. “Başkan küçük odada görüşecek sizinle. Yanıtlarınızda dürüst olmanız için sizi uyarmama izin verin. Size kefil oldum; ancak kulüp, yeni üyeleri kabul etmeden önce küçük bir soruşturma yapıyor. Zira tek bir üyenin tedbirsizliği bile tüm topluluğun sonsuza dek dağılmasına yol açacaktır.”
Prens ve Geraldine, bir an için kafa kafaya verdi. “Beni destekleyin,” dedi biri, “Beni destekleyin,” dedi diğeri. Tanıdıkları kişilerin karakterlerine büründüler bir anda. Rehberlerinin ardından Başkan’ın odasına doğru yürümeye başladılar.
Aşılmaz engeller yoktu. Dış kapı açıktı; odanın kapısı aralıktı. Genç adam, küçük ve yüksek bir dairede yalnız bıraktı onları.
‘’Birazdan burada olacak,” dedi başıyla onaylayarak ve gözden kayboldu.
Odadaki katlanır kapıların ardından sesler geliyordu. Arada sırada açılan bir şampanya şişesinin sesi duyuluyor, bunu kahkahalar ve konuşmalar izliyordu. Nehre bakan büyük ve tek bir pencere vardı. Işıklara baktıklarında Charing Cross’tan çok da uzakta olmadıklarını düşündüler. Fazla mobilya yoktu, kaplamalar dökülüyordu. Yuvarlak bir masanın ortasındaki bir el zili dışında taşınabilir hiçbir eşya yoktu. Duvarlardaki askılarda gelenlerin şapkaları ve paltoları asılıydı.
“Nasıl bir zindan burası?” dedi Geraldine.
“Bunu öğrenmeye geldim,” dedi Prens. “Mekânda canlı şeytanlar bulunduruyorlarsa bu iş eğlenceli bir hal alabilir.”
Tam o sırada katlanır kapı, ancak bir kişinin geçebileceği kadar açıldı. Yine o anda daha şiddetli bir uğultu başladı ve hemen ardından İntihar Kulübü’nün heybetli başkanı göründü. Başkan, elli yaşlarında bir adamdı. İri cüsseli ve hantaldı. Favorileri kabarıktı, başının ortası ise keldi; arada bir ışıldayan gözleri gri renkliydi. Ağzında büyük bir puro vardı. Yabancıları bilge ve soğuk bir tavırla süzerken dudaklarını sağa sola oynatıyordu. Hafif tüvit kumaştandı giysisi. Çizgili gömleğinin yakası çok açıktı. Bir kolunun altında ise ufacık bir defter vardı.
“İyi akşamlar,” dedi kapıyı kapattıktan sonra. “Benimle konuşmak istediğiniz söylendi.”
“İntihar Kulübü’ne katılmak istiyoruz,” diye cevapladı Albay.
Başkan, purosunu ağzında çevirdi. “O da ne?” dedi birden.
“Bağışlayın,”