“Bu olanların size bir zararı dokunur mu?”
“Bana ne zararı olacak! Biz yatalım ve ışığı söndürelim. Paşa tekrar hareme girdiğinde burada ışık yandığını görmesin.”
Telaşla yerlerinden kalktılar. Fakat henüz hiçbir şey yapmaya vakit bulamamışlardı ki, oda kapısının hafif hafif vurulduğunu işittiler.
Nurü’l-ayn yavaşça kapıya gitti. Heyecanlı ve yavaş bir sesle sordu:
“Kim o!”
“Ben, Reyhan. Açınız.”
Kapı açıldı. Hadımağası içeri girince kapıyı tekrar kapadı. Esrarengiz bir tavırla, “Beni Zeynel Ağa gönderdi,” dedi.
“Önemli bir şeyler oluyor galiba?”
“Olan olmuş. Paşa görevden alınmış. Mısır Valiliğine tayin olan Küçük Emin Paşa İskenderiye’ye ulaşmış. Yakın zamanda buraya gelir. Yarın saray tahliye olunacak. Yeni valiyi karşılamak için hazırlanacak. Zeynel Ağa, Korkmasınlar, her an hazırlıklı olsunlar, diye benimle size haber gönderdi.”
“Korkulacak bir şey var mı? Paşanın idamına ferman mı gelmiş?”
“Belli değil. Paşa selamlıkta heyecanlar içindedir. Onun muntazam, kuvvetli ve sadık bir kapı halkı var. Yeni Vali kolay kolay tutup onu idam edemez. Bu sebeple buraya cellat gönderilmesine ihtimal verilmiyor. Fakat her ihtimale karşı uyanık bulunmak için hazırlanıyorlar.”
“Yeni Vali kaç güne kadar buraya gelebilir?”
“Büyük bir kafilenin İskenderiye’den Kahire’ye gelebilmesi alelade yolcuların gelmesi kadar kolay değil. Bir iki hafta geçer sanırım.”
“Öyle ise siz yarın sabah erkenden buradan çıkıp derhal İskenderiye’ye gitmelisiniz. Oradan kaça olursa olsun güzel bir gemi tutarak, mümkün olduğu kadar süratle İstanbul’a gideceksiniz.”
“Özel bir gemi kiralamak için çok paraya ihtiyaç var.”
“Bilirim. Para için hiç düşünmeyiniz. İkinizin de ceplerini altınla dolduracağım.”
Sonra Şekerpare’ye dönerek ilave etti.
“Bir valinin gideceği, diğer valinin geleceği bu karışıklık dönemi sizin için çok güzel bir fırsattır. Sizi gözetleyip takip edecek olan casuslar şimdi kendi dertlerine düşmüşlerdir. Sizin zekâ ve kararlılığınız bu fırsatı kaçırmamalıdır.”
6
Çeşitli Divanelikler
Abdülaziz zamanına kadar asırlarca Osmanlı saltanat hanedanına eğlence merkezi olan Topkapı Sarayı hiçbir zaman muhteşem, düzenli bir saray görünümünde olmadı, olamadı. Bulunduğu yer dünyada benzeri bulunmayan, ender bir güzellikte olmasına rağmen padişahların korkaklığı ve kıskançlığı sebebiyle hisarlarla, kalın duvarlarla öyle zalim bir şekilde çevrilmişti ki saray olmaktan çıkmış, kasvetli kubbelerden oluşan bir mabet, eski bir kale halini almıştı.
Padişahların hayatı bu zevksiz, düzensiz binalar içinde; haremlik ve selamlık dairelerinde; cahil, dünyadan habersiz cariyeler ve içağaları arasında içki ve eğlenceyle geçiriyordu.
Hele Deli İbrahim bu ortamda şımarık bir çocuk hayatı yaşıyor, bahçelerde maiyeti arasında gezerken türlü türlü divanelikler yapıyordu.
Özellikle öldürülmekten ve tahttan indirilmekten kendisini koruduklarına inandığı annesi Kösem Sultan’la, Sadrazam Kara Mustafa Paşa’dan biraz korkuyor, çekiniyordu. Fakat Valide Sultanla Sadrazamın arasının açıldığı, annesinin teşvikiyle Kara Mustafa Paşa’yı kolayca idam ettirmeye muvaffak olduğu zaman, artık sadrazamlardan da korkusu kalmamıştı.
Çok asabiydi. O kadar şımartılmıştı ki yerli yersiz her düşündüğünün, verdiği her emrin mutlaka ve derhal yapılmasını istiyor ve yaptırıyordu.
Sevdiği şeyler içki, kadınlar ve beğendiği yaldızlı, simli, altınlı, elmaslı, cicili bicili eşyalardı. Kıymetli taşlar kullanarak kayıklar, arabalar, leğenler, ibrikler, nalınlar yaptırmış; sakalının tellerine inciler taktırmıştı. Saygı ve hürmet ettikleri cinler, periler, kerametler, sihirler ve efsunlar idi. Millet, memleket, siyaset gibi şeylerle zihnini katiyen yormazdı. Onun için siyaset, gücendiği adamların kafasını kestirmekti. Memleket, gördüğü yerlerden ibaretti. Bir defasında onu Bursa’da Keşiş Dağı’na çıkarmışlardı. Gözü önünde uzanan şehirler, kasabalar, köyler görünce hayretle,
“Bu memleketlerin hepsi bizim mi?” diye sormuştu.
Daha başka birçok memleketlerimiz bulunduğu kendisine anlatıldığı zaman inanmakta bir hayli güçlük çekmişti.
Sinirlendiği ve canı sıkıldığı zaman başvurduğu tek şey üfürükçülerin, cincilerin sihirleri idi. Onlara itimadı sonsuzdu. Bu düşkünlüğünden faydalanmayı pek güzel bilen Cinci Hoca, onu senelerce elinde bir kukla gibi oynattı. Parasına para, hazinesine hazine kattı.
Padişah delice bir öfkeyle Sadrazam Salih Paşa’yı boğdurduğu zaman yerine getirdiği Ahmet Paşa da Cinciye taş çıkartıyordu.
Ahmet Paşa, gelecek hırsı ile çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen divanenin biriydi. Osmanlı İmparatorluğu tarihinde bundan daha yeteneksiz bir sadrazam görmemişti. Artık sarayda Deli’ye nasihat edecek, önüne geçecek hiçbir kuvvet kalmamıştı. Ne millet, ne memleket, ne de kâinat düşünülüyordu.
Çılgınca bir israf ve eğlence devri başladı. Çılgınlıklar öyle ayyuka çıktı ki, bir içki âleminde Deli Hünkâr’ın hoşuna giden Çingene Ahmet yeniçeri ağalığına, Hokkabaz Kör Müslihiddin de kaptan paşalığa tayin olundu. Deli’yi bu iradeden vazgeçirmek için sarhoşluktan aymasını beklediler ve çok uğraştılar.
İsraf o dereceye geldi ki, memleketin bütün varlığı saraya aktığı halde yine yetmiyor, zulümler yapılarak mallara el konuluyor, büyük memuriyetler âdeta açık arttırmayla satılıyordu. Korku ve utanma kalmamıştı.
Rezalet ve utanmazlık o derece arttı ki makamlar birbiri ardı sıra birkaç kişiye satılmaya başladı. Para ile satın aldığı memuriyet makamına oturuşunun ertesinde yerine başkasının geldiğini gören valiler, kadılar çılgına dönüyorlardı.
Memlekette asayiş, sınırlarda kuvvet, halkta emniyet kalmamıştı. Macarlar Bosna sınırından tecavüz ve taarruzlar yapıyor, Girit’te savaş devam ediyordu. Sivas Valisi Vardar Ali Paşa ile Bağdat Valisi İbrahim Paşa ayaklanmışlardı. Hiçbir namus ve hamiyet sahibi, değil ağız açıp şikâyet etmeye, hakikatleri söylemeye dahi cesaret edemiyordu.
Memleket bu krizler içinde kıvranırken, saray hiçbir şeye aldırmadan, doludizgin zevkinde, sefasında eğleniyordu.
Eğlence, düğün, zevk ve sefa olsun diye, Padişahın iki ve üç yaşlarındaki kızlarının genç ve zengin devlet erkânıyla nişanlanması kararlaştırıldı. Maksat valide gözdelerin mürüvvet görmesi, saraya birçok hediyeler gelmesi idi. Fakat hazinede beş para yoktu. Sıkıntı had safhaya ulaşmıştı. Düğünler nasıl yapılacaktı? Deli’ye söz anlatmak mümkün değildi. O, İbrahim Paşa Sarayları’nın derhal tamir edilip düzenlenmesi ve süslenmesi için emir vermişti.
Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı ve damadı İbrahim Paşa tarafından inşa ettirilmiş olan ve şimdiki Sultan Ahmet Camisi ile Adliye Binası mevkilerini boylu boyunca kaplayan bu muazzam sarayların tamir ve döşenmesine para bulmanın mümkün olamayacağını Deli’ye bin bir zorlukla anlattılar. Onu yalnız meydana