Her biri doymak bilmeyen bir meraktan mustarip Juliet, Poppy ve George için…
Giriş
Günlük hayatımızın her ânında bilimin en ilginç örnekleriyle kuşatılmış durumdayız. Yine de bu örnekleri göremiyoruz. Bilim gözümüzün önünde ama fark edilemiyor; günlük olayların ve kanıksadığımız ıvır zıvırın arkasına saklanmış durumda. Bilimin en iyi yanları gözden kaçıyor.
Bir saniye durup da ilk bakışta gördüklerinizin ötesine bir bakarsanız, büyüleyici bilim parıltılarını görebileceksiniz. Örneğin acı ve baharatlı yiyecekleri düşünelim; bunları acı yapan şey nedir? Biberdeki acılığa neden olan kapsaisin molekülünün etkilerinin moleküler düzeye kadar incelenmesi, tarihimizin baharat aromalı sayfalarının yalnızca ilkini oluşturuyor. Kapsaisinin yanı sıra piperin, gingerol, alil izotiyosiyanat ve dilinizin acımasına ve uyuşmasına neden olan alfa hidroksi sanşul da var. Her molekül farklı, ancak her biri doğrudan sinirlerimizi etkileyerek acı hissini oluşturuyor.
Dikkatimizi sadece bir dakikalığına verdiğimiz en alelade teknolojik cihaz bile bilimin muhteşem bir örneğini içinde barındırıyor olabilir. Bir kuvars saatin içerisinde neler olup bittiğini en son ne zaman düşündünüz? Kuvars kristallerinin içerisindeki titreşimi ayarlamak amacıyla kullanılan geri besleme elektrik sistemi gerçekten zekice tasarlanmış ve bu sadece saatlerin değil aynı zamanda her cep telefonunun, bilgisayarın ve tabletin içerisinde de var. Ya da bizler hayatlarımızı devam ettirirken sessizce bizleri izleyen alarm sistemlerinin bir parçası olan kızılötesi hareket sensörleri var. Bunları böylesine muhteşem yapan şey içlerinde gizli: İki kristalin zekice birbirine bağlanması. Bu da, sadece bizlerin göremediği tayfın parçalarını gören sensörler olmalarını sağlamıyor, aynı zamanda belirli bir boyutun üzerindeki hareket eden kızılötesi ışık kaynaklarına da tepki veriyor.
Çoğu durumda, ilk kavrayış ânının ardından kendinizi ansızın bilimsel ana damarın içerisinde bulursunuz; yani nihai cevap, cevabı bilmiyor oluşumuzdur, en azından şimdilik. Yollardan toplanan tozlarda platin bulma ihtimalinden bir güvenin ışığın çevresinde tur atma sebebine kadar günlük yaşam bilimi halen keşfedilmemiş konularla dolu.
Peki ama bu günlük yaşam bilimini anlamanın bir anlamı var mı? Aslına bakarsanız pek de bir anlamı yoktur. Bir ekmek kızartma makinesinin nasıl çalıştığını ya da bir ağacın altının neden daha serin olduğunu bilmemeniz hayatınızda en ufak bir değişiklik yaratmayacaktır. Bilinmezliğe rağmen bu şeyler hâlâ gerçekleşiyor ve işe yarıyor olsa da kim bilir, nedenini bilmek belki bir fark yaratabilir.
Teknolojinin kontrol ettiği dünyamızda daha büyük bir anlayış, daha bilgili kararlara öncülük edebilir. Bu kararlar, bir ekmek kızartma makinesinin içerisine sıkışmış bir parça ekmeği çıkartmak için içine ne türde bir şey sokmamız gerektiği gibi küçük ama hayati önem taşıyan kararlar olabilir. Ekmek kızartma makinesinin içerisinde, içinden elektrik geçen açık nikrom (nikel-krom alaşımı) tellerin olduğunu bilmek, sizi elektriği ileten metal bıçak yerine tahta kaşık ya da çubuk kullanmaya ikna edebilir. Ekmek kızartma makinesi gibi basit bir aletin çalışma prensibini anlayarak onunla olan etkileşiminizi şekillendirebilir, kullanışlılığını ve işlevini artırabilirsiniz. Benzer şekilde yeşilliklerin serinletici etkisini bilip takdir ederek şehirler ve kasabalarda yeşil alanlar oluşturmayı seçmeye yönelik mantığı devreye sokabilirsiniz.
Bu sadece kullanışlı el aletleri ve şehir planlamacılığında bilimin kullanımıyla alakalı değil. Günlük yaşam biliminin önemli olmasını sağlayan karışık ancak olmazsa olmaz bazı şeyler var. Günlük yaşam bilimi, günlerimizi daha heyecanlı kılar. Bir şeyin açıklamasını ve bağlamını bilmek, bu şeyi deneyimlemeyi daha heyecanlı hale getirir. Konu sanat ya da edebiyat eserleri olduğunda durumun böyle olduğunu kimse inkâr edemez, aynısı bilim için de geçerlidir. Parmaklarınızın banyoda neden buruştuğunu bir kez öğrendiğinizde kuru eriğe benzeyen parmaklarınıza bir daha aynı gözle bakamazsınız. Banyo vakitleriniz daha ilginç hale gelir.
Bu kitap, çevrenizde her zaman gerçekleşen şaşırtıcı ve merak uyandırıcı bilimsel olayların bazılarını ortaya çıkarmak için hazırlandı. Bu, yıllardır süregelen eski bilim anlayışından uzak bir yaklaşım. Bilimin içinde olabilmek için illa dünyamızın bir ucuna gitmenize, uzaya çıkmanıza ya da neredeyse ışık hızında atomaltı parçacık çarpıştırmanıza gerek yok. Tek yapmanız gereken çevrenize bakmak ve günlük yaşamınızdaki bilimin inceliklerine ve karmaşıklığına dalmak.
Yiyecek ve İçeceklerin Besleyici Bilimi
En Tatlı Şey
Tatlı ve sulu çilek, fırından yeni çıkmış kek ve benim favorim: Kovanından yeni alınan bal… Çoğumuz tatlı şeyleri yemekten zevk alırız, hatta onlara ulaşma isteğimizin beynimizle fiziksel açıdan bağlantılı olduğu düşünülür. Ancak tatlının tadını anlama yeteneğimiz, tatlının çeşidine göre değişiklik göstermez. Ayrıca şekerle çok az benzerlik gösteren bir sürü kimyasal tarafından kandırılabilir. Hazır konu açılmışken sıradan şeker ya da sakkarozun (sükroz) aslında hiç de tatlı olmadığını söylemiz gerekir.
Şimdiye kadar keşfedilmiş en tatlı kimyasal lugduname maddesidir ve sakkarozdan 250.000 kat daha tatlıdır. Kimyacıların aklını karıştıran şeyse, bu maddenin diğer şekerlerle yapısal açıdan herhangi bir benzerlik taşımamasıdır. Ama bu durum bilim için çok da önemli bir sorun değil. Çünkü kimyasal bir reseptör (alıcı), benzer olup olmamasıyla ilgilenmez; çalışma sistemi bir molekülün küçük bir kısmını, hatta belki yarım düzine atomun dizilimini tanımaya dayanır. Bu yarım düzine atom doğru yerde olduğu sürece molekülün geri kalanının şeklinin nasıl olduğu pek de önemli değildir. Buna kilit ve anahtar modeli deniyor ve anahtara sahip olduğu müddetçe kimyasalların kilide uyacağı biliniyor. Yine de söylemeliyiz ki sakkaroz ile lugduname bu türde bir anahtarı paylaşmıyor.
Şeker terimi kendi başına, bir oksijen içeren ve çoğunlukla halka şeklinde bükülmüş olan farklı uzunluktaki karbon atomu zincirlerinden oluşan bir grup kimyasala işaret eder. En basit şekerlerde bu halkalardan sadece bir tane vardır ve glikoz ile früktoz içerirler. İki basit şeker, sakkaroz gibi bileşikler oluşturacak şekilde birbirine bağlanabilir; kaldı ki bu da aslında bir früktozun bir glikozla birbirine yapışması anlamına gelir. Tüm bu kimyasallar benzer yapıları paylaştıkları için hepsinin de doğru anahtara sahip olmasını anlamak kolaydır.
Şekerin alternatiflerine ya da şeker yerine kullanılanlara bakıldığında işler biraz daha garipleşiyor. Gazlı içecekler de dahil olmak üzere yiyecek ürünlerinin birçoğunda bulunan aspartam gibi tatlandırıcıları hepimiz biliriz. Çoğu insan şeker alternatiflerinin tamamen sentetik olduğunu ve laboratuvarlarda üretildiklerini düşünür. Ancak görünen o ki doğa, bu işe gıda endüstrisinden çok önce el atmıştır ve son derece şaşırtıcı yerlerde şeker alternatiflerini bulmamıza imkân tanımıştır.
Kayalık bir sahilde yapacağınız bir sonraki yürüyüşte saccharina latissima ya da bilinen adıyla şeker yosunu yapraklarını görebilmek için gözünüzü dört açın. Ekolojik bir alan gezisinde karşıma çıkarak beni şaşırtmasından beri kişisel favorim bunlardır. Son derece belirgin özellikleri vardır ve nereye bakacağınızı bildiğiniz müddetçe fark edilmeleri son derece kolaydır. Şeker yosunu, tek ve bütün yapraklar halinde uzanan, sıklıkla birkaç metre uzunluğunda ve yaklaşık 10 ila 15 cm genişliğindeki bir tür kahverengi deniz yosunudur. Bunların tanınmasını kolaylaştıran şeyse yaprağın kenarı düz ya da hafifçe dalgalıyken ortasının tamamen kırışık olmasıdır. Eğer şeker yosununu tamamen kurutursanız, yüzeyinde hafif deniz tadı barındıran epey tatlı bir toz oluşur. Yine de bir deniz yosunu parçası yalamaya başlayacaksanız öncelikle uygun bir tespit kılavuzuna başvurmanızı öneririm. Ayrıca şeker yosunu Japonya gibi yerlerde çok popülerken diğer uluslar bunu tüketmekte çok da hevesli değil.
Bunun yerine, herkesçe meyankökü bitkisi adıyla bilinen, meyankökü tatlılarının üretiminde kullanılan ve glycyrrhiza glabranın odunsu köklerinde bulunan gliserizine yönelebilirsiniz. Gliserizin, sakkarozdan beş kat daha