Yunan yazar Herodot, Herodot Tarihi adlı eserinde Sappho’yla Ezop arasında, hayatı Külkedisi’nin ilk versiyonuna ilham veren Trakyalı fahişe Rhodopis aracılığıyla bağlantı kurmuştur. (Bu tür kadınlara Yunancada “hetaerae” denirdi: zengin erkeklerle ilişki kuran yüksek zümreden kadınlar.) Herodot’a göre (ki Herodot’un söyledikleri konusunda oldukça şüpheci davranmalıyız) Rhodopis ile Ezop arkadaşmış (tabiri caizse). Rhodopis, bir Mısır firavunu tarafından alıkonulduğunda Sappho’nun erkek kardeşi Charaxus “büyük bir miktar” karşılığında Sappho’yu serbest bıraktırmış. Yani Ezop’tan Sappho’ya geçmek için öncelikle gerçek Külkedisi’nin hayatına göz atmamız gerekiyor.
Şiirlerinden pek azı günümüze ulaşmış olsa da Sappho, ölümünden sonra çoğu lirik şairin ancak hayal edebileceği bir edebi üne sahip oldu. Hakkında merak duygusunu alevlendirecek kadar az şey bilmemize rağmen veya bu kadar az şey bildiğimizden ötürü Sappho, lirik şairlerin ikonu ve kadınlar arasındaki eşcinsel aşkın sembolü oldu. Birçok takma adından biri “Kadın Homeros”tur. Platon ona “Onuncu İlham Perisi” adını takmıştır. Victoria dönemi şairi Algemon Charles Swinburne, Sappho’nun Homeros’tan ve Shakespeare’den bile daha iyi ve hatta gelmiş geçmiş en iyi şair olduğunu düşünmüştür. Eserleri günümüze parçalar halinde ulaşmış biri için bu, hiç de fena değil.
Bir âlim, Sappho’nun sesli harf kullanımına hayranlık duyduğu için eserlerinin kopyalarını oluşturma zahmetine girmiştir.
Durum hep böyle değildi. Bir zamanlar Sappho’nun şiirlerinin çok sayıda kopyası elden ele dolaşmaktaydı. Ancak zamanla, birkaç kütüphane yangını ve şiirlerdeki “ahlaksız” cinselliği onaylamayan rahipler bunun önüne geçti. Sappho’nun şiirlerinden çok azı ortaçağa ulaşabildi. Antik dönemin en iyi kadın şairinin şiirleri, ilk kez 1904’te Kanadalı şair Bliss Carman tarafından İngilizceye Sappho: One Hundred Lyrics (Sappho: Yüz Lirik Şiir) adıyla çevrilerek yayımlandı. Fakat Carman satır aralarına eklemeler yapmıştı, yani mısraların hepsi Sappho’ya ait değildi. Kitap büyük bir başarıya imza atarak modern şiirin gidişatını belirledi. Özellikle imgeci Ezra Pound, Hilda Doolittle (kendisi de Sappho gibi kadınlar arasındaki aşka yabancı değildi) ve başka birçok şair Sappho’nun tarzından etkilendi.
Sappho’nun hayatı birçok spekülasyona konu olsa da hayatını şiirlerinden bile daha az biliyoruz. Bugün lezbiyen ilişkilerden söz ediyorsak bunun iki sebebi var: Sappho’nun şiirlerindeki kadınlar arası çekim ve şairin Yunanistan’daki Midilli (Lesbos) adasından gelmesi. “Lezbiyen” oldukça yeni bir terimdir, eşcinsel kadınları tanımlamak için ilk kez 1925 yılında Aldous Huxley (sonradan Cesur Yeni Dünya’yı kaleme almıştır) tarafından yazılan bir mektupta kullanılmıştır. Öncesinde de lezbiyenlikten Victoria dönemi müstehcen şairi Arthur Munby’nin günlüğünde bahsedilmiştir. On dokuzuncu yüzyıldan önce “tribade” ve “tribadism” genel olarak kullanılan terimlerdi (Yunancadaki “sürtünmek” fiilinden türemişlerdir). Lezbiyenlik kavramının kullanılmasının yaygınlaşmasıyla Sappho’nun eserlerine ilginin artması arasında bir bağlantı olduğu gözüküyor. Sappho’nun eserlerinin keşfi yirminci yüzyıl şiirini tamamıyla etkilemekle birlikte kadınlar arasındaki homoseksüel ilişkilerden bahsetme şeklimizi de etkiledi.
Başlangıç
Mimarlar ve taş duvar ustalarının, binanın kıvrımlarına uyması için yapılmış kurşun cetvelleri vardır, adı da “lezbiyen cetveli”dir. Bu terimin mecazi anlamı mutlak olmayan, zamanla yeniden şekillenebilen veya değişebilen prensip veya fikirdir. Aristoteles sayesinde Yunanların, lezbiyen cetvelleri olduğunu biliyoruz. (Bazen böyle şeyleri bilmek güzeldir.) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik adlı eserinde bu cetveli kullananlardan “lezbiyen yapı ustaları” diye söz eder, “Cetvel taşın şeklini alacak şekilde yapıldığı için bir hüküm veya kararda olduğu gibi duruma uyum sağlar ve sabit değildir,” diye de ekler.
Aristoteles felsefenin yanı sıra matematik hakkında da yazmış olsa bile, antik Yunan’ın gelmiş geçmiş en iyi matematikçisi muhtemelen Öklid’di. Ama hangi Öklid? Görünüşe bakılırsa birkaç tane Öklid yaşamış. Megaralı Öklid, Sokrates’in öğrencisi olup daha sonra bir felsefe okulu açmıştı. Bu Öklid öğretmenine o kadar bağlıydı ki Megara, vatandaşlarının Sokrates’in öğretmenlik yaptığı Atina’ya gitmesini yasaklayınca geceleri kadın kılığına girerek gizli gizli Atina’ya gitmeye başlamıştı. Bu Öklid’in eserlerinden hiçbiri günümüze ulaşmadı. İskenderiyeli Öklid ise ünlü olanı ve Elementler adlı eserin yazarıdır.
Daha doğrusu Öklid’in Elementler’i yazdığı düşünülmektedir. Aslında buna kanıt pek azdır. Eskiden yazılmış birçok kopyada yazarın adı geçmez. Öklid, daha sonralarda Proklos adlı bir yazarın yaptığı atıftan dolayı Elementler’in yazarı olarak görülmektedir. Gene de tarihçiler kitabı gerçekten onun yazdığını düşünmeye devam ederler.
Öklid’in yazdıkları, ilk kez 1570 yılında Kraliçe I. Elizabeth’in astroloğu John Dee tarafından yazılmış bir önsözle İngilizceye çevrildi.
Elementler günümüze ulaşan en eski Yunan matematik eseri değildir. Öklid’den bir önceki nesilde Autolycus, On the Moving Sphere (Hareket Halindeki Gökyüzü Üzerine) adlı eserini yazmıştır. Ancak en çok etki bırakan eser kesinlikle Elementler olmuştur. Elementler, neredeyse tüm akademisyenler arasında gelmiş geçmiş en büyük etkiye sahip kitap olarak kabul görmektedir. Dokuzuncu yüzyılda Arapçaya çevrilerek sonraki birkaç yüzyıl boyunca Ortadoğu’da birçok matematiksel keşfe ilham vermiştir. İncil’den sonra ortaçağ Avrupa’sında en çok basılan kitap olmuştur. Ne var ki çok etkili ama pek de okunmayan kitaplar arasında, Isaac Newton’ın Principia’sı ve Karl Marx’ın Das Kapital’inin yanında yerini almıştır.
Kitabın ilk bölümlerinin çoğunun Pisagor’un çalışmaları veya en azından Pisagor’a ait olduğu düşünülen çalışmalar temel alınarak yazıldığı söylenir. Pisagor birçok şey başardı: Ruhun göçü üzerine görüşleri Platon dahil birçok filozofu etkiledi, dini gizemcilik üzerine öğretileri birçok taraftar kazandı. Müritlerine uymaları gereken bazı kurallar bıraktı. Bu kurallar arasında fasulye yemekten kaçınmak, güneşe karşı idrarını asla yapmamak ve belki de en garibi, altın takan bir kadından çocuk yapmamak vardı. Pisagor hakkında birçok efsane türedi; bir kaynağa göre bir keresinde aynı anda iki şehirde bulunmayı bile başardı. İlgilenmediği tek konu matematikti diyebiliriz. Büyük bir matematikçi olması, ölümünden sonra kazandığı efsanevi özelliklerinden biriydi. Platon’un Akademi’sinden Speusippus ve Xenocrates adlı iki filozof, Platon’un bilimsel fikirlerinin daha köklü ve eski teorilere dayandığı illüzyonunu yaratmak için Pisagor’un büyük bir matematikçi olduğunu ortaya atmıştır. Pisagor’un adını taşıyan dik açılı üçgen, ölümünden 500 yıl sonra kendisine atfedilmiştir.
Benzer şekilde, Elementler’den “Öklid’in Elementler’i” olarak bahsedilmesine ve yazarının Öklid olduğunun kesinliğine rağmen kitaptaki özgün çalışmalar oldukça azdır. Elementler, Sakız Adası’ndan gelen Hipokrat’ın daha öncelerde yazdığı ve günümüze ulaşmamış bir kitabı model alarak yazılmış olabilir. Ancak Elementler’in başkalarının çalışmalarına da yer vermesi Batı dünyasının ilk ders kitabı olması niteliğini güçlendiriyor. Öklid’in büyük yeteneği diğer