Hayyam, bir Fars şehri olan Nişabur’da doğmuştur. Bu şehir günümüzde kuzeydoğu İran’da yer almaktadır. Hayyam, çadır imalatçısı anlamına gelmektedir. Söylendiğine göre bu ismi ailesinin mesleğinden ötürü almıştır. Hayyam bir dönem felsefe çalışmış, aynı zamanda ünlü bir matematikçi olmuştur. 1070 yılında son derece önemli olan kitabı Cebir Problemlerinin Kanıtlanması Üzerine’yi yazmıştır. Sultan tarafından saray astronomu olarak atanmış ve kendisine yılın uzunluğunu hesaplama ya da Fars takvimini reforme ederek yeniden düzenleme gibi görevler verilmiştir.
Rubaiyat bir İngiliz yazar olan Edward FitzGerald (1809-1883) tarafından İngilizce’ye çevrilmiştir. İngilizce’ye çevrilmesinden kısa bir süre sonra Batı dünyasında ünlü bir eser haline geldi. Eserde yer alan pek çok şiir iyi bir hayatın nasıl olması gerektiği, ölüme rağmen hayattan nasıl zevk alınabileceği ve ölüm gerçeği ile barışmanın önemi gibi konulara odaklanır. Hayyam, iki ünlü pasajında, dolu dolu bir hayat yaşamayı ve ölüm geldiğinde ona hazırlıklı olmayı, ancak aynı zamanda kendimizi dünyanın merkezine koymayarak alçakgönüllülüğü korumamız gerektiğini söyler.
Geldiğinde o kara melek
Seni nehrin ağzında bulacak,
Kadehini sunacak sana, ruhunu davet edecek
Kana kana iç onu, çekinme.
Sen ve ben unutulup gideceğiz,
Elbet dünyanın da sonu gelecek bir gün
Hiç koca deniz çakıl taşlarını sayar mı?
Gelmişiz, göçmüşüz; kime ne!
İnançlı bir Müslüman olarak yetiştirilmesine rağmen Hayyam, çağdaşları tarafından inançsız olmakla suçlanmıştır. Dörtlüklerinden birinde bu durumu anlatarak dertlenir. 83 yaşında Nişabur’da hayatını kaybetmiştir.
1- ABD eski başkanı Bill Clinton (1946-), Monica Lewinsky (1973-) skandalıyla ilgili kamuoyundan özür dilediği konuşmalarından birinde Rubaiyyat’tan bir dörlük alıntılamıştır: “Kalem yazdı, hüküm kesin / Yürü git şimdi ne aklın ne de dinin / Fayda etmez bir satırını bile silmeye / Boşunadır akan gözyaşların”.
2- 1957 yapımı “Ömer Hayyam” filminde Cornel Wilde (1915-1989) başrolü oynamıştır. Aynı filmde daha sonra ünlü bir şarkıcı olacak olan Yma Sumac da (1922-2008) küçük bir rol almıştır.
3- Hayyam, İsfahan’da astronom olarak çalışırken yılın uzunluğunu 365.24219858156 gün olarak hesaplamıştır. Bu o döneme kadar yapılmış en doğru tahmindi.
William Wallace
Cesur Yürek (1995) filmine ilham veren William Wallace (1270-1305) İngiltere karşıtı bir isyana liderlik eden ünlü İskoç şövalyesidir. Yakalanmasından önce Stirling Köprüsü Savaşı’nda büyük bir zafer elde etmiştir. Bu başarısı ile İskoçya’da hâlâ bir ulusal kahraman olarak anımsanmaktadır.
Bir kahraman olarak görülmesine rağmen William Wallace’ın hayatı ile ilgili pek az şey bilinmektedir. Bu boşluğu yüzyıllar boyunca mitler ve spekülasyonlar doldurmuştur. Mel Gibson’un (1956-) Wallace’ı konu alan ünlü filmi esas olarak epik bir şiir üzerine temellendirilmiştir. Şiir Wallace’ın ölümünden yüzlerce yıl sonra yazıldığından kesin bir kaynak olarak kabul edilmemektedir. Gerçek Wallace 13. yy’da, nispeten zengin ve toprak sahibi bir ailede dünyaya gelmiştir. Her ikisi de İskoç bağımsızlık hareketine katılacak olan iki kardeşi vardır.
İngiltere ile olan çatışmanın kökleri İskoç Kralı 3. Alexandar’ın (1241-1286) ölümüne kadar dayanmaktadır. Yaşayan hiçbir çocuğu olmadığı için Alexandar’ın yerine dört yaşındaki Norveç Prensesi Margaret geçmiştir. Margaret deniz yoluyla İskoçya’ya gelirken ölünce İngiltere kralı 1. Edward (1239-1307) ortaya çıkan otorite boşluğundan komşusunu kontrol altına almak için faydalanmıştır.
Ancak İngilizlerin İskoçya’yı egemenlikleri altına alması 50 yıldan fazla sürecektir. Bir efsaneye göre Wallace’ın İngilizlere olan düşmanlığı işgalci askerlerin yakaladığı bir balığı çalmak istemesinden kaynaklanmaktadır.
Kini nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, Wallace İngiltere’ye direnişin popüler bir figürü haline gelmiştir. 1297 yılında bir ordu kurmuş ve Eylül ayında kendisininkinden çok daha büyük bir orduya karşı Stirling Köprüsü Savaşı’nı kazanmıştır. İngilizleri dar bir köprüye çekmiş ve onlar karşıdan karşıya geçerken saldırmıştır. Zaferden sonra şövalye ilan edilmiş ve Wallace’a “İskoçya’nın Koruyucusu” unvanı verilmiştir.
Büyük zafer ve Wallace’ın Kuzey İngiltere’ye dönük saldırıları Edward’ı çileden çıkarmıştır. Sonraki yıl kral, Wallace’a karşı kurulan orduyu bizzat kendi yönetmiş ve Falkirk Savaşı’nda büyük bir zafer kazanmıştır. Yenilgiye uğrayan Wallace orduyu yönetmeyi bırakmış ve diplomat olarak Fransa’ya gönderilmiştir. 1303 yılında geri dönmüş ve İngilizler tarafından 1305 yılında yakalanmasının ardından idam edilmiştir. 1357 yılında İngilizlerin kontrolü ele geçirmesine rağmen 1707 yılında Birleşik Krallık kurulana kadar İngiltere ve İskoçya resmen birleşmemiştir.
1- Cesur Yürek filmindeki karakterin aksine gerçek Wallace, İskoç eteği giymezdi. Bu giysi Orta Çağ İskoçyası ile özdeşleştirilse de İskoç etekleri 19. yy’a kadar popüler olmamıştır.
2- Wallace’ın büyük düşmanı İngiltere Kralı 1. Edward, zaferini mezartaşına Latince olan şu sözleri yazdırarak kutlamıştır:“Scottorum malleus” (İskoç Çekici).
3- 19. yy’da Stirling Köprüsü Savaşı’nın yaşandığı alanın yakınlarına Wallace onuruna devasa bir anıt yaptırılmıştır. Anıtta İskoç savaşçı tarafından taşındığı ileri sürülen bir kılıç da sergilenmektedir. Kılıcın gerçek olup olmadığı tartışmalıdır.
Augustine
Katolik bir anneden ve pagan bir babadan doğan Hippolu Saint Augustine (354-430) en sonunda otuzlu yaşlarının başında Hıristiyanlığı kabul edene kadar dini bir arayış içerisinde olmuştur. Hıristiyanlığa geçisinin ardından Augustine bir piskopos olarak görev yapmış ve kilise tarihindeki en etkili teologlardan biri olmuştur.
Augustine’in ünlü otobiyografisi Confessions’a (İtiraflar) göre varlıklı bir ailenin çocuğu olarak Tagaste şehrinde doğdu. Bu şehir günümüzde Cezayir sınırları içerisinde kalan Kuzey Afrika’daki bir Roma eyaletindeydi. Henüz genç bir delikanlıyken Kartaca’ya gitti ve karşılaştığı renkli hayatın cazibesine dayanamayıp kısa zamanda bu hayatın bir parçası oldu. Confessions’da yazdığına göre seks, alkol ve hırsızlık gibi büyük günahlara ve “cinsel kirliliğe” tanık olmuştu.
Augustine’in keşfettiği şehvet ve ahlaksızlıklar onun hayatın anlamını bulamamaktan ileri gelen açlığını doyurmaya yetmedi. Önce Mani dinini benimsedi. Ne var ki kısa sürede düş kırıklığına uğradı. Hıristiyanlık onda merak uyandırmaya başlamıştı. Bir İtalyan şehri olan Milan’da retorik öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Burada Katolik düşünürlerle diyalog kurma fırsatını bulacaktı.
Augustine’in tam olarak Hıristiyanlığı kabul etmesi ve geçmişini geride