Büyük Asoka neredeyse bütün Hint yarımadasını kapsayan bir imparatorluk yaratmıştı. Ona boyun eğmeyen son bölgelerden biriyse Hindistan’ın doğu kıyısında bulunan Kalinga krallığıydı. M.Ö. 265 yılında Asoka 400.000 kişilik, yani sayıca düşmanından çok üstün bir ordu ile saldırıya geçti. Kalinga, savaş fillerinin de yardımıyla kahramanca bir mücadele veriyordu; fakat bu durum Asoka’nın ordusunun daha da gaddarlaşmasından ve 100.000 sivili de öldürmesinden başka bir işe yaramadı. Çatışmalar o kadar kanlı geçiyordu ki Daya Nehri’nin suyu bile kırmızıya bulanmış ve Kalinga sonunda harap bir şekilde teslim olmuştu.
Sebep olduğu yıkımın dehşetine kapılan Asoka, savaştan sonra Budizm’e geçip bir daha sonsuza dek şiddet kullanmayacağına yemin etti.
ÇİN’İN İLK İMPARATORU
Çin Şi Huang, M.Ö. 221’de birleşen Çin’in ilk imparatoru oldu. İmparator Çin ülkede reformlar yaptı, Çin Seddi’ni ve kendisi için Şian’da gerçek insan boyutunda binlerce terakota asker3 tarafından korunan muazzam bir mezar inşa ettirdi. Kudretini pekiştirmek için kullandığı yöntemse insafsız ve yasakçı olmaktı. M.Ö. 213’te Çin rejiminin geçmiştekilerle karşılaştırılıp eleştirilmesinin önüne geçmek için bütün kitapların yok edilmesini emretmesiyle kötü şöhreti iyiden iyiye yayıldı. Sadece tıp, kehanet ve hanedanlık tarihi kitapları alevlerden kurtulabilmişti. Eski kayıtlardan bahsetmeye cüret edenler halkın gözü önünde idam ediliyor ve Çin’in yönetimine şüpheyle bakan kişilerin aileleri tamamen ortadan kaldırılıyordu. Yasaklanan eserlere sahip oldukları ortaya çıkan vatandaşların ise yüzleri damgalanıyor ve Çin Seddi’nde işçi olmaya mahkum ediliyorlardı. Okumuş kişilerden oluşan bir grup, imparatora karşı söylemlerini dile getirdiğindeyse mahkemeye çıkarılmış ve akabinde içlerinden 460’ı diri diri gömülmüştü.
Çin yaşlandıkça, hayat iksirini bulma arzusuyla yanıp tutuşur oldu. İmparatorluğun en bilge adamları ölümsüzlük iksirini bulmak için çalışırken başaramadıklarında bazıları idam ediliyordu. Giderek içine kapanan Çin ise farklı yerleşkeleri arasında tüneller yoluyla hareket etmeye başlayarak insanlardan ve devlet sorumluluklarından elini eteğini iyice çekmişti. Sonunda M.Ö. 211’de ölümsüzlük vereceğini düşünerek aldığı cıvadan zehirlenerek öldü.
SPARTA
Askeri üstünlüğü ile tanınan çalışkan Sparta halkı, her şeyin en iyisine sahip olmaya kilitlenmişti. Yunanistan’ın en savaş odaklı şehir devletinde yeni doğanlar arasında güçsüz ya da sakat olanlar uçurumdan atılırdı. Çocuklar sekiz yaşından itibaren katı bir askeri eğitime tabi tutulur, burada koğuşlarda kalır ve az miktarda yemekle beslenirlerdi. Yemek çalmaya teşvik edilmelerine rağmen yakalandıklarında meydan dayağı yiyorlardı. Bu gaddar eğitimin sonucunda Sparta ordusu, M.Ö. 5. yüzyılda Persleri geriye püskürten Yunan güçlerinin başını çekmiş, ancak buna rağmen M.Ö. 3. yüzyılın sonlarına doğru ordunun gücü azalmaya başlamıştı.
Sparta’nın son bağımsız hükümdarı, M.Ö. 207’de tahta çıkan Nabis oldu. Köleleri özgür bırakmak, zenginlerin ve soyluların topraklarıyla mülklerini halk arasında paylaştırmak gibi birçok düzenleme yapmaya başladı. Sparta’dan kaçmaya çalışanlarsa yakalanıp öldürülüyor ya da hesap vermek için Nabis’in karşısına çıkarılıyordu. Kedisine karşı gelenlerin sonu, “Nabis’in Apega’sı” denilen demir giyotin benzeri bir işkence aletiydi. Alet, karısı Apega’nın kopyasıydı ve kurbanı kollarıyla sıkı sıkıya “kucaklıyordu”. Polybius’un kayıtlarına göre aletin göğsü, elleri ve kolları gizli yaylar ve düğmelerle kontrol edilen sivri demirlerle kaplıydı. Nabis, aleti kullanarak düşmanlarına boyun eğdirene kadar onlara yavaşça eziyet ediyordu. Sonunda Nabis M.Ö. 192’de devrildiğindeyse Sparta Achea Ligi’ne katıldı.
KARISINI KATLETTİĞİ İÇİN ÖLEN FİRAVUN
M.Ö. 1. yüzyıla gelindiğinde firavunların etki alanı o kadar azalmıştı ki artık Roma Cumhuriyeti’ne tabi hale gelmişlerdi. M.Ö. 80. yüzyılda IX. Ptolemaios ölünce yerine kraliçe olarak kızı III. Berenis geçti. Bunun üzerine Roma diktatörü Sulla, koruması altında tuttuğu XI. Ptolemaios’u, Berenis ile evlenmesi ve yönetimde Roma yanlısı bir etki oluşturması için Mısır’a gönderdi. Genç adamın, üvey annesi ve aynı zamanda üvey kız kardeşi olan Berenis’le birlikte yönetime geçmesi planlanmaktaydı. Fakat Berenis’in yeni kocasına herhangi bir yetki vermeye niyeti yoktu ve bu duruma kızan XI. Ptolemaios henüz 19 günlük evliyken karısını öldürtmüştü. Akabinde öfkeli İskenderiye halkı da, XI. Ptolemaios’u saraydan kovup linç ederek öldürdü.
KÖLELİK VE AYAKLANMALAR
Antik Roma’da köleler sahiplerinin keyfi, sert cezalarına maruz kalıyorlardı. Kırbaçlanmak çok sıradan bir cezaydı. Kaçmaya yeltenenler ise yakalandıklarında alınlarından damgalanıyordu. Bazıları, ayaklarına ağırlıklar bağlanıp ellerinden asılarak öldürülüyorlardı. Köleler ölüm cezasına çarptırıldığında çoğunlukla çarmıha geriliyorlardı. Kırbaçlanıp dövüldükten sonra mahkum köleler boyunlarının arkasına takılan furcayla, yani V-şeklinde, ağır, metal bir boyunlukla ve elleri kalçalarına bağlı bir şekilde idam yerine yürütülüyorlardı. M.S. 4. yüzyılda I. Konstantin döneminde baştan çıkarıcılıkla suçlanan kölelerin boğazından aşağı kızgın kurşun dökülüyordu. M.Ö. 135-71 arasında muhtemelen bu uygulamaların sonucunda üç büyük köle ayaklanması gerçekleşti. Bunların sonuncusu ve en meşhuru Spartaküs’ün önderlik ettiği isyandı.
Spartaküs M.Ö. 73 yılında efendisinden kaçan ve hızlı bir şekilde yanına yandaş kaçaklar toplayan Trakyalı eski bir gladyatördü. M.Ö. 71’de Romalı lejyonlara yenilene kadar kendisine karşı yürütülen tüm birlikleri dağıtmayı başarmıştı. Mızrakla üst bacağından yaralandıktan sonra büyük bir lejyoner grubu tarafından alt edilen Spartaküs’ün cesedi hiçbir zaman bulunamadı. Savaş sonrası hayatta kalan 6.000 köle, Romalılar tarafından yakalanıp Capua ile Roma arasındaki yaklaşık 120 km uzunluğundaki Appian Yolu boyunca çarmıha gerildiler. Çürüyen cesetleri, ayaklanmayı aklından geçiren diğer kölelere ibret olması için uzun süre öylece bırakıldı.
ROMA CUMHURİYETİ’NİN KANLI SONU
M.Ö. 49 yılında 10 Ocak’ta Jül Sezar ve ordusu, İtalya ile Cisalpina Galya eyaleti arasındaki sınırı oluşturan Rubicon Nehri’ni geçti. Ordu birliklerinin Roma’da kontrolü ele geçirme ihtimalini önlemek adına İtalya’ya girmek aslında yasaklanmıştı. Fakat Sezar’ın niyetlendiği tam da buydu ve böylece Roma’nın cumhuriyetten imparatorluğa dönüşümünü de kapsayan, kanlı çatışmalarla dolu yaklaşık iki yüzyıllık bir süreci başlatmış oldu.
Roma’ya doğru ilerleyen Sezar’ın fazla güçlendiğini düşünen senatörlerin oluşturduğu muhalefet, başkenti savunmasız bırakarak güneydeki Capua’ya doğru çekildi. İç savaşta Sezar’ın düşmanlarına, daha önce dost