Her zamanki gibi, Rhona için… Yazmayı tam zamanında bitirebileyim diye elinden gelen her şeyi yapan Kath ‘Kay-Dee’ Davies’e en içten teşekkürlerimle.
Giriş
Antik çağlardan bu yana, bilim hakikatten pek çok defa sapmıştır.
Keşifler, çoğu zaman içinde bulunulan dönemin dayattığı baskılarla şekillenmiştir. İnsan anatomisi konusunda bilgisiz olan antik Yunanlar, bedende dört ayrı sıvı olduğu fikrine dayanan teoriyi geliştirmişlerdir. Bu fikir, on dokuzuncu yüzyılda bilimsel tıbbın yükselişine kadar hâkimiyetini sürdürmüştür.
Bu fikirler kimi zaman da saf çılgınlığın ürünü olmuştur. Yirminci yüzyılın sonunda Ruanda’daki soykırımı haklı çıkarmak için kullanılan, görünüş itibariyle masum “frenoloji” kavramının gelişimi bunun bir örneğidir. Bazen de bilimsel “hakikatler” gizli bir amaca sahte bir destek verme çabasıyla icat edilmişlerdir. Tıpkı sağ-muhafazakâr politikacıların tamamen suni bir kavram olan subliminal1 mesajlaşmayı benimsemesi gibi. Bu fikirlerin tartışmalı doğasına rağmen, Bir Zamanlar Dünya Düzken insanlığın bugüne kadar bilimin insafına kalmış olduğu -ve muhtemelen her zaman öyle kalacağı- gerçeğinin altını çizecek.
Neyse ki sahip olduğumuz bilimsel bilginin tamamı böylesine yıkıcı etkiler yaratmadı; bu kitapta sunulan bazı örnekler yüzünüzü gülümsetecek. Simyacıların felsefe taşı (tüm adi metalleri altına çevirebilecek araç) arayışlarından tutun da vibratörün oldukça şaşırtıcı tarihi ve oyuk dünya teorisine kadar, bilim yıllıkları tuhaf insanların tuhaf fikirleriyle dolup taşıyor. Daha şaşırtıcı olan bir şey varsa o da bilimin kimi düzmece fikirlerinin günümüze çok yakın bir tarihe kadar varlığını sürdürmüş olması. Günümüzde tıbbi ve bilimsel düşünce ne kadar ilerlemiş olursa olsun, yüz yıl içerisinde buna benzer bir kitabın bugünün bilgi birikimiyle dalga geçmeyeceğini hiç kimse garanti edemez.
Kafanıza Bir Baktırın!
Geçtiğimiz yüzyılların bilimsel safsatalarının pek çoğu ortaya çıktıkları dönemlerde insanlığa pek zarar vermediler. Bunlar çoğunlukla, yeni buluşlarla arkalarında hiçbir iz bırakmadan yok olup gittiler. Ne yazık ki bu durum sözdebilim olan frenoloji2 için pek de geçerli değil. Frenoloji, ortaya çıktığı dönemde pek çok adaletsizliğe ve üzücü duruma neden oldu. Yirminci yüzyılın sonunda gerçekleşen soykırım, frenoloji biliminin insanlığa verdiği zararlar arasında en önde geleni.
Viyana Üniversitesi’nin yetiştirdiği Alman hekim Franz Josef Gall (1758-1828), frenolojinin kurucusudur. Bu kurum, insan ırkı konusundaki pek çok diğer düzmece kavramın da üretildiği yer olmuştur (sayfa 11’deki kutuya bakınız). Gall’ün geliştirdiği teoriye göre, insan beyni yirmi yedi ayrı bölgeden oluşmaktadır. Her bir bölge farklı işlev, kişilik özellikleri ve eğilimlerden sorumlu olup tamamen ayrı ve bağımsız organlar olarak varlık gösterir.
Frenolojik büst
1925 yılında, Viyana Üniversitesi ırkçı ideolojinin beslendiği entelektüel zemin haline gelmişti. Bu ırkçı kavramlar arasında etki alanı en geniş olanı ve en çok bilineni, “ırksal hijyen arayışı” anlamına gelen “Rassenpflege” kavramıydı. Üniversitenin antropoloji bölümünde profesör olan Otto Reche, bu fikirlerin en yılmaz savunucusu olup “Rassenpflege”nin “tüm iç politikanın temelini, dış politikanın da en azından bir parçasını oluşturması gerektiğini” savunuyordu.
Birey, bu bölgelerden birini ne kadar çok kullandıysa ya da kendisini söz konusu bölgenin uyardığı duygusal ya da fiziksel dürtülere ne kadar bıraktıysa o bölge o kadar büyük olacaktı (aşırı kullanılmış kaslarda olduğu gibi). Gall, bulgularının gerçeklerden tamamen kopuk olmadığını savunuyordu. Gall’ün hakkını vermek gerekirse, bugün beynin belli bölgelerinin, belirli işlevler ya da kişilik özellikleriyle bağlantısının olduğu ve bu bölgelerden bazılarının zihinsel egzersizle büyütülebildiği bilinmektedir.
Franz Gall, eğer araştırmasını bu noktada bırakmış olsaydı araştırması kötü sonuçlara yol açmayacaktı. Gall’ün hatası, çok temel bir öncülü, geniş çaplı bir spekülasyonlar ve varsayımlar bütününün yapıtaşı haline getirmesiydi. 1805 yılına gelindiğinde, Gall bu yirmi yedi bölgenin, kafatasının ön tarafındaki (kuvvetle karşılaştıklarında büyüyen ya da kabaran) yumru ve tümseklerden sorumlu olduğuna kanaat getirmişti.
Kafasına baktıran biri
2010 yılı Mart ayında, University College London’dan Profesör Eleanor Maguire, Londra’daki taksi sürücülerinin hipokampüslerindeki büyüme eğilimlerini incelediği kapsamlı araştırmasının sonuçlarını yayımladı. Araştırma için taksi şoförleri seçilmişti; çünkü onların belli bir “bilgi”yi öğrenme zorunlulukları vardı. Her bir taksi şoförünün, kentte belirlenmiş herhangi iki nokta arasındaki en iyi güzergâhı bulma yetisini göstereceği zor bir sınavdan geçmesi bekleniyordu. Profesör Maguire, bir sürücünün çalışma saatleri uzadıkça hipokampüsünün de genişlediği sonucuna varıyordu.
Gall, katillerin, hırsızların ve diğer suçlara karışmış insanların kafatasları üzerinde kapsamlı araştırmalar yürüttü. Bu çalışmaların sonunda, bunlar arasında bağlantı kurmaya yetecek miktarda benzerliğin bulunduğu sonucuna ulaştı. Benzer araştırmaları akıl hastalarının kafatasları üzerinde de yürüttü ve onların kişisel durumlarının bazı bölgesel işlev bozukluklarına dayandırılabileceğine karar verdi. Aynı şekilde buradan da Gall’ün tezini destekleyecek türde veriler çıktı; çünkü akıl hastalarının daha önceleri kendi istekleriyle ya da ruhları şeytan tarafından ele geçirildiği için öyle oldukları düşünülüyor ve bu nedenle düzenli olarak şiddete maruz bırakılıyorlardı. Frenolojinin getirdiği bu bakış açısıyla birlikte, neredeyse bir gecede, akıl hastalığı ilk defa gerçekten bir hastalık olarak görülmeye ve buna göre tedavi edilmeye başlandı.
Orson Fowler’ın editörlüğünü üstlendiği American Phrenological Journal’ın Mart 1848 sayısı
Ancak bu durum, Gall’ün “bilimsel olarak kanıtlanmış” modelinde ifade edildiği şekilde kafalarında yumrular ve tümsekler bulunduran diğer insanlar için pek hayra alamet değildi. Daha önce hayatlarını sorunsuz bir şekilde sürdürmüş olsalar da artık Gall’ün bilimsel modeline göre potansiyel katil ya da da akıl hastası olarak damgalanıyorlardı. Öyle ki birkaç şanssız kişi, önleyici tedbirler kapsamında hapsedilmişti. Gall’ün teorilerinin toplumsal düzeyde de önemli bir karşılığı vardı. İnsanlar Gall’ün argümanlarına doğrudan olmasa da ünlü isimlerin yapıtları aracılığıyla (Brontë kardeşler, Bram Stoker ve hepsi arasında en tanınmış olanı Conan Doyle’un Sherlock Holmes hikâyeleri de dahil olmak üzere) ikinci elden ulaşıyorlardı. Onların gözünde, Holmes için doğru olan bir teoriyi tartışmaya gerek yoktu.
Şirketler, çalıştıracakları personelin seçiminde frenolojiden yararlanıyordu. Müşterilerine çalışanları arasında akıl hastası bulunmadığının güvencesini vermek için personel adaylarının kafalarını incelemeye tabi tutan uzmanlar bulunduruyorlardı. Mahkeme salonlarında çok sayıda sanık, profesyonel frenolojistlerin ipe sapa gelmez bilirkişi görüşüne dayandırılarak hapse atılıyordu. Ancak Gall’ün fikirlerindeki çatlaklar,1820 yılına gelindiğinde çoktan kendini göstermeye başlamış ve 1850’ye gelindiğindeyse teorisi tamamen çökmüştü. Gall’ün teorisi, yalnızca Birleşik Krallık’ta varlık göstermeye devam ediyordu.
Frenoloji,