Adem ve Havva’nın birçok üstünlüğü vardı ama en önemlisi, diş çıkarmaktan kurtulmuş olmalarıydı.
Böyle özel takdiri ilahilerde bir sorun vardır. Hangi tarafın bu takdirden yararlanan olduğu şüphelidir. Elyesa Peygamberle çocuklar ve ayıların hikâyesinin sonunda gerçekten memnun kalan peygamber değil ayılardır, çünkü çocukları yemişlerdir.
Bu hikâye, Roxana’nın gerçekleştirdiği değişikliğe uyum sağlamalıdır. Yani evin gerçek varisinin adı artık “Chambers”, onun yerini gasp eden küçük köleninkiyse daha sonraları günlük dilde “Tom” olarak kısaltılacak olan “Thomas à Becket”tır.
“Tom” değişikliğin başından beri kötü bir bebek oldu. Durduk yere ağlıyordu. Durduk yere asabiyet nöbetlerine tutuluyor, durmadan çığlık atıyor, feryat figan bağırıyor ve nefesini tutarak yaramazlığın zirvesine ulaşıyordu. Nefes tutma, diş çıkaran bebeklerin korkutucu bir özelliğidir. Bebek, sancı içinde akciğerlerini tüketir. Sonra sessizce kıvranıp döner ve nefes almak için tekme atar. Bu sırada dudakları morarmıştır, ağzı açık ve hareketsizdir. Kırmızı diş etlerinin altında minicik dişleri gözükür. Çocuğun hareketsizliği öyle uzun sürer ki bir daha nefes alamayacak diye düşünür insan. İşte tam o esnada bir hemşire imdadına yetişir, çocuğun suratına su çarpar. Peşi sıra çocuğun akciğerleri havayla dolar. O an kulakları patlatacak şekilde bağırmaya, çığlık atmaya ya da inlemeye başlar ve sahibine öyle sözler söyletir ki tahammül sınırının aşıldığını anlarsınız. Tom bebek, tırnaklarının yakınında olan herkesi tırmalar ve çıngırağına yaklaşanı ezerdi. Su ister ve suyu getirilene kadar da çığlık atmayı bırakmazdı. Sonra bardağı yere atıp yine çığlığı basardı. Her ne kadar zahmetli ve insanı çileden çıkaran istekleri olsa da hepsi yerine getiriliyordu. İstediği her şeyi, bilhassa da karnını ağrıtacak şeyleri yemesine izin verilmişti.
Emekleme çağına gelip biraz konuşmaya ve ellerinin ne işe yaradığını anlamaya başladığında eskisinden de beter bir musibet haline geldi. O uyanıkken Roxy’ye dinlenmek haramdı. Ne görse “İstiyorum,” derdi ve bu bir emirdi. İstediği şey getirildiğinde ise çıldırmış gibi “İstemiyorum! İstemiyorum!” diyerek eliyle iterdi. Sonra hemen yine “İstiyorum! İstiyorum!” diye bağırmaya başlardı. Bir kez daha fikrini değiştirmeden istediği şeyi geri getirmek için Roxy’nin kanatlanıp uçması gerekirdi.
En çok tercih ettiği şey maşalardı. Çünkü pencere ve mobilyaları kırmasın diye “babası” onları yasaklamıştı. Roxy arkasını döndüğü an Tom maşalara doğru emekler, “Sevdim bunu!” der ve Roxy görüyor mu diye gözünün ucuyla bakardı. Sonra “İstiyorum!” deyip yine göz ucuyla bakardı. Sinsi bir bakışla “İşte!” der ve nihayet “Aldım!” diye sevinirdi. Ödül artık onundu. Hemen ardından, ağır alet yukarı kalkar ve bunu büyük bir gürültüyle bağrışma izlerdi. Kedi, bir işe yetişmek ister gibi üç ayağı üzerinde kaçardı. Roxy vardığındaysa lamba ya da pencere parçalanmış olurdu.
Tom, herkes tarafından sevilip okşanıyorken Chambers’la kimse ilgilenmiyordu. Tom bütün leziz yiyecekleri yerken, Chambers’ın nasibine lapa ve sütle şekersiz katık düşüyordu. Sonuç olarak Tom, zayıf bir çocuktu ama Chambers güçlüydü. Tom, “huysuz”du Roxy’nin dediği gibi ve buyurgandı. Chambers ise uysal ve yumuşak başlıydı.
Muhteşem sağduyusu ve becerisiyle Roxy, çocuğunun üzerine titreyen bir anneydi. Çocuğuna karşı böyleydi, hatta daha da fazlasıydı: Kendi yarattığı kurgu sonucunda çocuğu, efendisi olmuştu. Bu ilişkiyi görünürde bilmesi ve ifade etmesi için lazım gelen biçimde davranma gerekliliği, Roxy’yi öyle sıkı ve düzgün şekilde pratik yapmaya itti ki bu egzersiz kısa sürede alışkanlığa dönüştü. Otomatik olarak kendiliğinden gerçekleşir hale geldi. Doğal olarak bunların sonucunda, sadece başkaları için planlanmış olan aldatmacalar, yavaş yavaş kendisi için de aldatmaca oldu. Alaycı saygı, gerçek saygıya ve alaycı hürmet gerçek hürmete dönüştü. Taklit köle ve taklit efendi arasındaki sahte ayrım giderek büyüdü ve sonunda bir uçurum halini aldı. Hem de çok gerçek bir uçurum. Bir tarafta kendi aldatmacalarının kuklası olan Roxy, diğer taraftaysa artık bir gaspçı değil, kabullenip efendisi saydığı çocuğu duruyordu. Bu çocuk onun canı, efendisi ve ilahıydı. Roxy ona tapınırken kendisinin ve çocuğun bir zamanlar kim olduğunu unutuyordu.
Bebekliği boyunca Tom, Chambers’ı tokatladı, çimdikledi, tırmaladı ve bu yüzden hiç azar işitmedi. Chambers, bunlara uysallıkla dayanmakla içerlemek arasında bir karar vermesi gerektiğinde ilk düşündüğünün yararına olduğunu erkenden anladı. Yaşadığı eziyetler onu birkaç kez kontrolden çıkarıp karşı koymaya itince, ana karargâhta ödediği bedel çok ağır olmuştu. Cezasını Roxy’nin elinden çekmedi. Nitekim Roxy, “efendisinin kim olduğunu unuttuğu” için onu azarlayacak olsa, verdiği ceza kulağına bir şamar atmaktan öteye geçmezdi. Hayır, cezayı veren Percy Driscoll’du. Her ne şekilde tahrik edilirse edilsin, küçük efendisine el kaldırma imtiyazına sahip olmadığını söyledi. Chambers çizgiyi üç kez aştı ve babası olan ancak bunu bilmeyen adamdan üç kez daha öylesine ikna edici şekilde dayak yedi ki Tom’un zulümlerini artık uysallıkla karşıladı ve başka denemede bulunmadı.
Çocuklukları boyunca bu iki oğlan dışarıda hep birlikteydi. Chambers yaşıtlarına göre daha güçlüydü ve iyi bir dövüşçüydü. Güçlüydü, çünkü sade bir şekilde beslenmişti; iyi dövüşüyordu, çünkü Tom sayesinde -yani Tom’un nefret ettiği ve korktuğu beyaz çocuklar üzerinde- epey pratik yapmıştı. Chambers, okul yolunda Tom’un daimi korumasıydı. Teneffüslerde onu korumak için hazır bulunurdu. Öylesine hayranlık uyandırıcı bir şöhret edinmişti ki zamanla Tom’un giysilerini giymeye başladı ve Sir Kay, Lancelot’un zırhını giydiğinde olduğu gibi “huzur içinde yol aldılar.”
Chambers yetenek oyunlarında da iyiydi. Tom meşe oyununda onu ortaya sürer, sonra kazandıklarının hepsini elinden alırdı. Kış gelince Chambers, Tom’un eski giysilerini giyer, “kutsal” kırmızı eldivenler, “kutsal” ayakkabılar ve pantolonuyla sımsıkı giyinmiş Tom için kızak çekerdi, ama kendisi hiç binmezdi. Tom’un talimatlarına göre kardan adam ve kaleler yapardı. Kartopu oynamak istediğinde Tom’un sabırlı hedefi olurdu ve kartoplarına karşılık veremezdi. Chambers, Tom’un patenlerini nehre kadar taşır, ayaklarına bağlar ve dilediğinde hazır bulunmak üzere etrafında dolanırdı ama kendisi paten süremezdi.
Yazın Dawson’s Landing çocuklarının en sevdiği şey -kırbacıyla kafalarını yarması tehlikesine rağmen- çiftçinin meyve arabasından elma, şeftali ve karpuz çalmaktı. Tom, bu hırsızlıklarda pek hünerliydi, ama aslında çalan o değildi tabii. Çalma işini Chambers yapar ve bu işten payına şeftali ve elma çekirdekleriyle karpuz kabukları düşerdi.
Tom yüzmeye giderken Chambers’ı da daima yanına alır ve koruması olarak bekletirdi. Tom sıkılınca yüzmeyi bırakır, Chambers’ın gömleğine düğümler atıp suya batırır ve düğümlerin çözülmesini iyice zorlaştırırdı. Sonra da giyinip oturur, çıplak Chambers’ın inatçı düğümleri titreye titreye dişleriyle çekiştirmesini kahkahalarla izlerdi.
Tom, mütevazı yoldaşına bu kötülükleri kısmen doğasındaki fenalık nedeniyle, kısmen de Chambers kendisinden güç, cesaret ve akıl bakımından üstün olduğu için yapıyordu. Tom dalış yapamıyordu, çünkü daldığı zaman başı ağrıyordu. Chambers hiç sıkıntı çekmeden dalabiliyordu ve bundan zevk alıyordu. Bir gün bir kanonun kıçında taklalar atıyordu. Bunu gören beyaz